Ümit Kardaş
Toplum ‘Leviathan’ı prangalayabilecek mi?
Toplum, çeşitli şekillerde ortaya çıkan çatışma alanlarındaki siyasal, toplumsal ve tarihi sorunları, uzlaşma kültürünü, siyasi temsili ve siyasi yöntemleri kullanarak çözmede başarı ve beceri gösterdiği durumlarda merkez-çevre ilişkisi demokratik bir çerçeveye oturabilir. O zaman ortaya demokratik-devlet, daha çok toplum ve birey-yurttaş çıkabilir.
Sorunların siyaset tarafından çözülemediği ve uzlaşmaya varılamadığı durumlarda ise toplumun karşısında egemen, baskıcı, korku salan, katı norm ve uygulamalarla özgürlükleri boğan despotik bir devlet vardır.
Değerli iktisatçı Daron Acemoğlu (Babası değerli hukukçu Kevork Acemoğlu- 1968’de öğrencisi olmakla ve oğluyla gurur duymaktayım.) ile siyaset bilimci ve ekonomist James A. Robinson’un birlikte yazdıkları “DAR KORİDOR- Devletler, Toplumlar ve Özgürlüğün Geleceği” isimli kitap bize özgürlüğü amaçlarken, devlet-toplum ilişkileri konusunda tekrar düşünmemizi sağlayan geniş bir perspektif sunuyor.
“Koridor” metaforu; özgürlüğün kazanımı yolunda devletin toplumun değişik kesimleriyle beraber yaşamayı ve çalışmayı öğrenmesi için yaşanan bir süreç olmasıyla ilgili olarak kullanılmış.
Kitap, devasa bürokrasisi, güçlü bir ordusu ve yasaları istediği gibi belirleme yetkisi olan bir devleti nasıl sınırlandırabilirsiniz? Kaotik bir dünyada daha fazla sorumluluk alması istenen devletin aynı zamanda zararsız ve denetlenebilir kalması nasıl sağlanabilir? Bölünüp parçalanmış toplumun birbirine düşmek yerine işbirliğine özendirilmesini nasıl mümkün kılabilirsiniz? sorularına cevap ararken bu şartları sağlamanın kolay olmaması nedeniyle koridorun “dar” olduğunu vurgulamakta.
ÖZGÜRLÜK TASARIM YOLUYLA İNŞA EDİLEMEZ
Kitaptaki önemli ayırım özgürlüğün farklı türdeki” Leviathan”ların evrimine bağlanması. Bir toplum etkin bir devlet olmadan mı (Namevcut Leviathan ) ya da despotik bir devletle mi yaşayacak “yoksa prangalanmış Leviathan’ın oluşmasına ve özgürlüğün zaman içerisinde serpilmesine yol açacak bir güç dengesi mi oluşturacak?”
Despotik devletlerin toplumsal alana tasallutuyla (saldırısıyla )yol açtığı korku ve baskı ile devletin ortadan kalkması sonucu meydana gelen şiddet ve güvencesizliğin arasında sıkışmak dar koridorda özgürlük arayışının başlangıç noktası.
Bu koridorda devlet ile toplum arasında sürekli ve her gün yenilenen mücadele sonucunda devlet toplumla işbirliğine gider ve yurttaşlarına hesap verebilir duruma gelirse despotik Leviathan (deniz canavarı-Eyüp kitabı Tanah –Kitab-ı Mukaddes-Thomas Hobbes) prangalanmış “Leviathan”a dönüşmüş olur.
Çoğunlukla despotik olan devleti prangalayabilmenin yolu baskı ve korku yaratan politikalarına karşı itiraz eden, gösteri ve yürüyüş hakkını kullanan, şiddet barındırmayan sivil itaatsizlik yöntemini kullanan zinde ve uyanık bir toplumun var olmasından geçer.
