Toprakları ayırdığınıza göre ötesini de konuşalım o zaman

O zaman devam edelim, madem  “sizin topraklarınız” ve “onların toprakları” var, toprakları olanın sınırı, sınırı olanın yönetimi de olur.

 "Buraya Kürdü, Aleviyi, Ermeniyi gömdürtmeyiz! Gömerseniz de çıkartır parçalarız!" diye bağırdılar. O sırada İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu aradım, ‘durum çok vahim’ dedim. Ancak önce 20-30 kişi olan saldırganların sayısı 100’e çıktı. Takviye polis gelmedi. Saldırganlar polislere adıyla ve ‘… ağabey’ diye hitap ediyorlar; ‘…Ağabey sen de bizim sağa gel’ diye bağırıyorlardı. Bir Kürdün, bir Alevinin, bir Ermeninin bu topraklarda gömülmeye hakkı yok mu?"

Olayı anlatan HDP’li Sırrı Sakık.  Eski HDP milletvekili Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un vasiyeti üzerine Ankara İncek mezarlığına defnedilmek istenmesi üzerine yaşananların tanıklarından.

Saldırgan bir güruhun, traktörler, bıçaklar, görünen görünmeyen silahlarla, bir ölüyü mezardan çıkarıp parçalamakla tehdit etme ve cenazenin acılı yakınlarını polis gözetiminde kuşatıp linç etme girişimi, sözü edilen olay.

Bizim dindar-muhafazakâr, milli ve yerli, değerler eğitiminden geçmiş ‘büyüklerimiz’ , onların sadık köleleri pek kınadılar, hiç yakıştıramadılar.

Bu topraklar ilk kez böyle bir saldırıya tanık olmuş meğer!

Yahudi ve Ermeni mezarlıklarının üstüne yapılan inşaatlar, Kürt gençlerinin mezarlıklarına yapılan saldırılar, Sur’da molozların arasında kaybedilen insan bedenleri, daha yeni utançla hatırladığımız 6-7 Eylül’de mezarlarından çıkarılıp bıçaklanan azınlık cenazeleri falan bu ülkede olmadı!

Ve de hiç biri örgütlü, karanlık odaklardan icazetli, bir stratejinin parçası değil; alkollü, meczup ya da kendini bilmez bir güruhun münferit işleriydi.

O zaman bir yenisine ve daha alçakçasına kadar herkes yerine dönebilir, öyle mi?

Tek tek bakarsak; saldırgan güruhla polis o kadar kanka ki, ellerinde bıçaklarla çevirdikleri bir grubu linç etmeye kalkışırken, polisle de muhabbet ediyorlar.

Cenaze sahiplerini linç etmek, sonra da kayıplara karışmak için gerekli sürenin iki katı bir sürede saldırganlara müdahale ediliyor. Şöyle de denebilir,  cenazeyi mezardan çıkarttıracak ve HDP’lileri yeterince rencide edecek süre geçtikten sonra…

HDP’liler yarım saat, kırkbeş dakika İçişleri Bakanı, vali, emniyet müdürüne falan ulaşmaya çalışıyor ama yine tesadüfen hiç biri telefona yanıt verebilecek durumda değiller! 

Olay istenilen olgunluğa eriştikten, tam 2 buçuk saat kadar süre geçtikten sonra İçişleri Bakanı Soylu ‘intikal’ edip, duruma el koyuyor. İspatı, saldırganlardan biriyle karakolda çekilmiş mütebessim fotoğrafları.

Şimdilik fonda Türk Bayrağı yok ama peşi sıra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Jülide Sarıeroğlu, AKP Ankara milletvekili Ahmet Gündoğdu ve son olarak Bilal Erdoğan’la da fotoğrafları çıktığına göre o da olur ileride.

