Murat Aksoy
Şiddetin değil siyasetin yanındayım
Yazı yazmanın hele Türkiye gibi bir ülkede "siyaset" üzerine yazı yazmanın zorluğu var. Hele de eleştirel pozisyonda iseniz. Mesele sadece devletten gelen baskılar değil bu. İfade edilmese de, yazıp, konuştuğunuz mahallenin de gizli bir baskısı vardır. Ve bu baskı, o mahallenin "kutsallarına" dokunduğunuzda ortaya çıkar.
Bunun yanında Türkiye dışında yaşayıp "Türkiye siyaseti" hakkında yazmanın da zorluğu var. Hele de eleştirel pozisyonda iseniz. Bu durumun temel zorluğu kabullenilmesi güç olsa da "yabancılaşmadır". Bu dar alana sıkışan yabancılaşma zaman içinde "kızgınlıkla" el ele verip yazanı kaçınılmaz olarak dili/sözü daha da sertleştirir. Bu kabullenilmesi zor bir durumdur.
Bu sitede yazdığım son iki yazıya farklı kesimlerden olumlu ve olumsuz tepkiler geldi ve gelmeye devam ediyor. Bunun yanında yazıda eksik bıraktığım yerleri açan değerlendirmeler de var. Bu açıdan tüm tepkilere teşekkür ediyorum. Sonuç olarak bu tepkiler, önemli bir konunun tartışılmasına vesile oluyor.
Ancak her alanda olduğu gibi üslup bu tartışmalarda önemli bir fark olarak ortaya çıkıyor. Tartışmayı kişilleştirmek, benzetmelere başvurmak, hatta suçlamak tartışmanın seviyesini düşürdüğü gibi insani ilişkileri de olumsuz etkiler.
"Devlet ağzı ile konuşmak", bu devletin mağdur ettiği biri olarak sanırım kullanacağım en son "şey" olur. Ya da "Ahmet Hakanvari" türü nitelendirmeler, beni değil yazanı zedeler. Ya da benim "CHP’li arkadaş" olarak sunulmamın da yazdıklarımla ilgisi yok. Çünkü buradaki yazıları CHP’li kimliğimle yazmıyorum.
Tekrar olacak ama bu yazılarda ifade ettiğim gibi; kayyumlara karşıyım ve kayyum sivil siyasete darbedir.
İkinci olarak Türkiye’nin içinde olduğu koşullarda öncelik Kürt sorunu değil siyasetin alanının bizatihi siyasilerin eliyle daraltılması ve demokratik kazanımların kaybedilmesidir. Bu Kürt sorunun önemsiz bulmak anlamında da değildir.
KAYYUM DEMOKRASİYE ATANMIŞTIR
Kayyum atanması, Diyarbakır, Van ve Mardin Belediyelerine atanmış olsa da, ortak toplumsal tepki verilmezse HDP’nin kazandığı belediyelerle sınırlı kalmayacağı da açıktır. İşte siyasi alanın daralması olarak tanımladığım bu sürecin kendisidir.
İçinde olduğumuz süreçte HDP’ye HDP’liler kadar HDP dışında kalan, demokrasi ortak kesininde bulunan herkesin sahip çıkmasının sadece siyasi değil aynı zamanda ahlaki bir sorumluluk olduğunu da ifade ettim.
Bunun olabilmesinin bir koşulu da HDP’nin de en az diğer partiler kadar siyasete sahip çıkması ve şiddete mesafe almasının önemli olduğunu yazdım. Kürt sorununun yani demokrasi mücadelesinde HDP’nin siyaset yapmasının olmazsa olmaz olduğunu ve geçmişteki çözüm sürecinde bu rolü etkili olmadığıdır.
Devamla, çözüm sürecinde AK Parti’nin Erdoğan’a, PKK’nın –ve Kürt Siyasi Hareketinin de- Öcalan’a fazlasıyla güvendiği tespitlerini yaptım.
Sanırım tartışmayı başlatan nokta da burası. Yani HDP’nin, PKK’ya mesafe alması konusu ve Öcalan’a biçilen rol.
Burada söylemek istediğim şu; HDP’nin işlevi sivil siyasetin gelişmesine katkıdır. Sivil siyaseti, sivilleri hedef alan her türlü eyleme kimden gelirse gelsin karşı çıkmasıdır. PKK da buna dahildir.
