Eser Karakaş
Sorulamak
Evet sorulamak, yanlış yazmıyorum, sormak ya da sorgulamak değil, çok önemli bir kavram, anlatmaya çalışacağım.
Bu sorulamak kavramını geçenlerde duydum, çok sevdim, kanımca içinden geçtiğimiz dönemi çok iyi anlatan, çok önemli, basın tarihinde çığır açacak bir kelime.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD gezisi esnasında PBS kanalında sunucu Amna Nawaz ile bir söyleşi yaptı, ben ve çok sayıda insan da bu söyleşiyi izledi ama söyleşinin gidişatı, en azından kendi adıma söyleyebilirim, bir Türkiye vatandaşı olarak beni her açıdan çok üzdü.
Gayet düzgün başlayan söyleşide Cumhurbaşkanı Erdoğan, Nawaz’ın bazı sorularına sinirlendi ve kadın sunucuya “sen” diye hitap etmeye başladı, adeta azarladı kadını, bu çok sevimsiz manzaranın baş oyuncusunun Cumhurbaşkanımız olması da beni çok rahatsız etti.
Beni rahatsız eden tek şey sadece Erdoğan’ın bu tarzı değil idi, bu söyleşiyi izlerken Türkiye’de basının geldiği, getirildiği yer de bir kez daha çok sırıttı.
Tam da galiba aynı gün bir kanalda bu “Sorulamak” kelimesini işittim.
Bir soru sorarsınız, karşınızdaki kişi de bu soruyu cevaplar; “cevaplamak” diye bir fiil, bir kavram var dilimizde.
Ancak, “sorulamak” diye bir fiil, bir kavram yok, daha doğrusu yoktu, Erdoğan’ın son on senedir gazetecilerle yaptığı söyleşilere kadar.
Gazeteci, kelimenin gerçek anlamıyla bir gazeteci, siyasetçiye bir soru sorar, siyasetçi de bu soruya uygun bir cevap verir yani cevaplar, cevaplamak fiili var burada.
Yani önce soru gelir, sonra cevap.
Ama, normal koşullarda, normal ülkelerde, normal gazeteci-siyasetçi ilişkisinde tersi yoktur, olmaz, olamaz.
Başka bir ifadeyle de cevap sorudan önce gelemez.
TÜRKLERİN ÇAĞDAŞ MEDENİYETE BİR KATKISI!
Bizde ise durum biraz değişik, Erdoğan’ın Türkiye’de mucidi olduğu siyasetçi-başbakan-cumhurbaşkanı-gazeteci ilişkisinde önce cevap var, cevaba göre de soru var, başka bir ifade ile de cevap sorudan önce formüle ediliyor, cevap veri alınıyor ve bu veri cevaba göre de soru hazırlanıyor ya da bu yeni formüle göre cevap sorulanıyor.
Türklerin çağdaş medeniyete bir katkısı olmadığı iddia edilir, halt etmişler, biz “sorulamak” kavramını icad ederek basın tarihine, siyasetçi-gazeteci ilişkilerine, demokrasiye çok büyük bir katkı yaptık.
Bu katkıyı hala içselleştirememiş, hatta öğrenememiş gazeteciler var, onları da bu yeteneksizlikleri ile baş başa bırakmak lazım, en son örneklerinden birini de ABD’de, üstelik kar amacı gütmeyen bir televizyon kanalında Amna Nawaz’ın şahsında yaşadık.
Nawaz’ın ya Ankara’ya İleteşim Başkanlığı’na ya da İstanbul’a besleme basın kuruluşlarından birine gelip bir süre staj yapması lazım, “yaşam boyu öğrenme” süreci kavramı da zaten ABD çıkışlı bir kavram, neden olmasın.
Amna Nawaz bizim İletişim Başkanlığı’na söyleşi öncesi başvurup istenen cevapları almış olsa idi, yapması gereken sadece bu cevapları sorulamak olacak idi ve böylece gergin bir söyleşiye, üstelik Erdoğan ile, neden olmayacaktı.
Ha, böyle yapıp ABD basın camiasında, PBS bünyesinde mesleki prestij zafiyetine uğrardı diyorsanız Erdoğan’ın dostluğunu kazanmak bu mesleki prestijden daha mı az değerli yani?
Üstelik Pakistan kökenli olduğuna göre çok muhtemelen Müslüman bir kadın Nawaz, Saray’da “ABD ile basın ilişkileri” baş danışmanlığı görevini de kapardı.
Fırsat kaçırdı Amna Nawaz, “sorulamak” işini öğrenmek de işin bonusu olacaktı.
Eser Karakaş: Kadıköy Saint Joseph lisesi muzunu. 1978’de Boğaziçi Üniversitesi İİBF’den mezun oldu. Doktorasını 1985 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde yaptı. 1996’dan itibaren İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nde profesör olarak ders verdi. Bahçeşehir Üniversitesi İİBF’de Dekanlık yaptı. 2016 yılında 675 sayılı KHK ile ihraç edildi. 2008 yılından itibaren Strasbourg Üniversitesi Science Po’da misafir öğretim görevlisi olarak bulunuyor.