Savcılıktan gelen bilgilere göreyse, şüpheliler hakkında 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Yasası’na muhalefetten işlem yapılmış. Saldırganların "nefret suçu", "öldürmeye teşebbüs", "örgütlü saldırı", "ibadethane ve mezarlıklara saldırı" gibi TCK’da düzenlenmiş yasa maddelerinden de yargılanmayacağı anlaşılıyor. Hatta tersine saldırganların, "terörist cenazesi sandık", "Sırrı Süreyya Önder bize küfür etti" şeklindeki ifadelerinin "haksız tahrik" için gerekçe bile olabileceği yorumları yapılıyor.

Yani büyük ihtimal ön kapıdan girip arka kapıdan çıkacaklar.

Nitekim öyle oldu.

Bu da çok bildik değil mi?

Bu amatör ‘olay yeri zaptı’, adeta bir seri katilin ardında bıraktığı tüm delilleri barındırıyor.

En az olay kadar vahim bir başka boyut da saldırganların "Buraya Kürdü, Aleviyi, Ermeniyi gömdürtmeyiz" sözlerinin anlamı.

Bir kesim "milli ve yerli’ güruh toprakları çoktan bölmüş, ayırmış.

Bu "milli ve yerli" güruhun başkanı da aynı fikirde ki "Onlara uçak tahsis edelim, kendi topraklarınıza gömün, dedim" diye açıklama yapıyor.

‘Başkan’ telaffuz ettiğine göre ben de rahatça devam edebilirim.

Demek "Kürdün,  Alevinin,  Ermeninin bu topraklarda gömülmeye hakkı yok", ama "onlar", "kendi topraklarında" gömülebilir.

O zaman devam edelim, madem  "sizin topraklarınız" ve "onların toprakları" var, toprakları olanın sınırı, sınırı olanın yönetimi de olur.

"Onların" ve "sizin topraklarınızda" nasıl bir yönetim olacak, bunu da konuşalım mı?

‘Sümme hâşâ’ değil mi?

Peki o zaman, açık faşizmin yukarıdan- aşağıdan saldırıya geçtiği bu tarihi günlerde,  ‘seri katil’in bir başka cinayete hazırlanmakta olduğundan bahsedelim.

CHP milletvekili, insan hakları savunucusu Sezgin Tanrıkulu’nun yaşamsal risk altında olduğundan başkan ve adamlarının haberi vardır değil mi?

Mutlaka vardır, hele ki TİT yeniden sahneye çıktıysa !

TİT yani Türk İntikam Tugayı, 70’li yıllarda devletle doğrudan bağlantılı bütün suikast ve katliamlarda ortaya çıkar, sonra kaybolurdu.   

90’lı yıllarda yine bir başka insan hakları savunucusu, Akın Birdal’a düzenlenen suikastla sahnedeydi.

Epeydir sesi çıkmıyordu. Anlaşılan ‘ihtiyaca binaen’, bu kez yanına bir ortak da verilerek sahneye sürüldü.  "Türkiye Halk Savaşı" adlı bir hesaptan atılan tweet’te, Sezgin Tanrıkulu’nun  TİT’le birlikte yapılacak eylemle cezalandırılacağı duyuruldu.

Sezgin Tanrıkulu’nu boğma teliyle infaz etme tehdidinde bulunanı ise TİT falan zannetmeyin. Kendisi bir öğretim üyesi, hem de hukuk fakültesinde.

Konuyla alakası yok ama bir başka öğretim üyesi de metroda bir kadını taciz etmekten karakolluk oldu.

Aslında hepsinin birbiriyle çok alakası var.

"Barış" dedikleri için hapis yatan ve işsiz bırakılan akademisyenlerin yerini, mezara saldıranlardan pek farkı olmayan, tacizci akademisyenlerin aldığı bir ülkede TİT’e bile gerek yok.

Eski Türkiye’de hukuk dışı yapılanmaların işledikleri suçlardan utanç duyulduğu için, yargılanma korkusuyla veya toplumsal tepki nedeniyle gizli yapılanmalara ihtiyaç duyulurdu.

Yeni Türkiye’de ise şeffaflık hakim.

O nedenle rahatça şeffaf faşizm dönemi diyebiliriz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi