Pelin Cengiz
Ülkeyi şirket gibi yönetmek: Lümpen kalkınması
Dünyadaki Marksist iktisatçıların en önemli isimlerinden biri olarak sayılan Mısırlı yazar ve akademisyen Samir Amin'in ahbap çavuş ekonomisini, kayırmacı kapitalizmi tanımlayan çok güzel bir sözü var: Lümpen kalkınması.
Malum Türkiye'de kapitalizm, son yıllarda modern tanımından uzaklaşarak giderek keyfi bir hale dönüştü. Bir grup insanı koruyup kollayan, çeşitli hukuksuz yollarla kayrılan bu grubun aynı zamanda zenginleşmesine yol açan, o zenginliği elde ederken karşısına çıkan ne varsa önüne katıp götüren, her türlü toplumsal değeri dümdüz eden bir ahbap çavuş kapitalizmi almış başını gidiyor.
Yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma, hukuksuzluk, yargı ve medya üzerinde giderek artan bir baskı mekanizması kurma, ötekileştirme, muhalif ne kadar ses varsa ayıklayıp susturma, tutuklama... Say say bitmez, ne ararsanız var...
Kimi isterse onun zenginleştirilmesi, ihalelerin keyfi olarak dağıtılması, hatta ihale bile yapılmadan projelerin dağıtılması bir yana üretim, ihracat, istihdam ve emekten ziyade, iktidarın koruma çemberine alınmış bir kısım yandaş iş insanının çevirdiği dolaplara emanet edilmiş bir ekonomiyle yürüyor Türkiye epeydir.
Türkiye ekonomisi geçmiş 16 yılda adım adım bir nevi ahbap çavuş ekonomisi olan Hazine garantileri zırhıyla donatılmış taşeronizm sistemine dönüştürüldü.
Şeffaflıktan, hesap vermekten, denetimden, halkın katılımından uzak bu sistemde bir grup karar verici köprüleri, tünelleri, havalimanlarını, hastaneleri istediği yere konduruyor, projeler ÇED süreçlerinden kaçırılıyor, en temel hizmetler liyakattan uzak, tecrübesiz, denetimsiz şekilde taşeronların insafına bırakılıyor. Emek alanında koruyucu ve önleyici tedbirler alınmıyor, hem doğa hem de insanlık adına yeni yeni felaketlere yol açan uygulamalara her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Edinilmiş haksız servetler, hukuksuz arsa tahsisleri, imar değişiklikleri, rantın ve talanın en vahşi hali gözümüze sokuluyor.
İşte, tüm bu genel hatlarıyla gördüğümüz resme dair birkaç yıl önce verdiği bir röportajda Samir Amin şöyle demişti:
"Türkiye için 'emerging market' (gelişen ülke) deniyor. Türkiye ve Mısır aslında 'gelişmekte olan batıklar (failure)'. Her iki ülkede de kayırmacı (crony) kapitalizm var. Devlette, hükümette tanıdıkları olanların özelleştirme ihalelerini kapattığı, köprüler, havaalanları inşa ettiği bir düzen. Ben buna lümpen kalkınması diyorum. Bunlardan kurtuluş için siyasi devrimler lazım. Ulusal, halkçı ve demokratik hareketlerin yapacağı devrimler..."
Son yıllarda bu ahbap çavuş ekonomisi, bu kayırmacı kapitalizm, Amin'in deyimiyle bu lümpen kalkınması en çok millete küfür eden işadamlarının o küfründe cisimleşti.
Siyasi devrim şimdilik Türkiye için uzak bir hayal gibi...
Erdoğan, ülkeyi de aynı bir inşaat şirketini yönetir gibi yönetmek istedi aslına bakarsanız yönetti de. Büyük hissedarının kendisi olduğu, çocukların, yakın akrabaların işin içinde bulunduğu, karın, büyümenin, kalkınmanın ön planda tutulduğu bir şirket gibi...
Kamu ihalelerini dağıtarak çevresindekilerin şirketlerini büyütmek, daha güçlü ve zengin hale getirmek, o sırada rakipleri bertaraf etmek...
Tabi etrafını ihya ederken kendisini de ihya eden bir düzen. Bir inşaat şirketi, projelerini nasıl tanıtırsa, reklamını nasıl yaparsa o da öyle yapıyor. Fırsat bulduğu her ortamda malını pazarlayan tüccar gibi bıkmadan projelerini anlatıyor, bunları gerçekleştirmek için yer yolu mubah görüyor.
AKP ideolojisinin temel ve yegane alametifarikası budur. Batılı anlamda siyasette ve ekonomide karşılığı olmayan ahbap çavuş kapitalizminin, kendinden olmayana tahammülsüzlüğün, inşaat fetişizminin, ülkenin kılcal damarlarına kadar yerleştirilen kasaba ahlakının propaganda malzemesi olarak kullanıldığı sistematik bir algı yönetimi...
Erdoğan, Mart 2015'te yaptığı bir konuşmada iş insanlarına hitaben niyetini şöyle dile getirmişti:
"Sizden benim bir istirhamım şudur: Yeni Türkiye'yi, başkanlık sistemini, yeni anayasayı her fırsatta milletimize anlatmanızdır. Sizler bir iş adamı gibi bu ülkenin yönetilmesini istemez misiniz? Benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa, Türkiye de öyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı, yürü yürüyebilirsen. Bu ülke bu şekilde sıçramaz."
Şimdi de Türkiye'ye has yeni siyasal sistemin kabinesinde yer verdiği isimlerin niteliği de buna uygun olarak seçildi.
Damat Maliye ve Hazine Bakanı, turizm şirketi sahibi Turizm Bakanı, hastane zincirleri sahibi Sağlık Bakanı, özel okul sahibi Milli Eğitim Bakanı, nerede hangi kupon arazi var bilen Emlak Konut GYO Genel Müdürü Çevre ve Şehircilik Bakanı yapıldı.
Türkiye gerçek bir RTE İnşaat Taahhüt Ticaret A.Ş.'ye dönüştü. Erdoğan, yeni Türkiye'yi inşa ederken el yükseltti, hızlı karar alabilme uğruna deneme yanılma yöntemiyle sistemi değiştirdi. Şirketlerde hızlı karar alma belki önemlidir ancak her şeyden daha önemli olan kurumsallaşmadır. Erdoğan ile sermaye kesiminden, iş dünyasından isimleri kesiştiren bu yeni sistemin getirdiklerini hep birlikte göreceğiz demekten başka elden birşey gelmiyor...