Üç dosyada bir batış hikayesi

Can Atalay, Ankara Gar ve Sinan Ateş davaları Türkiye’de evrensel ilkelerle uyumlu bir devletten bahsetmenin pek mümkün olmadığını göstermeye yeterli. bunun temel nedeni de hukuku ayaklar altına almış olmamız, bu kadar basit.

Devlet demek hukuk demektir, hukuk yoksa devlet de yoktur.

Hukuksuz devlet devlet değildir, başka bir şeydir ama burada yazmayayım isterseniz.

Saçma sapan laflar vardır popülist siyasette, devleti sıkıntılı bir durumdan kurtarmak için bazı temel hukuk ilke ve kurallarını geçici de olsa rafa kaldırmaktan bahsedilir, aslında o takdirde rafa kaldırılan hukuk ilkeleri değil devletin bizzat kendisidir, elinizde de yine burada yazmak istemeyeceğim bir yapı kalır.

Bu açıdan baktığınızda da Türkiye çok sıkıntılı bir ülke, mesela bizzat Erdoğan’ın ağzından, galiba 2014 senesi idi, “Anayasayı buzluğa kaldırdık” cümlesini duymuştuk, aslında o tarihte buzluğa kaldırılan devletin kendisi idi, devlet dondu ve bir daha da ortada evrensel ve olumlu tanımıyla yani derdi vatandaşına sadece özgürlük, zenginlik ve güvenlik üretmek olan bir devlet falan kalmadı, yakın gelecekte de devletin buzlarının çözüleceğine yönelik bir emare pek görülmüyor.

Erdoğan’ın “Anayasayı buzluğa kaldırdık” incisi de siyasi tarihimizin yegane devlet katli incisi değil, başka çok sayıda örnek de var, mesela rahmetli Süleyman Demirel Susurluk kepazeliği için “Devlet galiba biraz rutin dışına çıkmış” demiş idi, Demirel’in rutin dediği de hukuk idi, Demirel acaba hukuk dışına çıkan devletin devlet olma özelliğini yitirdiğini bilmiyor mu idi, hiç sanmam, Turgut Özal’ın “Anayasayı bir kez delsek ne olur ki?” sözünü hepimiz hatırlıyoruz yani devletin batışının hikayesi hiç de yeni değil.

Erdoğan’ın Abdülhamit aşkı malumumuz, Abdülhamit de 1876’da tahta çıkıyor ve bir sene sonra yani 1877’de ilk Anayasayı otuz sene buzdolabının buzluk bölümüne koyuyor, devletteki bu süreklilik, hukuku buzluğa koyma merakı şâyân-ı hayret doğrusu.

Bugünlerde herhangi bir gazeteyi karıştırırsanız, gazete diyorum, beslemelerin çıkardığı paçavraları kastetmiyorum, karşınıza üç davayla ilgili çok önemli haberler çıkıyor.

Bu davaların ortak özelliği bu davalarda yargının evrensel hukuk ilke ve kurallarını ayaklar altına alıyor olması.

Eeee, biraz argoya da kaçalım, ne kadar ekmek o kadar köfte demişler, Cumhurbaşkanının “Anayasayı buzluğa kaldırdık”, eski Cumhurbaşkanının “Devlet biraz rutin dışına çıkmış”, daha eskisinin de “Anayasayı bir kez delsek ne olur ki?” diyebildiği bir yerde yargının evrensel hukuk ilke ve kurallarına uygun çalışması beklenebilir mi?

Söz konusu üç dava şunlar:

1-Hatay Milletvekili Can Atalay’ın dava sürecinde Yargıtay 13 Temmuz 2023 tarihinde Anayasanın açık hükmüne rağmen Anayasa Mahkemesi kararını dinlemedi, büyük bir hukuk skandalı ama daha önce de yargı içinde Anayasa Mahkemesi kararlarının hakimler tarafından dinlenmediğine şahit olmuşluğumuz var, mesela Mehmet Altan ile ilgili yargı süreci.

Haaa, biriniz çıkar “özür dilerim, Yargıtay ne demek?” diye sorarsa cevabım şöyle olur:

”Yargıtay’da bir dosyanın kapağını kaldırmayan İrfan Fidan’ın, Yargıtay’a Anayasa Mahkemesi’ne sıçramak için tramplen muamelesi yaparken; bu sıçrama lehinde oy kullanan 107 hakimin görev yaptığı yer” diyebilirim

2-Bugün (dün) Ankara Garı katliamının sekizinci senesi, dava ile ilgilendi iseniz korkunç hukuk katliamlarının yaşandığını görürsünüz; dünkü Artı Gerçek’te dava avukatlarının davayla ilgili sekiz sorusu var, insanın tüyleri diken diken oluyor.

10 Ekim 2015 günü ve öncesinde görevde olan devlet büyüklerinin (!!!), mesela dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun bu olayla ilgili açıklamalar yapmadığı bir ülkenin hukuk devleti olması mümkün müdür?

3-Üçüncü dava rahmetli Sinan Ateş davası, davaya atanan savcılar dosyadaki delilleri görünce hemen davadan çekilmek istiyorlar, başlarına bela almak istemiyorlar, acaba neden?

Bugün Türkiye’de evrensel ilkelerle uyumlu bir devletten bahsetmek pek mümkün değil, bunun temel nedeni de hukuku ayaklar altına almış olmamız, bu kadar basit.

Hukukun yani devletin olmadığı bir yerde de ne özgürlük, ne zenginlik ne de güvenlik kalır, şekilde görüldüğü gibi.


Eser Karakaş: Kadıköy Saint Joseph lisesi muzunu. 1978’de Boğaziçi Üniversitesi İİBF’den mezun oldu. Doktorasını 1985 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde yaptı. 1996’dan itibaren İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nde profesör olarak ders verdi. Bahçeşehir Üniversitesi İİBF’de Dekanlık yaptı. 2016 yılında 675 sayılı KHK ile ihraç edildi. 2008 yılından itibaren Strasbourg Üniversitesi Science Po’da misafir öğretim görevlisi olarak bulunuyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi