İnci Hekimoğlu

İnci Hekimoğlu

Sen ağlama dayanamam

İşlerine geri dönmek için açlık grevi yapan  Nuriye ve Semih’i o günlerde kimse tanımıyor, her sabah o kötü haberi alabileceğimiz korkusuyla uyanmıyorduk henüz.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan en sık ağlayan siyasi şahsiyetlerdendir. Kendisini en son 15 Temmuz anma programında ağlarken canlı yayında izledik.

Sözcü Gazetesi’nin geçen yıl mart ayında yaptığı ağlama kronolojisine göre Erdoğan, 2004 yerel seçimleri öncesinden başlayarak, 2007 genel seçimleri, 2009 yerel seçimleri, 2010 referandumu, 2011 genel seçimleri, 2014 yerel seçimleri, 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleri, 2015 Haziran ve 2015 Kasım seçimleri hep ağlarken ‘yakalanmış’ kameralara.

Buradan bir mana çıkartılmasın lütfen. Sonuçta kameraların olmadığı zamanlarda ağlayıp ağlamadığı bilinemez elbette.

Ancak Erdoğan’ın ağladığı en etkileyici sahne 2010'daki anayasa referandumu öncesi 12 Eylül Darbesi'nden sonra idam edilen Erdal Eren ve Mustafa Pehlivanoğlu'nu anarken döktüğü gözyaşlarıdır. 

Erdoğan’ın o gün partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmayı dinlerken solcusu sağcısı, liberali muhafazakârı herkes etkilenmiş, en azından gözleri dolmayan kalmamıştı.

İlk kez bir başbakan Necdet Adalı’dan, Erdal Eren’den, Mustafa Pehlivanoğlu’dan  bahsediyor, Diyarbakır, Mamak, Metris, Bayrampaşa Cezaevi’ndeki işkenceleri  lanetliyor ve hatta Nevzat Çelik’in  Erdal Eren için yazdığı "Şafak Türküsü"nün dizelerini kürsüden okuyordu. 

O günlerde "17 yaşındaki çocukları yağlı urgana taşıyan zihniyetle hesaplaşacağız" derken bugün idam vaat ederek "evet" isteyen Erdoğan, memura bile toplu sözleşme sözü verirken, henüz "OHAL sayesinde grev yapan işçiye anında müdahale edebiliyoruz"  dememişti.  

12 Eylül 2010’da yapılacak referandumda  yargıyı istediği gibi düzenlemek için sağdan da soldan da "evet"  alması gerektiğinden  hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor, işçiyi, emekliyi, gençleri es geçmiyor vaat üstüne vaatte bulunuyordu.

O günler henüz FETÖ’nün "Hoca Efendi" olduğu, AKP kadrolarının sık sık Pensilvanya’yı tavaf ettiği,  hükümetin yargıdan eğitime, ordudan polise tüm kadroları "Hoca Efendi"nin altın nesline teslim ettiği günlerdi.  

Konuşmanın en çarpıcı kısmı Kürt meselesinde "çözüm süreci"nden bahsedildiği ve akademisyenler  ve medyadan destek istediği  bölümdü.

''Olay, her zaman söylüyoruz, bir güvenlik meselesi değildir. Sadece bir güvenlik meselesi olarak bakarsak yanılırız. Yıllar yılı böyle bakıldı, neticesi ortada ama bu olayın sosyolojik, psikolojik, diplomatik bir çok boyutu var. Bütün bu alanlarda bu dayanışmamızı sürdürmemiz lazım. Burada siyasiler olarak, parlamento içi, parlamento dışı... Medya olarak bu ülkedeki akademisyenler olarak, STK'lar olarak hep birlikte bir dayanışmanın içerisinde…"

İşte o akademisyenler, medya mensupları, STK’lar ve de hâlâ "Barış" diyen milletvekilleri şimdi içeride. 

Yeniden 2010 yılındaki Erdoğan’a dönüp dinleyelim:

"Her zaman söylüyorum; idare edebilirdik, popülizme tevessül edebilirdik. 'Böyle gelmiş, böyle gider' diyerek, hiç etliye sütlüye karışmayabilirdik. Risk almayabilirdik… Bu milletin huzurunda başımız dik, alnımız ak hesap veremezdik… yetimlerin, öksüzlerin, yolda kalmışların karşısında mahcubiyetimizi gizleyemezdik.

… Bu anayasa değişikliği belki her şey değildir ama çok önemli bir şeydir. Türkiye'nin aydınlık geleceği için, daha ileri bir demokrasi ve daha adil bir hukuk sistemi için çok önemli bir adımdır…

Tüm kirli ilişkileri, kirli senaryolara, çetelere, mafyaya, hukuk dışı kirli örgütlenmelere karşı çıktık. Demokrasi, özgürlük, hak ve adalet mücadelesini tercih ettik…"

Henüz yeraltı dünyasının ünlü ismi Sedat Peker’in AKP’li belediyenin protokol sırasında ağırlanmadığı, Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi üyeleriyle çay toplamadığı, yargı başkanlarının önünde cüppe iliklemeye çalışmadığı  günlerde CHP’yi eleştirirken söyledikleri şunlardı:

''Bizim Anayasa Mahkemesinin yanında, yöresinde, bahçesinde ev tutmamıza gerek yok. Bizim evimiz milletimizin içinde. CHP Genel Başkanı önce Anayasa Mahkemesi'nin bahçesine kurduğu gecekondudan bir çıksın. Haydi oraya gecekondu yaptığınız, bari arsa sahibini rahat bırakın...'' 

Erdoğan o en meşhur ağlamasının görüntülendiği bu konuşmada "suça itilen çocuklar" da demişti.

Bitmedi.

Milyonlarca insanın işsiz kalmasına, aç kalmasına, cezaevlerine girmesine neden olan KHK’lara henüz imza atmamış olduğu,  milyonlarca insanın  Adalet  için sokaklara henüz çıkmadığı   o günlerde Erdoğan vaat ettiği adaleti de tarif etmişti:

"Fişleme gibi, insanlık, hukuk ve demokrasi dışı uygulamanın tarihe kavuşması için milletim tek yürek halinde 'evet' diyecektir. Avrupa standartlarında bir Anayasa Mahkemesi, uluslararası standartlarda bir hukuk sistemi için bütün milletim gür bir sesle 'evet' diyecektir. Buna inanıyorum.
Üstünlerin hukukuna son verip, hukukun üstünlüğüne egemen kılmak için halkımız güçlü şekilde 'evet' diyecektir. Tüm memurlarımız ve aileleri, memurlara toplu iş sözleşmesi hakkı tanınması için 'evet' diyecektir, emeklilerimiz bu toplu iş sözleşmesinden yararlanabilmek için 'evet' diyecektir. İşçilerimiz, aileleri, yakınları sendikal, grev hakkı için 'evet' diyecektir. Esnaf, tüccar, sanatkarımız, hükümetin ekonomik ve sosyal politikalarında söz sahibi olabilmek için 'evet' diyecektir.
''

İşlerine geri dönmek için açlık grevi yapan  Nuriye ve Semih’i o günlerde kimse tanımıyor, her sabah o kötü haberi alabileceğimiz korkusuyla uyanmıyorduk henüz. 

"Analar ağlamasın" günlerinden, anamızın ağlatıldığı günlere geldik.

Ama sen ağlama dayanılmaz oluyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İnci Hekimoğlu Arşivi