Aytül Hasaltun Bozkurt
'Virüs, hayatlarımızı fantazyaya çevirmişken, bilimin ışığı, çocukları meşe palamudu gibi filizlendirsin'
Pandeminin ilk aylarında oldukça yoğun korku ve kaygıya rağmen, neredeyse hepimiz ‘pandemi hepimizi eşitledi’ gibi bir söylem üzerinden sevinmiştik ki çok kısa sürede, sürdürmekte ısrar ettiğimiz sosyo-ekonomik modelle, hiç de eşit olamayacağımızı gördük ve anladık. Yine pandeminin ilk günlerinde kişisel sevinç noktam, çocuk ölümlerinin çok az olmasıydı. Ama bu elbette çocuklar virüsten hiç etkilenmedi demek değildi nihayetinde. Yine sürdürmekte ısrar ettiğimiz sekiz ders saati, yetiştirmek zorunda olunan müfredatlar, girmek zorunda olunan sınavlar, oyun oynamaya fırsat bırakmayan ödev alışkanlıkları, internet erişiminin olması-olmaması, okul yaşantısını sürdüremeyen çocukların çocuk işçi olarak makinanın dişlileri arasında hızla öğütülmeye başlaması, yine hızla artan ev içi şiddetin kurbanları oluşu, hayatın eve sığamayacağı gerçeği, toplumsal sınıfı ne olursa olsun çocukların küçük omuzlarına taşıyabileceklerinden ziyadesiyle yük bindirdi. Büyüklerin beceriksizlikleri, küçüklerin gelecekteki hayatlarını nasıl şekillendirecek babaannemin deyişiyle ölmez sağ kalırsak hep birlikte göreceğiz; neyse ki İrem gibi korkuyla sıkışan, daralan yüreklerine, merak dolu sorularla bir damla su serpen yetişkinler de var. İki tatlı köpeğiyle çocuk kapılarını ısrarla çalmaya devam eden İrem Uşar'la son kitabı ‘Ali Cavid’e Karşı’ adlı kitabını konuştuk. Cehennemi ‘büyükler’ yarattı/yaratır ama çocukluğuna dokunabilen yetişkinler o cehennemden çıkış için gereken desteği sağlamaya devam edecek, buna yürekten inanıyorum.
Son olarak, bu bilgiyi (Bu haliyle daha çok malumatfuruşluk belki de yaptığım ama olsun...) nereden öğrendiğimi hatırlamıyorum, kaynak gösteremem. Yine de doğrululuyla ilgili en ufak bir şüphem yok; İbranice çocuk ve ışık kelimeleri etimolojik olarak aynı kökten geliyorlarmış. Demem o ki daha da geç olmadan, artık çocuğun ışıklığını kabul edip, yol haritalarımızı çıkarırken, en çok onlara bakmayı önümüze koymalıyız belki de. Ulusal egemenliğini, çocuk bayramıyla taçlandırmış bir neslin çocukları olarak, bu kadarını yapabiliriz bana kalırsa… İyi okumalar dilerim ve tüm dünya çocuklarının Çocuk Bayramı’nı kutlarım.
Ellerine sağlık İrem, çoğumuzun yaşadıklarını son derece bütünlüklü yazmış ve anlatmışsın. Neydi böyle bir kitabı yazma motivasyonun?
Kasvetli günlerden geçtik, geçiyoruz. Belirsizlikler endişeyi, sosyal izolasyon psikolojik baskıyı, sağlığımızı yitirme düşüncesi korkuyu körüklüyor. Tüm bunları yok sayamayız. Fakat karanlığa bakıp, onun tasvirini yinelemek de bize aydınlığı getirmeyecek. Einstein’ın "karanlık, ışığın yokluğudur" diye bir sözü var. Ben de bu kitabı, pandemiden bile doğabilecek bir aydınlık olduğuna inandığım için yazdım. Korkunç bulaşıcı bir virüs, hayatlarımızı fantazyaya çevirmişken, bilimin ışığı, çocukları öyküdeki meşe palamudu gibi filizlendirsin istedim.
