Hamide Rencüzoğulları
Türkiye’nin Libya çıkmazı
AKP’nin desteklediği UMH milislerinin elde ettikleri askeri kazanımlar, Türkiye’nin alan genişletmesine ve yeni stratejik hedefler belirlemesine neden oldu. Bu kazanım aynı zamanda ABD’nin de desteğini sağladı. Böylesi bir zafer sarhoşluğuyla Türkiye, Sirte ve Cufra gibi iki önemli üssü kırmızı çizgi olarak ilan etti. Bunun üzerine Tobruk Temsilciler Meclisi de, bu iki merkezi kırmızı çizgi ilan etti ve Türkiye’nin ilerleyişini durdurması için Mısır Ordusuna müdahale yetkisi verdi. Mısır parlamentosu da, Mısır silahlı kuvvetlerinin Libya sınırlarında hava-kara ve deniz operasyoları gerçekleştirme iznini onayladı. Bu andan itibaren Sirte ve Cufra artık Mısır’ın da kırmızı çizgileri haline geldiler ve Türkiye herhangi bir hamleye yeltenirse, karşısında Mısır ordusunu bulacak.
Bu andan itibaren hep sorulan soru şu oldu: Türkiye, Mısırla doğrudan bir savaşı göze alır mı? Analistlere göre, eğer ABD’nin "tereddütsüz" desteğini arkasına alabilirse, o zaman AKP böyle bir çatışma için gözünü karartabilir. Fakat yerel dengeleri gözeten ABD, şu ana kadar Türkiye’yi bu savaş için cesaretlendirmekten başka herhangi bir açık tutum sergilemedi. Öyleyse Mısır’la bir savaşın eşiğine gelindiği bir durumda Türkiye nasıl bir adım atabilir? Afrika haber Portalı Afrigat News’in yayımladığı analize göre; Türkiye hükümetinin, Sirte ve Cufra konusunda kararlılık ilan etse de, harekete geçmek için aşması gereken birden çok engeli var. Analize göre bu engeller şunlardır:
Türkiye’nin böyle bir savaşa girmeye cesaret edemeyeceği birinci ve en önemli engel, Türkiye’nin deniz aşırı bir mesafede bulunmasına karşın Mısır’ın Libya ile sınır komşusu olmasıdır. Bu uzaklık, Türkiye için büyük bir dezavantaj olarak görülüyor. Çünkü Mısır ordusunun hava-kara ve denizden birkaç dakika içerisinde takviye sağlama olanağı varken, Türkiye sadece deniz ve hava yoluyla sevkiyat yapma olanağına sahiptir ve üstelik silah ambargosunun uygulanması için kurulan İRİNİ operasyonunun da sıkı gözetimi altındadır. Bu yüzden hem hareket alanı sınırlıdır hem de fırsat bulsa bile, askeri takviye ulaştırması günler alabilir.
İkinci engel, Türkiye’nin uluslararası izolasyona maruz kaldığı Libya’da etrafının "düşmanlarla çevrili" olmasıdır. AKP şu gerçeğin farkındadır ki, Libya müdahalesinde uluslararası topluma Suriye’deki gibi anlatacağı bir hikayesi yoktur. Öte yandan Türkiye’nin Suriye’deki konumu neyse, Mısır’ın Libya’daki konumu odur. Çünkü Türkiye’nin Suriye ile 900 kilometrelik sınırı varsa, Mısır’ın Libya ile 1200 kilometrelik sınırı var ve başta İhvan olmak üzere radikal İslamcılık tehdidini bir ulusal güvenlik sorunu olarak görmektedir. Buna karşın Türkiye’nin Libya müdahalesi, sadece "bölgede yayılmacı hayaller kuran AKP’nin bir hırsı" olarak görülüyor. Üstelik AKP Libya tezkeresinde iç muhalefetin desteğini alamazken Mısır parlamentosu, Mısır ordusuna tam destek vermiştir. ABD de bu realite karşısında bölgedeki iki "önemli" müttefikinin çatışması karşısında tarafsız kalabilir. O zaman Türkiye tam anlamıyla bir tuzağın içinde kendini bulabilir.
