Armağan Kargılı

Armağan Kargılı

Soylu, Erdoğan’a ‘Dümeni ABD’ye kıramazsın’ mesajı mı verdi?

ABD’yi ağır dille suçlarken Rusya’dan hiç söz etmeyen Soylu muhtemelen Türkiye’nin Rusya tarafını seçmesinden yana olduğunu göstermeye çalıştı.

Süleyman Soylu’nun Habertürk’te katıldığı televizyon programına ilişkin herkes yazdı neredeyse. Ben yazmasam olmazdı. 

Konuşmasının bir bölümünü dış politikaya ayırmıştı. Suriye’den girdi, Karabağ, Doğu Akdeniz, Libya’da Türkiye’nin nasıl yerleştiğini hamasi bir dille anlattı. Karşısındakiler de sessizce dinlediler. 

Onların bu suskunluğunu izlerken aklıma, farenin ısırığı düşmez mi? 

Isırırlarken salgıladıkları bir sıvıyla uyuştururlarmış. Acı duymayan insan, okşandığını bile düşünebilir, mışıl mışıl uyumaya devam edermiş. Ancak uyandığında, burnunun ya da kulağının olmadığını fark ettiğinde farenin saldırısına uğradığını anlarmış. 

Küçükken, benden daha büyük olanların korkutmak için anlattıkları bu hikaye, benim çocukluk kabuslarımdan birisiydi, belki sizin de öyledir. Üstelik bunun doğru olduğunu öğrenmek daha da korkunçtu. Neyse ki bu olay başıma ne geldi, ne tanık oldum ne de çevremden duydum. 

Ama o yayında adeta bu anı canlı izliyordum. 

Uzun yıllardır gerçek üstü (post-truth) propagandayı kullanarak kamuoyu oluşturma konusunda uzmanlaşan AKP iktidarı mensupları, gerçekle bağlarını ne zaman kopardıklarını muhtemelen artık kendileri de unuttular. Karşılarında onları dinleyen üç beş kişi bulduklarında hep aynı ruh haliyle birbirinin benzeri ezberleri anlatıp duruyorlar. Söylediklerinin yalan olmasının bir önemi yok. Dinleyenlerin buna inanıp inanmadıklarının da öyle. Önemli olan karşılarında "yalan söylüyorsunuz" diyecek kimse olmasın yeter. 

Bir çeşit uyuşma ve uyuşturma hali yani. 

Süleyman Soylu’yu hiç tanımayan birisi bile televizyona çıktığında, bir suç örgütü lideri tarafından kimi itiraf kimi iddia olan bu denli ağır suçlamalar karşısında kendisini savunmak yerine saldıracağını, tehditler savuracağını bilmeliydi. Safça, yanıtını vermeyeceği sorular sormaktansa söyleyeceği yalanlara karşı hazırlıklı olmak gerekirdi. 

7 Haziran 1 Kasım süreci ile başladığı konuşmasında kime mesaj verdiği çok açık değil miydi? "İktidarın gerçek sahibi benim, ya benimlesiniz ya da anlatırım" şeklinde alıcısı belli olan tehditler savurdu. Türkiye’nin artık bir yol ayrımına gelen dış politikasında hangi yana dönmesi gerektiği konusunda da üstü kapalı işaretler verdi. Baştan söyledim, ben dış politika konusundaki sözlerine bakacağım. 

İlk ısırık için en çok işe yarayacak konuyu en başa koydu. ABD karşıtlığı. 

Öyle ya karşısında oturanların da nasılsa buna itirazı olmazdı. Esti savurdu "darbeci ABD"ye. "Bizim neslimiz hakikaten çok çekmiş bir nesil. Darbeler, yüzde 8 gecelik faizler, Amerika'dan parmak sallamalar gördük" dedi. 

Soru sorması beklenen kişilerden tek bir soru, moderatörden en ufak bir müdahale gelmedi. 

İsterseniz biz de ABD konusundan başlayalım. 

Cumhurbaşkanı, 15 Temmuz’da size darbe yapan ABD’den 100 gün boyunca telefon bekledi. "Ermenilere yapılanları soykırım olarak tanıyacağız" telefonu karşısında iktidarın tek kelime sesi bile çıkmadı. ABD’nin Dışişleri Bakanı Blinken hafta boyunca Ortadoğu’da İsrail ve Filistin liderleriyle görüştü, kilit ülkeler Ürdün ve Mısır’ı ziyaret etti. 

Türkiye’ye uğramadı bile. 

Onun yerine yardımcılarından birini, "teknik konuları görüşmek" üzere yolladı. O da tuttu, Saray temasları yerine sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle görüştü. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini eleştiren, insan hakları, cinsiyet eşitliği, kadınları ve kız çocuklarını güçlendirme, LGBTQI+ haklarının korunması üzerine tweet’ler atmasın mı? Hiç itiraz yükselmedi kimseden. 

Ondan tam da bir gün önce Cumhurbaşkanı, ABD’li iş insanlarına "Türkiye’de yeter ki yatırım yapın, her kolaylığı sağlarız" mesajını online görüşmelerle verdi. Dolar ve tüm döviz fiyatları almış başını giderken iktidarın hiç bir kanadından yine itiraz yükselmedi. 

Hani ABD karşıtıydınız? 

"Parasına hürmetimiz var" diyorsunuz yani. 

Uyuşturan salgı işe yaramış, karşınızdakiler sus pus. Devam o zaman...

"Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlü bir devlettir. Bunu klişe cümle olarak söylüyor değilim. Yaptıklarımız ortada. Doğu Akdeniz'de, Libya'da biz varız. Karabağ'da biz varız. Suriye'de biz varız. Kuzey Irak'ta biz varız. Bunların her biri Türkiye'nin rüyasında görüp de inanmayacağı adımlardır. 15 Temmuz'da ABD'nin, FETÖ'nün bize yaptıklarına karşı attığımız adımlardır" diye de eklediniz. 

Doğu Akdeniz’den başlayalım: 

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki gemileri çoktandır, iktidarın söylemiyle ifade edelim, çekildikleri limanlarda "bakımdalar". 

ABD, Yunanistan’la son günlerde biri Şubat sonunda, biri Mayıs başında ve birisi de bu hafta olmak üzere tatbikat üzerine tatbikat yapıyor. İktidarın yandaş gazetelerinden biri son tatbikatı, "ABD ve Yunan ordu mensupları Yunanistan’ın Batı Trakya bölgesinde, Türk nüfusun yoğun olduğu İskeçe şehrinin Petrohori mevkisinde ortak tatbikat yaptı" diye duyurdu. "Batı Trakya’da papazlı tatbikat!" diye de başlık attı. 

Üstelik bunlara rağmen Atina ile "istikşafi görüşmeler"e devam ediliyor, sonuncusu bu hafta yapıldı. 

Doğu Akdeniz’in neresine saklandı ki, iktidardan başka kimse Türkiye’yi artık orada görmüyor. 

Libya meselesine gelince; geçiş yönetiminin Dışişleri Bakanı Necla Menguş, canlı yayında Çavuşoğlu’na, "Toprağımızda yabancı asker istemiyoruz" dedi. Şimdi Libya’da kalabilmek için Türkiye, Avrupa’ya şirinlikler yapıyor. "Libya’dan Avrupa’ya göç akınını engelleriz, bunun için kurduğunuz Frontex’e destek oluruz, donanmamız şuracıkta bir yerde kalsın, o da olmazsa Libya’nın sahil güvenlik elemanlarını eğitiriz" diyerek göçmenler konusunda insan hakları sözleşmelerine aykırı uygulamalar sürdüren Avrupa ülkelerine mesaj üzerine mesaj yolluyor. 

Libya’da biz varız derken bunu mu demek istiyorsunuz? 

Karabağ meselesinde Rusya, Türkiye’yi tamamen devre dışı bıraktı, unuttunuz mu? 

Kurulan barış masasında oturmayı hayal eden Türkiye’yi o masaya yanaştırmadı bile, barış gücüne katılmasına izin vermedi, varılan anlaşmada Türkiye’nin esamesi bile okunmadı. 

Suriye’de diyorsunuz. Orada henüz hiç bir şey bitmiş değil, savaş sürüyor. 10 yıldır devam eden bu savaş nedeniyle Suriye’de, Türkiye’de, bölgede ve göçmen sorunları nedeniyle dünyada ağır bedeller ödeniyor. Ama özellikle de göçmenler ve bu konuda yürütülen yok sayma, "bir gün giderler nasılsa" gibi yanlış politikalar nedeniyle bu konuda en büyük bedeli Türkiye hem bugün hem de gelecekte ödeyecek. 

Bir de Rusya’ya verilen tavizlerle işgal ettiği Kürt bölgelerinde Türkiye’nin ne kadar kalıcı olacağı Rusya ilişkilerine bağlı. Kaldı ki yaşanan sorunlar nedeniyle Türkiye şimdiden o bölgede bataklığa saplanmış görünüyor.  Ayrıca bu işgal, Türkiye’deki Kürt sorununu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. 

Bu mudur başarı? 

Kuzey Irak meselesinde daha haftalar önce yaşanan Gare fiyaskosu ne çabuk unutuldu? 

1984’ten beri sürdürülen ve her seferinde başarı diye sunulan sınır ötesi operasyonlar 37 yıldır PKK’yi bitirmedi, Kürt sorunununun çözümüne katkısı da olmadı. 

Bedelini halkların ödediği bu operasyonları oya dönüştürme hayalinden ekmek yemeyecek bir hükümet gerekmiyor mu artık bu ülkeye? 

Dikkatimi çeken son bir nokta daha. ABD, Türkiye’nin S-400’lerden vazgeçmesi için baskıyı arttırıyor bugünlerde. Biden'ın hava kuvvetleri sekreterliği için aday gösterdiği Frank Kendall, ABD Senatosu’nun bu hafta yapılan görev onayı toplantısında Türkiye'den F-35 parçalarının alımının da durdurulması gerektiğini söyledi. 

ABD’nin Türkiye’yi "ya NATO ya Rusya" seçimine zorladığını artık herkes biliyor. 

ABD’yi suçlarken Rusya’dan hiç söz etmemeniz Türkiye’nin Rusya tarafında kalmaya devam etmesini istiyorsunuz diye yorumlanabilir mi? Erdoğan, ABD ile yeni bir başlangıç yapmak istediğini, bunun için de tavizler verebileceğini, Rusya ile yollarını aslında ayırmak istediğini ele güne ilan etti. Bütün o anti Amerikan hamasetine karşın Erdoğan, kendi iktidarını ABD desteği olmadan sürdürümeyeceğini çok önceden öğrendi. Boş Hazine kasası ile "Güçlü Türkiye" masalına kimseyi inandıramazsınız. 

Alttan emperyalist, yandan emperyalist, her nasıl tanımlıyorsanız tanımlayın, kısaca emperyalist olmanın yolunun, "gücünün kendinden menkul olması"ndan geçtiği gerçeğini hamasetle örtemezsiniz. Bir gün gelir kurduğunuz bütün bu savaş ağı, parça parça elinizde kalır. 

Hadi tamir edin edebilirseniz. 

Birilerinin savaş aparatı olarak sahada görev alırken, Suriye’de Amerika’yla dans edip Rusya’ya alan açarken, NATO’ya her tavizi verip bir yandan da Rusya’nın NATO’yu içeriden çökertmesinin yolunu yaparken, Filistin meselesini savunur görünüp İsrail’le ticareti genişletirken bunun bir gün sonunun geleceğini herkes biliyordu. Şimdi o gün geldi.  

Ülkenin bugünkü tek ihtiyacı hala barışa inananların kuracağı bir gelecek. 

Kulağı, burnu kopuk olanları bu mücadeleye katmadan önce bir dürtmekte, uyanık olup olmadıklarını kontrol etmekte büyük yarar var ama. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Armağan Kargılı Arşivi