Savaş Kılıç
Türkçenin yaşama şansı var mı?
Olabilir. Bilmiyorum. Belki. Yani bize de bağlı biraz.
Dil reformu bittiğine göre bir bilançosunun çıkarılması iyi olur(du). Örneğin reform sonucunda Türkçede ne kadar yeni (ya da yenilenmiş) kelime kullanılır oldu; tersinden de bakarsak Osmanlıca denen ne kadar kelime kullanımdan düştü? Kaybedilen nüansların iyi kötü bir tablosu çıkarılabilir mi? Kazanımların durumu nedir?
Tabii, meseleye kelime düzeyinde bakmakla yetinmemek, ekler ve sözdizimi düzeyinde de gelişmeleri ele almak iyi olur(du). Örneğin hangi eklerle yapılan türetimler daha çok tuttu, hangileri daha çok yadırgandı? Hangi eklere yeniden işleklik kazandırılabildi? Cümle tiplerimiz değişti mi?
Bu ve benzeri sorulara cevap verebilmek sadece tarihsel bir olguyu değerlendirmek için değil, bugün ve yarın için de bir anlam ifade eder(di). Bu tür çalışmalar hiç yok değil, ama benim bildiklerimin sayısı az. Örneğin dilbilimci Ömer Demircan bir araştırmasında yetenek gibi -anak/-enek ekiyle türetilenlerin daha çok tuttuğunu yazmıştı.
Resmi İkameli Türkçe (RİT) Lügati dil reformuna karşı cepheden, muhafazakâr bakış açısından yazılmış bir çalışma. Neredeyse her türlü yeni kelimeye ve kullanıma tahammülsüz görünen bu çalışmanın dil ideolojisini analiz etmek, eleştirmek, o arada neolojizm düşmanlığının haklı olduğu noktaları da teslim etmek güzel olurdu. Ama bugünkü konum bu değil.
Titiz bir döküm olan RİT Lügati’nde, yazar sayı vermemiş, tahminince 2500 kadar madde başı var. Bunlar resmi kurumlar eliyle dolaşıma sokulanlar; büyük kısmı neolojizm, bir kısmı ise yeniden kullanıma sokulmuş eskicil ya da halk ağzına ait kelimeler. Yazarların, çevirmenlerin kullandığı, nispeten dar bir çevrenin yazı diline özgü kalmış bir bu kadar kelime daha olduğunu varsayalım; eder 5000 kelime. 1930’lardan ‘90’lara dek süren faaliyetin verimi aşağı yukarı bu kadar. Fena mı? Hiç değil. Ama tabloyu daha iyi değerlendirebilmek için son 50, özellikle de 20 yılda İngilizceden geçen kelimelerin sayısını bilmek de iyi olurdu. Hani mümkün olsa, önümüzdeki 50 yılda geçecekleri öngörmek de. (Bu noktada iki çekincemi ekleyeyim: Birincisi, Türkçeye başka dillerden kelime geçmesine kökten karşı bir pozisyondan yazmıyorum. İkincisi, dillerin anlatım kabiliyetlerinin kelime sayısıyla ölçülmesi gibi bir fikre bağlı değilim. Söylediklerimin bu iki düşünceye atıfla anlaşılmayacağını umuyorum.)
Şu anda Türkçe gibi herhalde birçok başka dil de İngilizcenin, sadece kelimelerinin değil, deyimlerinin hatta söyleyiş tarzının akınına uğruyor: Bir sel var ve bahçemizde su baskınına set çekmek pek kolay değil. Bu durumu aslında Osmanlı yazı dilinin uğradığı baskına benzetebiliriz. Osmanlılar, 15. yüzyılın ortalarından itibaren, İslam uygarlığının dairesine iyice yerleşince, yazı dilleri inanılmaz bir Arapça-Farsça devşirme yoğunluğuna ulaşmıştı. O zaman da sadece kelimeler devşirilmemiş, önce yüksek kültüre, ardından da halk edebiyatına ait denebilecek yazı türlerinde bol miktarda Arapça-Farsça deyim, kalıp, yapı kullanılır olmuştu (hâlâ izleri var bunun, mesela günbegün gibi kuruluşlarda). Bugünkü muhafazakârlar, kendilerini o uygarlık çerçevesine mensup saydıkları için, bunda bir beis görmüyorlar. Buna karşılık bir dönem Fransızcadan, son zamanlardaysa İngilizceden geçen kelime ve kullanımlara ise karşı çıkmak gerektiği fikri aynı çevrelerde vardı(r).
Bahtlarına küssünler: Bugün yeni bir Osmanlıca şekilleniyor, ama birtakım farklarla. Örneğin günümüzde örgün öğrenim Osmanlı’dakine kıyasla toplumun daha büyük bir kısmına ulaşıyor ve İngilizcenin kapsamı her geçen gün genişliyor. İngilizce hazırlık eğitiminin ölçeğinin değiştirilmesiyle vs bu akının önü kesilemedi, kesilemez; çünkü yine Osmanlı toplumundan farklı olarak bugün –sanal âlem dahil olmak üzere– her türlü kitle iletişim aracının kültür üstünde büyük etkisi var. Ve, demin de değindiğim üzere, bir tek Türkçenin başına gelmiyor bu, başka diller de belki aynı ölçüde belki daha da fazla aynı tesire maruz kalıyor.
Son olarak şu fark eklenebilir: Osmanlıca her şeyden önce bir yazı diliydi, yani Osmanlıların kullandığı karma dil, yazının dışına çıktığında, zayıflıyordu. Bugünse yazı dili İngilizceleşmeye direniyor, en azından kitaplarda. Bu direnişi de, hoşumuza gitsin gitmesin, dil reformunun etkisine bağlayabiliriz: Ulusal kimlikle dil arasında bir şekilde ilişki kurmayı biz okumuşlar çoğunlukla öyle ya da böyle benimsediğimiz için yazı dilini korumaya çalışıyoruz. Yazı dili kendi kendini korurken Osmanlıca ve Öztürkçe miraslarından birlikte yararlanıyor. İşin doğrusu, yaşamak istiyorsa başka çaresi de yok.
İddialaşmayı severim, öngörüde bulunmak, tahminlerimin doğru çıkıp çıkmadığına bakmak vs hoşuma gider. Ama Türkçenin geleceğini öngörmek çok zor bir bahse tutuşmak olacak. Sonuçları görmeye ömrüm yetmeyebilir, gönlümden geçenler de tahminlerimle aynı yönde değil. Yine de gidişata bakılırsa Türkçe konuşma dilinin en az ikiye bölüneceğini, İngilizce bilenlerinki ile bilmeyenlerinki diye ayrılacağını tahmin ediyorum. Yazı dilininse bir süre daha kendini savunacağını, ama sonrasında iki ayrı söylem düzeyi değil düpedüz iki ayrı yazı dili olacağını tahmin ediyorum: Türkçe yazmayı (iyi) bilenler ile hiç bilmeyip doğrudan İngilizce ya da Küreselce (Globish) yazanlar ayrılacak. Peki bizim “mandarin”lerimiz hangileri olacak? Resmi politikalara da bağlı olmakla birlikte, küreselleşmeye direnmek çok zor olduğundan, muhtemelen ikinciler. Ne diyelim Türkçeyi sevenlere? Başınız sağ olsun?
Savaş Kılıç: 1975'te doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı ve dilbilim eğitimi gördü. İngilizce ve Fransızcadan çevirileri, çeşitli dergi ve kitaplarda yayımlanmış yazıları var. Metis Yayınları'nda editör olarak çalışıyor.