Arap Birliği eski Genel Sekreteri Amr Musa’ya göre; "Türkiye, Libya'ya müdahale etmek için büyük güçlerin yaktıkları yeşil ışığı değerli bir fırsat olarak kullandı. Ancak şu anda Libya’daki durum ilk günkü gibi değil. Çünkü gerilim tırmandı ve süreç, çok sayıdaki ülkenin onayladığı bir müzakere aşamasına artık daha yakındır." O yüzden Türkiye, kendisine yeşil ışık yakanların pozisyonuna artık güvenecek bir durumda değil.
Rusya, Fransa ve Yunanistan’a diğer ülkelerin katılmasıyla birlikte karşısında güçlü bir "düşman blok" oluştuğunu gören AKP rejimi, Sirte ve Cufra savaşının, kendisinin toplu bir cezaya maruz kalabileceği büyük bir tuzak olacağından korkuyor.
Adı geçen rapora göre Türkiye’nin önünde duran üçüncü engel de şudur: Sirte ve Cufra savaşında, bölgenin en güçlü ordusu olan Mısır ordusu ve Libya’nın tek düzenli ordusu olan Libya Ulusal Ordusunu karşında bulacak. Oysa Türkiye’nin askeri gücü sadece paralı askerler ve UMH’nin derleyip topladığı İslamcı milis gruplarından ibarettir. Ayrıca elindeki derme çatma milis güçleri, iki profesyonel orduya karşı savaşacak bir inanç ve kararlılığa sahip olsalar bile, düz bir alanda hava gücü ve uzun menzilli ağır topların kolayca hedefi olacaklardır. Bu sebeple savaş pozisyonuna geçmeden yenilgiyi tatmak büyük olasılık dahilindedir. Ve en büyük korku, bir yenilgi halinde Mısır’ın kırmızı çizgileri Sirte ve Cufra’dan ibaret olmaktan çıkabilir. Kahire deklerasyonunun temel argumanı olan "Türkiye’nin paralı askerleriyle birlikte ülke dışına çıkarılması" hedefini gerçekleştirinceye kadar durmayacağı ihtimali göz önünde bulunduruluyor. UMH’yi (ve dolayısıyla AKP’yi) esir alan temel korku budur.
Diğer önemli konu da şudur: Türkiye’nin Irak ve Suriye’ye askeri müdahalede bulunurken kullandığı iki argumanı vardı. Sınır komşuluğu nedeniyle "ulusal güvenlik tehdidi" ve bu iki komşuda "Türkmenlerin varlığı"!.. Oysa şu anda bu argumanların hiçbiri Türkiye’nin Libya’daki varlığına bir gerekçe oluşturamamaktadır. Türkiye bunu Kuloğlu ya da Köroğlu Türkleri üzerinden denedi, ama tutmadı. Buna karşın aynı argumanlar Mısır’ın Libya’ya müdahalesinin "meşru zeminini" oluşturuyor. Çünkü sınır komşusu olan Libya’da on binlerce Mısırlı işçi var, keza her iki ülkede yaşayan "kardeş kabileler" mevcuttur.
Mısır’ın Libya stratejisine gelince, müttefikleriyle birlikte geçmişte tutum aldığı Suriye ya da Yemen savaşından çok farklı bir temele dayanıyor. Hem ekonomik menfaatleri hem de ulusal güvenliği açısında Libya, Mısır için farklı bir öncelik oluşturuyor. Kaddafi’nin devrilmesinden bu yana devam eden iç çatışmalar nedeniyle sınır ticareti kesintiye uğrasa da, Mısır’ın gelecekteki ekonomik refah kapısı olarak her zaman Libya birinci sırada yer alıyor. Libya kentlerine elektrik ihracatı da dahil olmak üzere, savaşın yıkıma uğrattığı ülkeyi yeniden inşa etme konusunda beklentisi olan Mısırlı şirketler ve istihdam için bekleyen işçiler var. Şu anda da binlerce Mısırlı işçi Libya’da zaten.
