Akın Olgun
Karar günü
Kobane duruşması görülecek bugün ve mahkemeden çıkacak olan karar Türkiye’nin 21. Yüzyılının nasıl şekilleneceğini de bize işaret edecek.
Bu yanıyla Kobane davası, Erdoğan’ın da nasıl gideceğinin kararı olacak.
Şöyle ki;
Erdoğan “hasta adam” bitkinliğinde, iktidarı ise yorgun ve hızla kan kaybediyor. Seçmen bir değişim talebiyle, “yeter artık” ruh hali içerisinde. Açlık, yoksulluk zehirli bir sarmaşık gibi tüm ülkeyi sarmış, zengin ile yoksul arasındaki uçurumdan ise devasa bir inilti yükseliyor.
Istakoz yiyenlerle makarnaya talim edenler arasında, hiçbir şey yokmuş gibi yapanlarla, “açız” diye bağıranlar arasında öfkeli olan kesim elbette yoksullar.
Gelecek umudunu kaybetmiş milyonlara tepeden bakarak kibirlerini kusanlar ise fazla rahatlar!
Sakıp Sabancı, zamanında bu ruh halini “gecekondulardan gelip gırtlağımızı kesecekler” diyerek özetlemişti.
Bu sözün kulağa küpe olmadığı çok net anlaşılıyor.
En aşağıdakilerin iktidarı olmakla övünen AKP, şimdi kendisini iktidara taşıyan “ayaklar”ın öfkesiyle yüzleşiyor. Yağma ve talan iktidarına dönüşmüş olmaktan değil de, bunun artık görünür olmasından duyduğu rahatsızlıkla, -mış- gibi yaparak zevahiri kurtarmaya çalışıyor.
Derin yoksulluk derin bir öfkeyi, derin öfke derin bir hıncı bağrında taşıyor ve bu hıncın nerede, ne zaman ve nasıl patlayacağını kestirmek zor. Kendisinden olanın isyanına hiç tanıklık etmemiş bir iktidar için, onunla baş etmenin hiç de kolay olamayacağı da çok net.
İşte tam bu noktada Kobane davasının önemi hem iktidar için hem de Türkiye için çok bağlayıcı.
“Bu benim final seçimim” diyerek yerel seçimlere giren Erdoğan henüz “final”i yaşamadı.
Erdoğansız bir AKP fikri dahi hem AKP kadrolarını hem de suça bulaşmış geniş bir kesimi tedirgin ediyor.
Peki; iktidardan onurlu bir gidiş yapmak ve en az zararla durumu kotarmak mümkün mü?
Sanırım asıl soru tam olarak bu? Cevabı aranan şeyin de bu olduğu konusunda bir süreç yaşandığını söyleyebiliriz.
Burada düğümleri çözecek veya düğümleri çözümsüz kılacak bir tercih yapılacak.
Kürt sorununda çözüm ve çözümsüzlük olarak da tarif edebiliriz bunu. Çözüm sürecinin iktidara ve Türkiye’ye kazandırdığı ile çözümsüzlüğün iktidara ve Türkiye’ye maliyetine baktığımızda göreceğimiz tek şey, barışın tüm topluma kazandırdığı, savaşın ise tüm topluma kaybettirdiğidir.
Erdoğan’ın “final seçimim” sözüne, D.Bahçeli’nin “Yeni Yüzyılının kurtarıcısı olarak sizi görüyoruz” seslenişi dahi çözüm ve çözümsüzlük aklının devlet masasında nasıl hararetle konuşulduğunu işaret ediyordu kanımca.
Tam da bu nedenle sorunun iktidar aktörleri tarafından sahipsiz bırakılması ve buradan hareketle de “bizi destekleyin sonra konuşuruz” sündürmesine çekmesi bir sonuç olarak karşımıza çıktı diyebiliriz. Gerçeklik duygusunu kaybeden bir iktidarın cesaret duygusu da elbette erozyon içinde olacaktı.
CHP ise “kent uzlaşısı” formülüne cesaretli bir adım atarak sürecin paydaşı ve kazananı olmayı tercih etti ve bu tutum yeni cesaretli adımlar için de ön açıcı bir ortam yarattı. Çözüm iradesi noktasında cesaretli davranan aynı zaman da kazanan oluyordu işte…
AKP’ye kaybettiren, çözüm konusundaki cesaretsizliği oldu da diyebiliriz özetle.