Salgının ilk aylarını hatırlayalım. Çocukların, virüs hakkında soru sorup bilgi alabilecekleri ne bir öğretmenleri ne de ebeveynleri vardı. Çocuk ya da yetişkin, hepimizin ilk kez tecrübe ettiği bir bilinmeze toslamıştık. Üstelik onu göremiyor, dokunamıyorduk. İnsanı en çok görmediği, bilmediği şeyler korkutur.
BALKONLARDAN, PENCERELERDEN DIŞARI BAKAN ÇOCUKLARLA MERHABALAŞMAYA, AYAKÜSTÜ SOHBET ETMEYE BAŞLADIK. DERKEN POSTA KUTULARINA KİTAPLARIMI BIRAKTIM
Karantinanın o ilk günlerinde, mahallenin sokaklarında in cin top oynarken, iki köpeğimle yürüyüş yapıyordum. Balkonlardan, pencerelerden dışarı bakan çocuklarla merhabalaşmaya, ayaküstü sohbet etmeye başladık. Derken posta kutularına kitaplarımı bıraktım. Onlar da bana minik hediyeler verdiler. Birbirimizin yüzünü güldürdük. Virüs hakkında da konuşuyorduk elbette. Çocukların kafa karışıklığını gördükçe, pandemi sürecinin tuhaf hayat ritmini kayıt altına alan, çocuklara insan vücudunu ve işleyişini tanıtırken, koronavirüsten nasıl korunabileceklerini aktaran, bilim insanı olma hayali kurdurmasını umduğum bir öykü yazmaya başladım.
Elbette böyle bir öykünün sırtını güvenli bir yere dayamam gerekiyordu ve enfeksiyon hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Önder Ergönül ile çalışmaya başladık. Öyküyü yazdığım dönem boyunca pandemiyi sormak, öğrenmek, bilmek, anlamak beni özgürleştirdi. Çocuklar da bu yolla özgürleşsin istedim. Böylelikle pandemiye bilimle direnen Ali’nin öyküsü doğdu.
Ali’nin babaannesi, virüsü vurdumduymaz komşuları Külyutmaz’dan kapıp hastalanınca, oğlan çaresizlik içinde beklemek yerine virüs hakkında daha fazla şey öğrenmeye çalışıyor. Hemşire annesinden, Dr. Mehmet’ten ve Cavid adını verdiği virüsün kendisinden: İnsan vücudunun işleyişini, Dünya gezegenimizi paylaştığımız mikrop, bakteri ve virüsleri, insanoğlunun doğayı istilası (ya da doğaya "mesafesizliği") hakkında bilmediklerini öğreniyor. Koca dünyaya bir güzel yayılmışken, nasıl olup da küçücük evlerimize tıkıldığımızı yavaş yavaş anlıyor. Pandemiye inat, Ali odasında meraklı bir dünya kuruyor.
Öykünün konusu ağır ancak mizah bölümleri bu ağırlığı dengeliyor. Bu bölümleri gerçek hayattan aldım. "Sosyal mesafeli çay partisi", Alper öğretmenin yaratıcı uzaktan eğitim dersleri, tuhaflaşan günlük rutinlerimiz…
Romanın bir tohumla açılıyor, bir sebebi olmalı diye düşündürüyor, nedir o sebep?
Öyküde Yaşar ninenin de dediği gibi "küçücük palamutlardan dev meşe ağaçları büyür." Ki benim de çocuklara bakınca hayranlıkla gördüğüm şey o saklı, dev meşe ağaçları.
Ali’nin öğretmeni, sınıfa tohum ekme ve bakımını üstlenme ödevi veriyor. Ali, annesinin buzdolabında sakladığı meşe palamutlarından birini evdeki saksıya ekiyor. Babaannesinin hastalanmasıyla korkunç bir endişe Ali’nin yüreğine kök salarken, saksıdaki tohum kökleniyor. Ali’nin virüsle ilgili merakı artıp öğrenirken, saksıdaki tohum başını topraktan dışarı çıkarıyor. Tohum filizlendiğinde ise Ali’nin yaşamak hevesi, umudu yeniden dallanıp budaklanmaya başlıyor.