Bu açıdan karşı karşıya olduğum siyaseti yok eden şiddetin kendisidir.
Şunu kabul edelim şiddet, devlet tarafından PKK mücadele yanında Kürt sorununu yok saymak için; PKK için de, devletle mücadele kadar Kürtler siyasi hareketi ve Kürtler üzerindeki gücünü konsolide etmek için kullanılmaktadır.
Burada öncelik, Kürtlerin hak ve özgülükleri ile sivillerin yaşam hakkı ile birlikte hak ve hukuklarının korunmasıdır.
Bu öncelik ise iki tarafa mesafe almayı gerekir. Bu sadece CHP ya da bir başka partinin çizgisi değildir ve bu hiçbir partinin tekelinde değildir.
Sonuçta, siviller ölürken, öldürülürken şiddete mesafe alınmasını hatırlatmanın nesi yanlış? Yanlışsa bunun alternatifi nedir? Şiddeti desteklemek mi?
Ben ölümü değil yaşamı savunmaktan yanayım.
ŞİDDET DEĞİL SİYASET
Tam da bu yüzden Kürtlerin hak ve özgürlüklerini silahla değil, Meclis’te yani sivil alanda çözüleceğini ve bu sürece katkı yapmanın daha önemli olduğunu ifade ediyorum. HDP’nin PKK’ya mesafe alması gerektiği görüşüm bu nedenledir. Çünkü şiddet ve silahın olduğu yerde sivil siyaset ve sivil alan kaybetmektedir.
Kürt sorununa bakışım da budur. Kürt sorunun çözümünün terör ve şiddetle hele hele sivillere yönelik şiddetle olacağına inanmadım ve inanmıyorum da. Eleştirel baktığım konu, sivil siyasetin –zorluğunun farkında olarak- şiddet konusunda kendisine alan açamaması.
Çünkü şiddet varsa siyaset yoktur. Ve siyaset, her türlü şiddete mesafe almaktır.
Bu yazılarla amacım HDP’ye ne yapması gerektiğini hele hele parti programını vs değiştirmesini söylemek değil tam tersine düşüncelerimi paylaşmaktı.
Kişisel olarak kimi yazdıklarımın doğrulanmamış olması, beni rahatsız etmiyor. Sonuçta ben "bilmiyorum" demeyi yıllar önce kabullenmiş ve "haddimi ve sınırımı bilmeyi" erdem olarak öğrenmiş biriyim.
Yok eğer siz "tarafsız" olarak yazdığınız her şeyin doğrulandığını iddia ediyorsanız, bu durumda unutmadıysanız aynaya daha dikkatli bakmanızda fayda vardır. Sonuçta birer fani olarak bizler hatalarımızla insanız.
ÖNCELİĞİM SİVİL SİYASET
Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullarda önceliğimiz sivil alanın genişletilmesi, siyasi alanın kendi alanının korumasıdır. Bunun dışında her öncelik lükstür.
Çözüm sivil alanın yani siyasi alanın genişletilmesinde. Ve bu alanın parçası olan tüm sivil bireylerin, siyasi partilerin bu alanın parçası olmasından yanayım.
Benim için önemli olan yazdıklarımdır. Aidiyet duyduğum siyasi parti ve kişiliğim değil.
Ve son olarak bir kimliğin salt mağdur edildiği için fetişleştirilmesinden, eleştirel dokunulmazlık kazanmasından yana değilim. Yoksa öz eleştiriden kaçmak için "her dönem ve konjonktürde" mazeret bulmaktan kolay şey yoktur.
Sonuçta ülkede Kürtler ve diğer ötekiler her dönem bir şekilde baskı altında. Bu baskı altında olma hali, kendine eleştirel bakmayı erteledikçe siyaseten işlevsizleşme kaçınılmaz oluyor. Yaşadığımız tam da bu.
Son olarak bu tartışmanın www.artigercek.com da sürmesi daha da anlamlı. Tartışmaya ihtiyacımız var, hem de çok. Yarın geç olmadan bunu yapmakta da fayda var. Ama tartışma adabıyla.
Not: İnci Hekimoğlu’nun yazısını geç fark ettim. Ama bir cevabı hak ettiği muhakkak. Bir sonraki yazıya artık.