Erdoğan’ın esneyebilen, risk alan ve aldığı riski tabana yayan siyaseti şimdi İmamoğlu’nun elinde.
Erdoğan’ın devlet tarafından kalın ve kaba hale getirilmesi, esneme alanlarının törpülenmesi ve kendisini otoriter karaktere büründürüp, onu benimsemiş olması İmamoğlu’nu “eski” Erdoğan’ın yerine oturtuyor. Eski Erdoğan’ı arayanlar bu yüzden hızla İmamoğlu’nu buluyor.
Devlet içindeki çeteleri ve en önemlisi devletin “eski” sahiplerini güçlendirerek Erdoğan’ı ortağı haline getiren militarist statüko da bir arayış içinde elbette. Öyle görünüyor ki Erdoğan sonrası için bir telaş içindeler. Hayatta kalmak için ihtiyaç duydukları kanın, siyaset pragmatizminin damarlarında dolaştığını bilecek kadar da tecrübeliler. Ne diyordu Bahçeli Erdoğan’a? “Türkiye yüzyılına birlikte yürüyeceğiz”
Sırf kendi geleceklerini korumak adına bile olsa Kürtlerle temas etme mecburiyetiyle karşı karşıyalar. “Yeni yüzyılın kurtarıcısı” çağrısı bu yanıyla da oldukça ironik.
Erdoğan için çok seçenek yok aslında.
Ya Türkiye’yi rahatlatmış, barış konusunda adım atarak Türkiye’nin 2. yüzyılına çözüm temelli önderlik etmiş, toplumsal refahın önünü açmış bir lider olarak “onurlu” bir çıkış/gidiş yaşayacak ya da lanetle anılan ve gitmemek için tüm ülkeyi kaosa sürükleyen, milyonları açlığa ve yoksulluğa mahkûm etmiş zalim bir lider olarak. (Devlet koalisyonu, bir ihtimal olarak bu gidişi “bütünlük” içerisinde, tüm partilerin dahil olduğu bir çözüm koalisyonuna da dönüştürebilir.)
Yani gidişi kesin ama nasıl gideceğini kendisi belirleyecek ki, bence asıl siyaset tam bu noktada inşa olacak.
Kobane duruşmasından çıkacak olan karar Erdoğan’ın nasıl gideceğinin kararını da işaret edecek bizlere ve hayat, siyaset ve elbette liderlik iddiası bir kez daha kendi sınavını verecek. “Usta asker resmi geçitte belli olur” deyiminden hareketle ifade etmek gerekirse, İmamoğlu ve Ö.Özel’in neyi ne kadar göze alabileceklerinin de turnusolü olacak konjonktür.
Gücü elinde tutan iktidar için Demirtaş’a atılan düğümün, ellerini kollarını bağlamanın, sesini sözünü zapturapt altına almanın sadece çaresizlik ürettiği ortada. O içeride oldukça iktidarın zayıflığı daha çok görünür oluyor. Çünkü gücün kendisi de zayıflığın bir başka yansımasıdır. O zayıflığı örtmek için baskıyı, şiddeti ne kadar arttırırsanız, yenilginiz de o kadar sarsıcı olur.
Dem partinin kazanan olması, CHP’nin zaferi, Kürt seçmenin morali ve toplumun “değişim” talebi bu yanıyla bir bütünün parçasıdır.
Demirtaş bu bütünün ortaklaştığı cesaretin de kendisidir diyebiliriz.
Kürt siyasetinin toplumun değişim, dönüşüm ve barış talebini en doğru şekilde formüle edip, çözümü yeniden umut haline getirmesi hem iktidara hem muhalefete çözüm konusunda ortak bir şans tanıması ve bunu yaparken siyasetin olgunluğuna, ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalması umarım doğru okunur ve değerlendirilir.
Demirtaş ve arkadaşları özgür olduğunda, O.Kavala ve Gezi tutsakları serbest kaldığında, hukuksuzluk bataklığı kurutulduğunda kazanan Türkiye olacak.
Ülke nefessiz kaldığında, sadece muhaliflerin boğulacağını düşünenler varsa büyük yanılıyorlar bu yüzden.
Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.