Ali, virüsü sorguladıkça, kitaplar karıştırdıkça pandemi süreci dönüşüp geliştirici bir boyut kazanıyor. Merak, keşif, araştırma, objektif bakış… Bunlar bilim insanlarının özellikleri. Günümüz Türkiye’sinde kaç çocuk ya da genç, bilim insanı olma hayali kuruyordur? Bu soruya verdiğimiz yanıtı ve nedenlerini düşünmeliyiz.
Ali Cavid ile karşılaşınca neler oluyor?
Hastaneye kaldırılan ninesini çok merak eden Ali, beklenmedik bir anda, Covid Cavid ile karşılaşıyor. Onunla konuştukça insan vücuduyla ilgili yepyeni bilgiler öğreniyor.
Pandemiye yol açan, hepimizi bıkıp usandıran, kayıplara neden olan virüsü fantastik bir öyküde konuşturdum. Bu, çocukların gerçekliği kurmaca üzerinden ve güvenli bir tanıklıkla deneyimlemelerini sağladı. Virüse gelecek olursak, o da kendince kendi gerçeğini ortaya koyuyor, kendi büyük resmini gösteriyor Ali’ye.
Cavid bozuk bir dille konuşsa da, Ali aralarındaki iletişim engeline rağmen Cavid’den öğreniyor. Cavid’in bu bozuk dili, bir ötekileştirme formülüydü. Aynı zamanda virüsün pek de dostane olmayan, iletişime gönülsüz yanının altını çizdi.
Ali, elinde tuttuğu bir kalıp sabunla virüsü sorgularken Dünya’yı paylaştığımız mikroskopik canlılardan haberdar oluyor. Mikrop, bakteri ve virüslerin 3,5 milyar yıldır gezegenimizde yaşadığını, insan ırkının ise ancak yaklaşık 300.000 yıldır var olduğunu öğreniyor. "Tüm gezegen sizin olamaz çocuk!" İç organlarımızdan ve işlevlerinden, hücrelerimizden haberdar oluyor ve içimizdeki "uzaya" hayran kalıyor. "Vücut, herkesin birbirinin iyiliği için hiç durmadan çalıştığı, kalabalık bir ülke idi sanki." Virüsü, elinde bir kalıp sabunla sorgularken Ali’nin bakış açısı, dünyası işte böyle genişliyor.
GİZEMLİ YARATIKLAR ETRAFTA DOLANABİLİR, IŞIK DANS EDEBİLİR, MÜZİK KONUŞABİLİR
Nasıl başladın çocuk kitapları yazmaya ve genelde neleri dert ediniyorsun romanlarında?
"İnsan kendi çocukluğudur" diye çok sevdiğim bir cümle var. İlk çocuk kitabımı bu cümlenin peşine düştüğüm zaman yazmaya başladım. Ben çocukken nasıl biriydim? Ailem nasıl bir aileydi? "Kuuzu ve Lunapark Ailesi" kitabımda, çok matrak, yaşam sevinci yüksek, çocuk yönünü kaybetmemiş Ahmet dedemin öyküleri var. Bu kitap sayesinde, hem kendi çocukluğumu kucakladım hem de dedemi, edebiyatın köprüleriyle binlerce çocukla buluşturdum.
Çocuklar, kitaplarımda çoğu kez kullandığım ışık öğesine benziyor. Herbiri kendine has bir ışıkla dünyaya geliyor. Elbette yaşam zıtlıklarla var oluyor. Demek oluyor ki çocukların karşısına gölgeler de çıkacak. İşte o anlarda, hayatın tekrar umutlanmaya, merak etmeye, keşfetmeye, devam etmeye değer bir yolculuk olduğunu okuyucularımıza hatırlatmak gerek. Yazmak, bunu yapmama olanak sağlıyor. Edebiyat, yaşam göğünün fırtınasının, yağmurunun, karanlığının içinden geçen bir umut feneri, bir ışık. Ne mutlu ki öyküler, sert gerçekliği sarmalayıp, içinden geçilebilir hale getiriyor, çocuklara rehberlik ediyor.
