Eser Karakaş
Türk milliyetçileri, AKP bakanları, Danıştay ve iş kazaları
Türkiye çok büyük sorunlarla boğuşuyor, bu sorunları burada tekrarlamayacağım, zaten aklı başında, ahlâklı herkesin malûmu.
Bu muazzam sorunlar yumağının muhtemelen bir ortak paydası, neş’et ettiği bir yer var.
Bu ortak payda da yine muhtemelen, ama çok güçlü bir ihtimalle, kalite sorunu.
Bu yazıda size bu hafta gazetelerden rastgele seçtiğim bazı kalite örneklerini ama gerçekten ürkütücü örnekleri sunacağım.
Bu örnekler daha ziyade iktidar bloğu tarafından.
MHP, BBP gibi sözde muhalefet partileri, maalesef yüksek yargıdan bazı mümtaz şahsiyetler hep bu bloğun mensupları.
696 sayılı KHK’ya yoğun eleştiriler geldi, çok normaldir iktidar sözcüleri KHK’yı savundular, başka ne yapsınlar ama sözde muhalefet partilerinin 696/121’e sahiplenmeleri, meselenin hukuki/siyasi boyutunu bir kenara bırakıyorum, üslup açısından çok ilgi çekici idi.
Sözde muhalefet partisi, sözde türk milliyetçisi (yazımın sonunda neden sözde türk milliyetçisi dediğimi açıklayacağım) MHP (Sayın Devlet Bahçeli) bakın ne demiş bu konuda: Bu KHK’dan (696/121) gocunanlar FETÖ’nün kurşun askerleridir.
Devlet Bahçeli böyle der de Büyük Birlik Partisi Genel Başkan yardımcısı ne demez ki: (Basından kes/kopyala ile aktarıyorum) "Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Gürhan, Bakanlar Kurulu tarafından olağanüstü hal (OHAL) kapsamında çıkartılan iki yeni Kanun Hükmünde Kararname'ye (KHK) tepki gösterenlere ilişkin "KHK'lere ilk tepki gösterenlerin terörü destekleyen ya da bağlantılı grup ve siyasi parti görünümündeki PKK taşeronları olduğu unutulmamalıdır" yorumunda bulundu."
İşte size türk milliyetçiliğinin sözcülüğünü yapan hatta senelerdir bu kavramın tekelini elinde bulunduran iki partinin en üst düzeylerinden konuya ilişkin iki yorum.
İyi ki, milliyetçi ya da türk milliyetçisi filan değilim, bu kaliteden gerçekten çok utanırdım.
Ortada hukuki bir mesele var, bir-iki kelimenin zaman kapsayıcılığının ne olduğu tartışılıyor (696/121), bence konu ve amaç çok açık ama yine de görüşlerin farklılığına saygı göstermek gerekebilir ama bu tartışma hukuk içinde ve meşru siyasi zeminde kaldığı sürece.
MHP ve BBP’ne göre şayet 696/121’i eleştiriyor iseniz ya FETÖ’cüsünüz ya da PKK’lı.
80 öncesinden çok iyi tanıdığımız türk milliyetçiliğinin bu çatı partileri bile bu düzeysizliği kanımca hakketmiyorlar.
Gelelim sözde muhalefet partilerinden iktidar partisinin tepelerine.
Bir zamanlar tanışmış dahi olduğum Sayın Cevdet Yılmaz da şöyle buyurmuş: (yine basından kes-kopyala yapıyorum) "AKP Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Yılmaz, 696 sayılı KHK ile 15 Temmuz ve sonrasındaki darbe teşebbüsü ve terör olaylarının bastırılmasında rol alan sivillere yargı muafiyeti getirilmesine ilişkin "Terör bağlantısı olmayan vatandaşlar endişe etmesin" dedi."
İnsanın inanası gelmiyor doğrusu bu ifadelere.
Hele Cevdet Yılmaz’ı tanımış iseniz.
Peki ya terör bağlantısı varsa ya da öyle iddia ediliyor ise.
15 Temmuz 2016’dan günümüze en azından yüz bin kişi KHK’larla kamu hizmetinden bir terör örgütü ile iltisaklı oldukları gerekçesi ile atıldılar.
Bu iltisak ve beraberinde 696/121 acaba kimlere bu KHK mağdurlarına sokak ortasında saldırma, dövme hak ve yetkisi ve akabinde de cezasızlık getiriyor?
Sayın Cevdet Yılmaz (AKP) bu söylediğinin ne kadar korkunç sonuçlar doğurabileceğini hiç düşünmüyor mu acaba?
Bir bakan analiz, yorum kalitesini bu kadar aşağıya çekebilir mi acaba normal bir ülkede?
Gelelim yüksek yargıya.
MİT Müsteşarı Sayın Hakan Fidan’ın Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nda MGK kararı olmaksızın son atanmasına ilişkin bir dava vardı, oylamada çoğunlukla ortada bir usul hatası olduğu kararı bağlanmış idi, itiraz vuku buldu ve şimdi ismini vermek istemeyeceğim bir Danıştay üyesi büyük tefekkürler sonucu oyunu değiştirdi ve böylece Sayın Hakan Fidan’ın atanması kağıda uydu.
Mesele esasa da taalluk eden bir konu değil idi, bir Danıştay üyesi neden ve nasıl oyunu değiştirir, anlamak çok kolay değildir.
Danıştay üyesinin hukukçu olmadığını da belirtelim bu arada.
Türkiye’yi esir alan genel ve temel konu, ne olduğunu biliyorsunuz, en ağır biçimiyle en yüksek yargıda da kendini gösteriyor.
Konuyu sadece iktidar ve çevresindeki yargı mensupları ile de sınırlı tutmamak lazım.
CHP Genel Başkanı hukuki statüsü konusunda pek ilgili ve bilgili olmadığı bazı Ege kayalıkları ile ilgili olarak "2019’da iktidara geldiğimizde ilk işim bu adaları almak olacak" diyebiliyor, Türkiye’nin sanki başka meselesi yokmuş gibi.
Türkiye genel bir dibe vurma meselesini tüm boyutlarıyla yaşıyor galiba.
Sıra geldi dibe vurmanın en vahim boyutuna ve bizim sözde türk milliyetçilerinin görmezden geldikleri konuya.
2017 senesinde yaklaşık iki bin işçimiz iş kazalarında hayatını kaybetti.
Günde yaklaşık altı işçiye tekabül ediyor.
Korkunç bir durum, tam bir ülke utancı, ölenler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı işçiler ama bizim sözde türk milliyetçileri bu konuyla ilgilenmiyorlar bile.
Onların muhtemelen ilgilenecek daha önemli konuları var gündemlerinde.
İktidarın sosyal güvenlik bakanı da bu konunun vahametini gündeme getirmiyor.
Daha da ilginci CHP de bu konuyla mesela Ege adalarıyla ilgilendiği kadar ilgilenmiyor.
2000’li yılların ilk on senesinde iş kazalarında ölenlerin ortalaması günde üç işçi iken şimdi bu korkunç sayı, aslında sayı demek de ayıp, beşe, altıya çıktı.
Türkiye’nin gerilemesinin daha somut bir göstergesi var mıdır, bilemiyorum.