Toplumun hareketliliği, uyanıklığı ve kararlılığı zorunludur çünkü özgürlük tasarım yoluyla inşa edilemez ve güvence altına alınamaz. ( a.g.e sh.. 92 )
Kuşkusuz “Prangalanmış Leviathan”ı inşa etmek, korumak ve denetlemek tehlikelerle, istikrarsızlıklarla doludur ve sürekli bir çaba içinde olmayı gerektirir. Çünkü “Leviathan”ın iki yüzü vardır ve despotizm onun DNA’sındadır. ( a.g.e sh.49- 97 )Daha önceki yazılarımda belirtiğim gibi devlet, yüklendiği işlevler nedeniyle varlığını sürdürse de, toplumun tahakkümcü hiyerarşik yapılardan kurtulması ve devletçi önlem ve kanunların elden geçirilmesi gerekmekte..
Özgürlükçü bir yaklaşımla şeffaf yönetimler ve kurumlar oluşturulması ve devletin, birey karşısında güvenceye alınmasının aksine bireyin devletin müdahalesine karşı güvenceye kavuşturulması gerekir.
Devleti arındırmanın başka bir boyutu da belli inanç, düşünce ve ideolojileri yerleştirme yönündeki zihinsel yönlendiriciliğinden, baskısından ve toplum mühendisliğinden vazgeçirilmesi olmalı.
Türkiye’de askeri bürokrasinin ağırlığının olduğu dönemlerde bu dayatma, tekçi ideoloji doğrultusunda demokrasiyi içermeyen bir modernleştirmeyi ve Kemalist bir gençlik yetiştirmeyi hedefliyordu. Geldiğimiz noktada ise AKP iktidarı bu dayatmayı Türk- İslam ideolojisi doğrultusunda demokrasiyi içermeyen bir muhafazakarlığı ve dindar gençlik yetiştirmeyi hedefleyerek yapıyor.
Oysa rejim kendini sahih bir demokrasi ve meşru hukuk temelinde var etmeli. Hedeflenmesi gereken ise gençlerin araştırıcı, meraklı, yaratıcı, analitik ve eleştirel düşünebilen ve kendi dünya görüşünü oluşturabilen bir özgürlük ortamına kavuşturulması olmalı.
Devletin işlevlerinin yeniden tartışılarak, ”şiddete başvurmadan devlet şiddetten ne ölçüde arındırılabilir ?” sorusuna cevap ararken, devletçi anlayışa dayalı tahakküm yapılarının yıkılmasını öngören bir özgürlükçü talep gerekir. Bunun için de her alanı devletleştirmeye çalışan merkeziyetçi yaklaşımlara karşı çıkmak zorunluluğu bulunmakta.
ALTILI MASA’NIN EKSİKLİKLERİ
Merkezileştirme eğilimleri egemenliğin “otoriter iktidar” elinde toplanmasına neden olmakta, toplumlar militaristleştirilir ve silahlandırılırken otoriter yapıların güçlendirilmesine yönelik teknolojiler geliştirilmekte. Milliyetçi duygular kışkırtılarak aslında yabancılaştırıcı bir etki yaratan merkeziyetçilik korunmakta, bölgesel kültür farklılıklarının üstü örtülerek etnik ve dini azınlıklar üzerinde baskı yaratılmakta.
Devletin ehlileştirilerek toplumsallaştırılması ve işbirliğine razı edilmesiyle gelinecek nokta, bireyin kendi kendini belirlemesi ve toplumsal işbirliğine dayalı olarak kendi kendini yönetmesi olacak, böylece demokrasi özgürleştirici bir içerik kazanmış olacak.
Altılı masayı oluşturan muhalefetin eleştirilmesi gereken eksiklikleri şöyle özetlenebilir: Radikal bir devlet eleştirisinin yokluğu, adem-i merkeziyetçi bir özyönetim anlayışının olmayışı, uzlaşmaya açık bir merkeze ve kendi kendini örgütleyip düzenleme temeli üzerinde kurulu, işbirliğine yer veren bir topluma ilişkin tasavvurun bulunmayışı ve devlet eleştirisinin yanı sıra ekonomik ve sosyal alanı da kapsayan tahakküm sorunlarını eleştiren bir yaklaşımın düşünülmemesi.