Fantastik edebiyatı önemsiyorum ve bu alanda eser vermekten büyük keyif alıyorum. Hayal gücünün, kurmaca ve fantazyanın çocuk zihninin doğası olduğunu, kendi çocukluğumdan biliyorum. Çocukken sessizliğin sesini duymaya çalışır, okul bahçesindeki çınar ağacının kılık değiştirmiş bir uzay mekiği olduğuna inanır, geceleri evimizin uzun koridorundan beni yemek için hazır bekleyen canavarlara yakalanmamak için hep koşarak geçerdim.
Yani çocuğun zihninde her şey mümkündür, sınırlar yoktur. Gerçekliği, işte bu özgürlükle yeniden kurgulayabilir. Gizemli yaratıklar etrafta dolanabilir, ışık dans edebilir, müzik konuşabilir. Şafak sökerken ya da alaca karanlık çökerken olağanüstü şeyler gerçekleşebilir.
Çocuklara yazmanın benim için, yetişkin ezberlerimi bozmak, benliğimi esnek tutmak, meselelerin özünü hatırlamak gibi artıları da var. "Umut, adalet, sevgi, şefkat" gibi kavramlar ne yazık ki insan yaş aldıkça karmaşıklaşıyor ve gücünü yitiriyor. Oysa bu kavramlar çocuk edebiyatında tekrar sadeliğine ve eski gücüne kavuşuyor. Merkeze, esas olana, öze çekilmek gibi.
DOĞAYA 'VAHŞİ'LİĞİNİ TAZELEMESİ İÇİN BİRAZ ALAN VE ZAMAN VERMEMİZİ DİLİYORUM
Çocuklarla yoğun çalıştığını biliyorum hatta çok tatlı iki de terapi köpeğin var, bu alanla ilgili çalışmalarından da bahsedebilir misin?
Şifalı bir iletişim kurmak köpeklerin doğasında var. Japan Animal Therapy Association tarafından verilen "Terapi Köpeği" sertifikasına sahip Poka ve Luka, okuma güçlüğü çeken, odaklanma problemi yaşayan, uzun süreli tedavi gören çocuklarla özel çalışmalar yapıyor.
Bu çalışmaların yanı sıra okullarda "Köpekleri Keşfet" atölyelerini gerçekleştiriyoruz. Anaokulundan 7. sınıf seviyesine kadar farklı yaş grupları için tasarladığım ders içerikleriyle, çocuklarla yıl boyu, haftada bir gün buluşuyoruz. Atölyelerde, ilk olarak çocukların köpekler ile doğru iletişim kurmayı öğrenmelerini hedefledim. Doğanın bizlerle iletişim kurabilen bir parçası olan köpekler sayesinde çocuklar, farklı bir canlının iç dünyası ile tanışıyor, ihtiyaçlarını fark ediyor, beden dilini çözüyor ve sevginin yanı sıra hayvanların yaşam hakkına saygı duymayı öğreniyor.
Örneğin ilk günlerde 10 çocuk, sınıfa girip doğruca Poka ve Luka’nın etrafını sarıp onlara sarılırken, atölye ilerledikçe yoldan gelmiş bu iki köpeğe su vermenin, sarılmaktan daha öncelikli olduğunu anladılar. Gerçek sevginin ne olduğunu böylece deneyimlediler.
Doğayı ve hayvanları sevmektense onlara saygı duymanın daha önemli olduğuna inanıyorum. Bir dalı, üzerindeki kuş yuvasını düşünüp kesmemek ya da uyuyan bir kediyi canımız sevmek istiyor diye uyandırmamak… Çocuklara bu anlayışı küçük yaşta verirsek yetişkin olduklarında kendilerini gezegendeki tek muktedir olarak görmezler.
Pandemi süreci ile beraber çocuklarla yaptığın çalışmalarda gözlemlerin neler, onlar bu süreci nasıl yaşıyorlar? Nelerle ilgili zorlanıyorlar ve kolaylıkla uyum sağladıkları neler?
Pandemi başlamadan önce çocuklarla: Özgür düşünme ve yazma atölyelerimde, okul söyleşilerinde ve Köpekleri Keşfet atölyelerimde buluşuyorduk. Pandemi ile birlikte sadece online okul söyleşilerine kesintisiz devam edebildim.