Öte yandan Türkiye, Mursi’nin 2013’te askeri darbeyle düşürülmesinden bu yana Mısır rejimi ile çatışma halindedir. Bu çatışmanın temelinde elbette ki İhvan sevdası yatıyor. Sisi’nin askeri darbeyle devirdiği İhvancı Mursi için yas tutarak Mısır’a karşı "düşmanca" bir tutum aldı, ardından Mısır’ın sınır komşusu olan Libya’daki ihvancılara tutundu, açıktan destek sunmaya devam etti. Mısırlı yazar Ramzi Paşa’ya göre; Türkiye’nin İhvancı hükümete tutunması ve neredeyse Mısır’ın resmi komşusuymuş gibi Libya’da bir pozisyon edinmesi, Kahire için müdahaleyi kaçınılmaz kıldı. Silahlandırılan İslamcıların Mısır’lı işçileri katletmesinden sonra Mısır yönetimi bu İslamcı terör tehdidiyle baş edebilmek için iki yönteme başvurdu. Birincisi, Libya ile olan sınır güvenliğin arttırmak, ikincisi Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın finanse ettiği askeri desteği Hafter güçlerine ulaştırmak. Ancak buna rağmen Türkiye’nin Suriye’den İslamcı militanları yanı başındaki komşu ülkeye taşıması, artık Mısır için ciddi bir güvenlik sorunu oluşturmaya başladı. Çünkü askeri kaynaklara göre bu halde 1200 km’lik sınır üzerinde tam bir kontrol mümkün değil. Bu nedenle çok sayıda Suriyeli paralı askerin Libya’da birikmesine karşı Mısır’ın askeri bir hamle dışında yapabileceği şeyler sınırlıdır. Ancak Libya savaşına girmeden önce aşması gereken engelleri de yok değildir. Her şeyden önce, Mısır ile Tunus’un Libya konusundaki tutumları ortak olmasına rağmen, özellikle diğer bir komşu ülke olan Cezayir’in sopayı ortadan tutma stratejisi izlemesi önemli bir handikap oluşturuyor. Bu yüzden Hafter’e daha fazla destek verme seçeneği öne geçti. Fakat Hafter’in sahadaki başarısızlıklarının ardından önce Tobruk Temsilciler Meclisi ile bir ittifak halinde askeri çözüme odaklandı. UMH’nin siyasi çözüme yanaşmaması ve hatta UMH adına Türkiye’nin savaş gerilimini yükseltmesi, Mısır’ı askeri seçeneğe zorladı.
Yazara göre; Mısır ordusunun Libya savaşına dahil olmasının gerekçeleri ve avantajları çok fazla olmasına rağmen, yine de iki dezavantajlı bir durumla karşı karşıyadır. Birincisi, Cezayir’in Mısır’la bir rekabete geçme olasılığı, durumu Mısır aleyhine zorlaştırabilir. Arap Birliği'nin yeni oturumuna başkanlık etmesi beklenen Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun, Mısır'ın kuzey Afrika'da Cezayir'i marjinalleştirdiğini düşünüyor ve Mısır yerine kendi ülkesini bölgesel liderliğe taşımayı hedefliyor. İkinci dezavantajlı durum ise, Mısır’ın Etiyopya ile yaşadığı Rönesans Barajı krizinin derinleşmesidir. Mısır’a akan Nil suyu oranını büyük ölçüde azaltacak olan Rönesans barajının inşası nedeniyle uzun zamandır iki ülke arasında ciddi sorunlar vardı. Şimdi gelinen aşamada Etiyopya’nın baraj konusundaki kararlılığı, iki ülkeyi bir savaşın eşiğine taşıma olasılığını da beraberinde getirdi.
Bu iki dezavantajlı duruma rağmen Mısır, olası bir Libya savaşında Türkiye karşısında oldukça avantajlı bir pozisyonda duruyor. Hal böyleyken Türkiye yine de böyle bir savaşı göze alabilir mi? Daha doğrusu yerel basında tartışıldığı haliyle sorarsak; "Cufra-Sirte çizgisini "kırmızı" renge büründüren güçler, belli ki Libya’nın bölünmesine katkı sunması için Türkiye’ye rol biçtiler ve bu bölünme için Mısır’la karşı karşıya gelinecek büyük bir savaşı kaçınılmaz hale getirebilirler. Peki bu durumda Türkiye bile isteye böyle bir tuzağa düşer mi? Hiçbir rasyonel temele dayanmayan bir dış siyaset stratejisi çizme alışkanlığına bakıldığında, böyle bir şeyin olamayacağını kimse söyleyemez. Bu da iflasa doymamak anlamına gelir.