Akın Olgun
Vız gelip tırıs mı gidiyoruz?
Yerel seçimlerde CHP’nin kazanan parti olmasıyla birlikte, toplumun bir değişim arzusu içinde olduğu somutlaştı. Bu talebi sandığa yansıtan seçmen, yılgınlığını “yeter” duygusuyla farklı partilere oyunu yansıtarak hissettirdi. CHP’ye de onlarca yıldan sonra yeni bir sayfa açarak, sorumluluk almasını ve bu fırsatı doğru değerlendirmesi gerektiği mesajını önüne koydu.
Özetin özeti bu, lakin kazanımı iktidarla bir uzlaşı zeminine çekmeye çalışan ve bunun söylemini üreterek “değişim” talebini, hiçbir şey olmamış gibi yapmaya doğru sündüren bir yaklaşımın, daha şimdiden belli kesimlerin gözlerini parlattığı ortada.
O belli kesimin “uzlaşı” adı altında “özlenen tablo” görme isteği çok tuhaf gerçekten.
“Özlenen tablo” olarak, ülkenin 20 yılda canına okuyan, karabasan gibi tüm toplumun üstüne çöken, talan ile ülkenin her karışını parselleyip, satan, gazetecisinden sanatçısına, doktorundan avukatına, insan hakları savunucusundan aktivistine kadar fişleyip, yargı ve güvenlik bürokrasisi eliyle canından bezdiren, barış diyenleri Ankara’nın göbeğinde paramparça edip üstüne şarlayan… Böyle akıp giden devasa bir suç zincirinin uygulayıcılarıyla “özlenen tablo” içerisine girme hevesi hiç canlarını acıtmıyor beliki ki.
İnsanların acıları taze, hafızaları travmatik oysa.
Ama ne önemi var değil mi iktidara giden yolda bunların? “Uzlaşı” söylemiyle iktidara mavi boncuk dağıtan muhalefetin muhabbeti içinde bunca yaşanmışlıkların lafı mı olur ?
Sanki toplum kendi kendine gerildi, kendi kendini katletti, kendi kendini vurdu, yıktı, yoksullaştırdı, kendi kendini bombaladı, kendi kendini sefalete, onursuzluğa mahkum etti, emeğini ucuzlattı, kendi kendine sürgün oldu…
“Özlenen tablo” denilince neden hemen akla halka karşı suç işleyenlerle aynı projelerde gözükmek, yan yana poz vermek geliyor?
Bu mudur yani özlenen?
Dilek İmamoğlu, İstanbul Belediye Başkanı’nın eşi sıfatıyla verdiği röportajda, “Emine Hanım’la birlikte projeler yapalım isterim. Çünkü kendisi de sonuçta ülkenin tanıdığı, çok değerli bir insan. Ve çok da güzel projeler de yapıyor. Kız çocukları için, kadınlar için projeler yapmak isterim kendisiyle" cümlesinin içindeki o ferahlığı, çiçeklerden yükselen mis kokuları, kokluyor, hissediyorsunuz değil mi!
“değerli bir insan”
“çok güzel projeler yapıyor”
“kız çocukları, kadınlar için yapıyor”
“birlikte proje yapmayı çok isterim”
Peki neden istersiniz?
“Çok tanınmış, değerli bir insan” olduğu için mi?
Bu mu yani bütün bu “uzlaşı” yolculuğunun toplu mesajı? Cumhurbaşkanı yolculuğunun “first lady” si olma talebinin, bu haliyle formüle edilmesi Dilek İmamoğlu’nun hiç mi içini ezmiyor? Cümlelerinden anladığımız kadarıyla cevabı hayır.
Sabah gazetesinin, Özgür Özel’in “makama saygıda taviz yok” sözlerini manşetten lütfederek verdiği sinyal ile birlikte düşününce, önümüzdeki günlerde çok daha fazla sinyalin siyaset evrenine gönderileceğini anlayabiliriz. Şimdiden hayırlı olsun!
