Nurcan Kaya
Sivil toplumu bitirme ‘teklif’i
Geçtiğimiz hafta TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edilen "Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi" hâlâ gazetecilik yapmaya çalışan basın kuruluşları tarafından büyük oranda "derneklere kayyum atanabilir" mealinde başlıklarla haberleştirildi. 2016 yılından beri hayatımızda olan, haliyle okuyucunun dikkatini hemen celbedecek olan kayyumluk müessesesi üzerinden haberlerin yapılması anlaşılırdı. Lakin sivil toplum camiasını bekleyen tehlike, kurumlara kayyum atanmasından çok daha ciddi ve tehlikeli nitelikte.
Bu kanun teklifi, 28 Mart 2019 tarihinde BM Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen ‘Terörizmin Finansmanının Önlenmesi" konulu karara dayanıyor. Bu karar da 1999 yılında BM tarafından kabul edilen Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşmeye ve başka düzenlemelere dayanıyor. Bu BM kararına göre belirli bir terörist eylemle bağı kurulamasa bile terörist kişilere ya da gruplara finansal destek verenlerin cezalandırılması mümkün. Karar kabul edildiğinde, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü gibi sivil toplum kuruluşları kaygılarını dile getiren açıklamalar yaptılar. Bu açıklamalarda terörizmin uluslararası bir tanımı olmadığına dikkat çekip BM kararının devletlere terörizmi geniş bir şekilde tanımlama ve başta insani yardım kuruluşları olmak üzere insan hakları örgütlerinin çalışmalarını kriminalize etme fırsatı verebileceğini söylediler. Maalesef, haklı da çıktılar.
Geçen hafta TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edilen kanun teklifi tam olarak uluslararası insan hakları örgütlerinin korktuğu şeyin Türkiye’de gerçekleşmesi için atılan bir adım niteliğinde. Teklif ile Dernekler Kanununun yedi, dernek faaliyetlerini ilgilendiren Yardım Toplama Kanununun ise dört maddesi değiştiriliyor. Bu değişiklikler BM sözleşmesini de BM kararını da fersah fersah geride bırakıyor. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi (STGM) tarafından hazırlanan bir bilgi notunda bu teklifte yer alan, uluslararası hukuka ve Anayasaya aykırı olan, ayrıca sivil toplum çalışmalarını sınırlayacak olan düzenlemeler sıralanıyor. Bilgi notunu okumanızı tavsiye ederim. Evet dehşete kapılabilirsiniz, uykularınız kaçabilir ancak bu teklifin kanunlaşması halinde bunlardan çok daha kötü şeyler yaşayacağımız aşikâr.
Bu teklife göre:
- Hakkında terörle ilgili bir suçtan dolayı hüküm verilmiş olan kişiler süresiz olarak dernek ve vakıf yöneticisi olamayacaklar.
- Bazı dernekler ‘riskli’ olarak tanımlanacaklar ve herhangi bir kamu görevlisi tarafından, yani bu konuda uzman olmayan kişiler tarafından dahi, sıkı bir denetime tabi tutulacaklar.
- Malvarlığı değerlerini aklama suçlarından dolayı derneğin genel kurulu dışındaki organlarında görevli olanlar veya ilgili personel hakkında soruşturma başlatılması halinde bu kişiler veya bu kişilerin görev yaptığı organlar geçici bir tedbir olarak İçişleri Bakanlığı tarafından görevden uzaklaştırılabilecekler. Burada belirtilen tedbirin yeterli olmaması ve gecikmesinde sakınca bulunması durumunda İçişleri Bakanı, derneği geçici olarak faaliyetten alıkoyabilecek.
- Derneklere kayyum atanabilecek.
- Bu düzenlemeler yurtdışında bulunup Türkiye’de faaliyet yürüten tüm kuruluşlara da uygulanacak.
- Bu derneklerin ve onlar adına hareket eden kişilerin Türkiye’de bulunan malvarlıkları Cumhurbaşkanlığı kararıyla dondurulabilecek.
Uluslararası hukuka, Anayasaya hatta mevzuata aykırı pek çok başka düzenleme de içeren teklifin Meclis’ten geçmesi halinde sivil toplum kuruluşlarının faaliyet yürütemez hale gelecekleri; sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin ve çalışanlarının bugün olduğundan daha da fazla hapis riskiyle karşı karşıya kalacakları, hatta malvarlıklarına el konulabileceği ortada. KHK’lar ile kapatılan STK’lar, hapsedilen hak savunucuları, Büyükada davası, Osman Kavala’nın hapsedilmesi, barolara yönelik baskılar ve sınırlamalara rağmen sivil toplum mücadeleye devam etti; hatta toparlanmaya başladı bana kalırsa. Yeni dernekler kuruldu. Uluslararası insan hakları örgütleri Türkiye’ye yönelik çalışmalarını artırdılar. Fon kuruluşları sivil topluma yönelik özel hibe programları geliştirdiler. Yani ayakta durma mücadelesi içerden de dışarıdan da devam etti. Bana kalırsa bu teklifin gündeme gelmesinin sebebi de işte bu gelişmeler. Ve bu teklifte yer alan düzenlemeler yakın gelecekte özellikle uluslararası kurumların ve onların Türkiye’deki temsilciliklerinin veya çalışanlarının hedef alınacağını düşündürüyor.
İktidar bu teklif ile kendini, hatta geçmişte darbecilerin getirdiği yasakları da aştı. Amaç belli ki sivil toplum hayatını ve insan hakları savunuculuğunu tamamen durdurmak. Darbeciler ne sivil toplumu yok edebildiler, ne de insan hakları savunucularını susturabildiler. Bu iktidar da bunları başaramayacak elbette. Ancak hangi görüşten olursak olalım hep beraber etkili bir şekilde direnmezsek ve bu teklifin kanunlaşmasını engelleyemezsek çok büyük bir yara alacağımız, telafisi imkânsız ağır bedeller ödeyeceğimiz kesin.