Koray Düzgören
Sonuç: Türkiye Rojava’da kaybetti!
Sözün özü bu.
Erdoğan’ın ABD Başkanı Trumpla yaptığı görüşmeden nasıl bir sonuç çıkacak henüz bilmiyoruz. Ama ABD’ninYPG’ye ağır silah verme ve Rakka’yı Kürtlerle kurtarmakararını değiştirmeyeceği anlaşılıyor.
Bunun anlamı, Türkiye’nin Suriye’ye ilişkin bunca çabasına, harcadığı milyarlara, bu uğurda dökülen onca kana ve yitirilen canlara rağmen uyguladığı politikaların, taktiklerin, planların vb. çökmesidir.
Bu açıkçası Türkiye için bir yenilgidir.
Düşünün, en tepede, her sözü kanun, karar ve politika olarak kabul edilen bir yönetici yıllardır Suriye politikası diye bir tek amacını bütün dünyaya kabul ettirmeye çalışıyor.
O da maalesef şudur:
"Kürtler Suriye’nin kuzeyinde diğer halklarla birlikte kendilerini ilgilendiren bir yönetim oluşturamazlar ve kurulacak olan yeni Suriye’de kendi karar verdikleri bir yönetim biçimini kabul edip, kendi başlarına yaşayamazlar."
Bunun mantıklı bir izah tarzı da olmayınca kuşkusuz sonuç yukardaki başlık gibi oluyor.
Bu israrın mantıklı olmayan izah tarzları tabii var.
Kürtlerin Suriye’nin kuzeyinde diğer halklarla birlikte önce kendilerini DAİŞ’ten korumaya çalışmaları sonra da kurulacak yeni Suriye’de kendi geleceklerine karar vermek istemeleri Türkiye için bir bekaa sorunu oluşturuyormuş.
Türkiye’nin Milli Güvenlik Kurulu Suriye’nin güvenlik meselesine böyle bakıyor. Bu yaklaşım, Erdoğan liderliğindeki AKP’nin de canı gönülden savunduğu bir politika.
Tabii arka planda Esad’tan sonra Suriye’de Sunni cihadçı bir yönetim oluşmasını arzu ediyorlar. Böyle bir yönetimi kanatlarının altına alarak Ortadoğu’ya açılıp, hatta hakim olmak gibi bir ütopyaları da var!
Bu nedenle, irili ufaklı El Kaide’den, El Nusra’ya, DAİŞ’den, adı sürekli değişen onlarca Sünni cihadçı örgüte kadar bir yığın çete yıllardır destekleniyor. Ellerine silah, ceplerine paralar veriliyor.
Tabii esas mesele Kürtler.
Bu topraklarda 15-20 milyon Hristiyan olabilirdi
Aslında devletin, Osmanlının son döneminden bu yana benimsediği ve asla değiştirmeye yanaşmadığı konsepti bu. İslamcılık, Sunnilik, Türkçülük çerçevesinde oluşturulacak milli devlete uyum göstermeyen farklı halkların mümkünse asimilsayonu, olmazsa...
Bu amaç uğruna ülke toprakları içinde bulunan Hristiyan toplumlar soykırım uygulayarak, katliamlarla, katliam korkusuyla ve zorunlu göçlerle temizlendi.
Geçtiğimiz gün,belgesel romancı Kemal Yalçın azınlıklar üzerine konuşurken şu çarpıcı bilgiyi verdi:
" Eğer son yüz yılda Anadolu topraklarında soykırımlar, katliamlar, zorunlu göçler olmasaydı bugün 80 milyonluk nüfusun 15-20 milyonu Hristanlardan oluşacaktı. Bugün bu sayı 80 bini bile bulmamaktadır."
Bunun hem ekonomik hem de kültürel anlamda nasıl bir zenginlik olduğunu
söylemeye bile gerek yok. 94 yıl sonra, değişen dünya şartlarına rağmen hala aynı saplantılar ulusal güvenlik diye dayatılıyor.
Suriye Kürtleri insanca yaşayabilmek için bazı haklara sahip olursa sonra Türkiye Kürtleri de bunu istemez mi? Ya yol olursa?
İşte bunun için Türkiye Cumhuriyeti bunu engellemeyi kendisine ulusal politika olarak benimsemiş akan bir nehrin suyunu tersine çevirmeye çalışıyor.
Milli Güvenlik Kurulu’nda o devasa masanın etrafında oturan zevat şunu düşünemiyor mu çok merak ediyorum:
Türkiye Kürtleri de, Suriye Kürtleri de, diğer ülkelerdeki Kürtler de insan gibi yaşamak, evrensel hukukun eşit olarak uygulanmasını istemek ve kendilerine ilişkin konularda söz ve karar sahibi olmak istiyor.
Bu kadar basit. Bunu engellemeye yönelik politikalara çok doğal olarak itiraz ediyorlar. Sorunlar, çatışmalar, kavgalar, isyanlar ve savaşlar bu nedenle çıkıyor.
Türkiye 94 yıldır bunu engellemeye çalışıyor. Şimdi de sınırlarının ötesindeki Kürtlere de karışıp onları da engellemeyi amaçlıyor.(du)
Bunun için her şeyi yaptı. Hatta en yakın müttefiki ABD’ye, Obama döneminde kırmızı çizgiler çizdi. "Ya ben ya Kürtler" diye rest çekti.
ABD ise,"Seninle müttefikiz ama Suriye’de Kürtlerle olacağız" dedi.
Devlet ve Erdoğan pes etmedi. "Obama’yla olmadı,Trump gelsin görüşürüz, nasılsa ona kabul ettiririz" diye düşündü. Yine ettiremedi.
Böylece ne geride kırmızı çizgiler kaldı ne de Türkiye’nin bekaası için Kürtleri ezmek , yerle bir etmek imkanı...
Çünkü ABD sadece ağır silah vermiyor, son hava bombardımanından sonra Türkiye’nin Rojava’ya yönelik saldırılarını da engelliyor. Sadece ABD de değil. Ruslar da buna karşı ve Türkiye’ye izin vermiyor.
ABD Rakka’nın DAİŞ’den alınması için Kürtlerin ağırlıklı olarak yer aldığı Suriye Demokratik Güçleri ile işbirliği ve güçbirliği yapacağını çok açık bir şekilde ilan etti.
Bu durum "Ya biz ya Kürtler" diye dayatanTürkiye gibi bir ülke için onur kırıcı bir durum. Zaten bu konuda israr ve koskoca bir ülkenin, Kürtlerin kendilerini korumak için kurduğu gerilla örgütüyle kıyaslanmasını istemek başlı başına bir aymazlıktır.
Türkiye’yi bu duruma Kürt düşmanlığı ve kısır Türkü-İslam ümmetçiliği-milliyetçiliği getirmiştir.
Kürtlere ağır silah taktik bir adım değil
ABD’nin Kürtleri ağır silahlarla donatması hem Suriye iç savaşı açısından bir dönüm noktasıdır hem de Kürtlerin mücadeleleri açısından bir milat sayılabilir.
Hele son olarak ABD’nin, ağır silahların yanısıra gelişmiş tanksavar füzelerini de Kürtlere vereceğini açıklaması bu dönüm noktasının ötesinde bir anlam içermektedir.
Bu kararlar ve uygulamalar Kürtlerin artık bir gerilla gücü ile yetinmeyeceğini, düzenli bir ordulaşmaya yöneleceğini göstermektedir. Tank dahil, tanksavar ve hafif uçaksavar füzeleriyle donatılmış bir ordulaşmadan söz edilebilir.
Nitekim Rojava yönetimi askeri yetkilileri de bir süre önce savaşçı sayısını 100 binin üzerine çıkaracaklarını açıklamıştı.
Bu sayı, Suriye’de savaşan irili ufaklı çeteler, örgütler ve hatta Esad rejimi ordusu düşünüldüğünde önemli bir gücü ifade ediyor. Nitekim bu güç hem Kuzey Suriye’nin değişik cephelerinde hem de Güney’de Rakka çevresinde savaşabilme kabiliyetine sahip tek güç olarak görünüyor.
Özellikle Rakka’nın DAİŞ’ten alınmasından sonra böyle bir ordunun Suriye’nin yeniden yapılanmasında önemli bir rol oynayacağını söylemek yanlış olmayacak.
Dolayısıyla ABD’nin Kürtlere ve onlarla birlikte savaşan muhalif güçlere yönelik yatırımı taktiksel değil daha uzun vadeli stratejik bir yaklaşım gibi görünüyor.
Kürtlerin ABD ile ilişkileri bu çerçevede soru işaretleri taşıyabilir. ABD’nin Suriye ve Ortadoğu’ya ilişkin, gerisinde İsrail’in de yer aldığı planlarda Kürtlerin nasıl bir rol oynayacağı hep tartışılmıştır. Bu yine tartışılacaktır.
Bu konularda Rojava Kürtleri de hep şunu söylemektedir:
"ABD’nin ya da diğer güçlerin Suriye ve Ortadoğu’ya ilişkin değişik beklentileri ve senaryoları olabilir, ama bizim hedefimiz bellidir. Kuzey Suriye Federasyonu ve özerk Rojava kantonları ile Federal bir Suriye."
Son gelişmeler ve ABD’nin ağır silah destek programı Kürtleri Suriye’de çok önemli ve yeni Suriye’nin yapılanma sürecinde etkisi olacak bir güç haline getirecektir.
Eğer Türkiye bu son gelişmelerden bir ders çıkartıp Suriye Kürtleri ile bir diyaloga giremezse bu sürecin kaybedeni olacaktır.
Çünkü sonrası da gelecektir.
Suriye’de Kürtlerin etkin olması, belirleyici olması demek Türkiye’deki Kürtlerin de ülke sorunlarının çözümünde belirleyici olmaya haklarının olduğu anlamını taşır. Türkiye Kürtleri de Suriye’dekilerle aynı haklara kavuşmak isteyeceklerdir. Yönetimler zor kullanarak, şiddetle artık bunu engelleyemeyecektir.
Netice olarak Türkiye’nin Kürt sorunu çözülemezse hem Türkiye’de hem de Suriye’de istikrar sağlanamaz.
Türkiyenin Suriye Kürtleriyle bir diyaloga girmesi ise ancak demokratik bir anlayışın gelişmesi ile gerçekleşebilir.
Görüldüğü gibi sorun artık sınırötesi bir hal almıştır.
HDP Dışilişkilerden Sorumlu Eş Başkan Yardımcısı Hişyar Özsoy bunu şöyle ifade ediyor:
"Artık Türkiye’nin bir Kürt sorunu yok. Bir Kürt sorunu var, Türkiye artık onun parçası."
ABD’nin Kürtlere ağır silah verme kararına basit bir silah transferi diye bakanlar çok yanılır.