Değişimi toplumda değil iktidarda aramaya, demokrasiyi ve onun mücadelesini kitlelerle birlikte değil, yukarıdan bir yerlerden “rica minnet” etmeye, yargıda, hukukta “aman şimdi tadımız bozulmasın” kıvamında vicdan tesellisi dilenmeye “uzlaşı” diyorlar biliyorsunuz değil mi?
“Aman tadımız bozulmasın”, “şimdi şey olmasın” siyasetinin, müesses nizamla olan göbek bağı o kadar güçlü ve o kadar derin ki, kimse o bağla sorunu olsun istemiyor ve karşımıza işte o vicdansız olana “çok değerli bir insan” cümlelerinden oluşan tablo çıkıyor.
Ne bu halktan çalınanlarla, ne bu ülkeyi yiyip bitirenlerle bir sorununuz olmuyor böylece.
Sorun olmaktan çıkarmaya teşne bir liberal gevşeklik ise konuya ilk atlayan oluyor her daim ve yazıları, cümleleri ilk dizen, hızını almayıp “ama yetmez” diyerek iktidarla daha çok “özlenen tablo” pozları vermeye teşvik sunan ve en önde yine ve yeniden koştur koştur onlar oluveriyor. (Hiç ders çıkarmamak nasıl bir ahmaklıktır diye sormak bile lüzumsuz elbette.)
“Gerçekten biz ne yaşadık” demenize, düşünmenize, nefes almanıza aman vermeden üzerinize salınan bu “uzlaşı” dalgası, eğer eleştirel zemini tutamazsak hepimizi fena çarpacak.
İktidarla benzeşen, iktidarın suçlarıyla uzlaşan, hiçbir şey yokmuş gibi yapabilme cüreti gösteren tavırlara karşı eleştirel politik bir hat kurulamazsa, Erdoğan ve tek adam rejimini başımıza bela eden o güce biat sallabaşlığı kendisini bir başkasına devredecek maalesef.
Bunca ödenen bedellerin sonucu bu olmamalı.
Eğer bu olursa, halkın tepkisine, öfkesine, taleplerine “vız gelip tırıs giderler” diyen anti demokratik tavır, yarın kendisini alkışlamayan herkesi, her kesimi ayaklarının altında ezip, başkalarına ibret olsun diye yuhalatmaktan geri durmayacaktır.
Dönüm noktasında olduğumuz yer tam da burası.
Eleştirel, bilimsel aklı ve demokrasinin olmazsa olmazı olan hesap verilebilirliği şimdiden güçlendirilmiş ortak bir duruş olarak sergileyemezsek, devran döner ama biz ezilen olmaya devam ederiz.
Ve muhalefetteyken yanımızda olanların, yarın bizlerin burnunu sürtmek için gücün yanında kazandıkları mevzilerinden nasıl fırlayıp boğazımıza yapıştıklarına şahit oluruz.
Hatta şimdiden yeni oluşan güç merkezinin etrafında dönen fırıldaklara, şakşakcılara ve sürekli o birinin gözüne girmek, kendi varlığını hatırlatmak için çırpınanlara bakınca, boğazımıza yapışacak ellerin kimlere ait olacağını kestirmemiz bile çok olası.
Ez cümle;
Yoksulluğa, sömürüye, açlığa mahkum edilmiş milyonlarca çocuğun ve kıyımdan geçirilmiş, çaresizliğe mahkum edilmiş, yüzbinlerce kadının başlarına gelenlerden kendileri sorumlu değilmiş gibi yapanlara, “kadınlar ve çocuklar için çok güzel projeler” yaptığını iddia etmek, buna inanmak, bunu inandırıcı kılmaya çalışmak eğer kimseye korkunç gelmiyorsa değişen bir şey yok demektir.
İmamoğlu’nun Karadeniz gezisinde yanında taşıdığı Ertuğrul Özkök ve Nagehan Alçı gibi isimlerin temsil ettiği güç ve iktidar anlayışı bilin ki yine baş köşe olacaktır. O anlayış, aynı otobüse binmek, aynı uçakta yolculuk etmek ve iktidarın kadrajına girmek için ne olmak gerekiyorsa o olacaktır.
Ve evet, en acımasız iktidar eziklerin iktidarıdır.
Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.