Okul söyleşilerinde, öğretmenin önemini bir kez daha anladım. Çocuklara bir kitap aracılığıyla yeni keşif alanları sunmak, çocukları kitabın yazarıyla buluşturmak ve yazma sürecini, hayal gücünün işleyişini yazardan dinlemelerini sağlamak çok kıymetli. Biz yazarlar için de çocukların soruları geliştirici. Elbette çocuklara temas edebildiğimiz, birbirimizi beş duyumuzla algıladığımız buluşmaların yerini tutmuyor, ancak içinden geçtiğimiz günlere mutlaka olumlu katkısı oluyor.
Pandeminin yol açtığı evden çevrimiçi eğitimin getirileri de oldu götürüleri de. Yetişkinlerin sistemine güvenmeye ihtiyaç duyan çocuklar için koşulların belirsizliği ve değişkenliği olumsuz bir etki. Fırsat eşitsizliği de yaşanıyor. Internet erişimi olmayan öğrenciler eğitimden geri kaldıkça, diğer çocuklarla aralarındaki vadi derinleşiyor. Ekran başında bilgiyi takip etmeye çalışmaktan da yorulduklarını düşünüyorum. Örneğin on dakika aralarla ekrandan yedi ders görmek, zihin ve beden enerjilerini emiyor.
Diğer yandan online buluşmaların uzağı yakın eden bir tarafı da var. Öğrenciler, kendilerine rol model olabilecek, farklı alanlarda üreten ilham verici konuklarla bu sayede tanışabildiler. Bu buluşmaları sağlayan öğretmenlerin çabası çok kıymetli.
Bu süreçte çocuklar daha çok ekran başında, merak ediyorum kitap okuma ile ilgili alışkanlıkları nasıl? Ellerine kitap alıp okuyorlar mı yoksa bir süreden sonra o alanı da dijitalleştirmek gerekecek mi sence?
Çocuk ve genç okura, okuma keyfini ancak ailesi ve öğretmenleri tattırabilir.
Öğrencilerinin okuma alışkanlığını derinleştirmek için tartışma alanları açan ve onları araştırmalar yapmaya yönlendiren öğretmenler var. Günışığı Kitaplığı’nın Eğitimde Edebiyat Semineri’nde Buket Uzuner bir konuşma yaptı. Dedi ki: "Hayatta tek mucize gençken iyi bir öğretmene rastlamaktır". Haklılığıyla ve hatırlattıklarıyla kalbimize dokunan bir cümleydi bu.
Evde anne ve babanın rehberliği de çok önemli. Örneğin aynı kitabı, eş zamanlı ama ayrı ayrı okuyarak çocuklarıyla karakterler hakkında fikirlerini paylaşabilir, gelecek bölümler hakkında tahminde bulunabilir, nedenlerini belirterek eleştiri getirebilirler. Pandemi sürecinde -ve aslında okuma yolculuğunda kendi ayakları üzerinde durana kadar- çocuğa ve gence rehberlik etmenin faydası oluyor.
E-kitap konusunda ise çalışmalar, üretimler devam ediyor elbette. Dijital kitap, yıllar içinde kendine bir yer edinmiş olsa bile, gerçek kitabın yerini doldurmayı başaramadı.
Son olarak gelecekle hayallerin neler?
Kişisel hayalim, yaptığım işleri sürdürmek. Sadece bu. Çünkü zaten sevdiğim şeyleri bulmak ve hayatımı onların ekseninde kurmak için çok çaba ve zaman verdim. Sürdürmek, başlamaktan daha zor olsa da, hayatlarımıza mana katan uğraşları bulduysak peşlerini bırakmak kendimize edeceğimiz en büyük haksızlık olur.
Çocukların, kendi potansiyelleriyle tanışabildiği, yeteneklerini geliştirebildiği, sorguladığı ve hayal kurabildiği, deneyime dayalı, sanatla ve sporla iç içe bir eğitim ise katkı sunmaya çalıştığım diğer hayalim.
Son olarak… Neredeyse tüm gezegeni kapladık, onu evcilleştirdik, ehlileştirdik. Bunun bedellerini ödüyoruz. Doğaya "vahşi"liğini tazelemesi için biraz alan ve zaman vermemizi diliyorum.