Muhalefetin korku ve şiddet ortamının yarattığı toplumsal ve siyasi gerilimi azaltmak, iktidarın terörü kullanarak özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik hamlelerini bertaraf etmek üzere HDP ile devletin despotik eğilimlerden caydırılması yönünde uzlaşı, dayanışma ve işbirliği içine girmesi, özyönetimci ve özgürlüklerden yana bir tavır alması gerekmekte.
Bunun için de radikal bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç var. Yani devlete mevcut düşüncelerin dışından, “devlet dışı” düşünce dinamiklerinden bakmak zorunlu.
Ömer Faruk, “Devlet dışı” düşüncenin dinamikleri üzerine kaleme alınmış kolektif bir çalışmanın editörlüğünü yaparken Deleuze - Guattari perspektifinden devlete dışarıdan şöyle bakıyor:
“Silahı tasarlayan ve yapan düşünsel kuvvetle (etkin) silahı kullananın düşünsel kuvveti (tepkisel) farklıdır. Silahı yapan bilgisayarı, atom bombasını ve telefonu da yapmış; gücünü bedenlere sindirebilmek ve diğer insanların da katılımını sağlayabilmek için üniversiteleri, televizyonları ve gazeteleri kurmuş; banka ve borsa gibi dünya çapında finans örgütlenmeleriyle yaygınlığını artırmıştır. İki devlet kuvvetinin savaşmasından devlet dışı bir sonuç çıkmaz. Bir devlet kuvvetinin daha çok mağdur olması onun devletsi özelliğini azaltmaz; mağdur devletin ulaşabileceği en iyi sonuç başka bir devlettir. Devlet düşüncesinin nitelikleri üzerinde düşünmeden “devlet-dışı” bir pratik yapılamaz.”
Muhafazakar dindar kesimin “devlet dışı düşünce” geliştiremediği ve merkezde otoriter devletçi yapılara teslim olduğu, solun ise despotik devletin ideolojik aygıtı olarak geliştiği ve atalet halinde olduğu görülmekte.
Siyasetçilerin, bilim insanlarının ve entelektüellerin “devlet-dışı düşünce” zaviyesinden bakarak her alandaki tahakkümcü yapıları geriletecek öneriler getiren bir temelde tartışmalar yapması ve yeni fikirler üretmesi gerekmekte.
Kurumlarıyla birlikte hesap vermeyen, toplumdaki gerilim hatları üzerinden korku, şiddet ve kaygı yaratan, hak ve özgürlüklerin hukuk güvenliği altında kullanılmasını sağlayacağı yerde bunları kullanılamaz hale getiren devleti, toplum ehlileştirip işbirliğine razı ederek kendisine hizmet verecek şekilde inşa edebilecek mi ?
Ümit Kardaş: 1971'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1975 yılında askeri hakim, 1985 yılında hukuk doktoru oldu. Çeşitli yerlerde savcılık, hakimlik ve adli müşavirlik yaptı. 1995 yılında emekli olup, serbest avukatlığa başladı. Çeşitli dergi, gazete ve kitaplarda yazıları yayınlandı. Halen internet gazeteleri Artı Gerçek ve Son Medya’da yazmaya devam ediyor. Bülent Tanör eser yarışmasında birincilik ödülü alan "Türkiye'nin Demokratikleşmesinde Öncelikler" isimli çalışması 2004 yılında yayınlandı. "Hukuk Devlete Sızabilir mi?", "Ötekiler İçin Sivil İtaatsizlik Rehberi", "Demokrasi ve Hukuk Krizi, "Zulüm Özür Uzlaşı", Kardaş’ın yayınlanmış kitaplarından bazıları.