Koray Düzgören

Koray Düzgören

Yalana dayalı başarı hikayelerinin hazin sonu!

Bu yalanların sonuçları Türkiye’ye şimdiye kadar ödenenlerin ötesinde ağır bir fatura olarak dönecek. Diğer yalan ya da sahte hikayeleri de düşünürsek, Türkiye’nin önümüzdeki dönem toplum olarak nasıl ağır bir bedel ödeyeceği ortaya çıkıyor.

Koray DÜZGÖREN

 

Ben bazı dostların, bazı uzmanların yaptığını yapmayacağım.

AKP’nin geldiğimiz noktadaki durumunu anlatırken geçmişteki çoğu kuşkulu, azı gerçek başarı(!)larla söze başlamayacağım.

Geldiğimiz nokta ve içinde bulunduğumuz zamandan söz edeceğim.

Ve belki de en son söylenecek lafı baştan söyleyip, "AKP’li, Erdoğanlı yıllar Türkiye için bir başarı öyküsü falan değil, bir felaketin, gelecek yıllara da taşınacak bir kabusun ta kendisidir" diyeceğim.

Ekonomik açıdan nereden nereye nasıl gelindiğini, gelinen noktanın ne demek olduğunu taraflı tarafsız ama vicdanını satmamış ekonomistler, uzmanlar her gün anlatmaya çalışıyor.

Sadece ekonomide değil yaşamın hemen her alanında müthiş bir geriye hatta dibe doğru gidiş var. Türkiye’yi yönetiyoruz diye ortaya çıkanların seviyesi de buna dahil. Türkiye hiçbir dönem bu kadar seviyesiz bir ekip tarafından yönetilmemişti.

15 yılda bir ülke bu kadar başaşağıya gidebilir mi?

Bu başarı(sızlık) öyküsünü uzun boylu anlatmaya girişmeyeceğim. Son yıllarda sürekli konuştuğumuz Türkiye açısından önemli birkaç olayla yetineceğim.

Bu olayların geldiği nokta, zaten bize durumu bütün açıklığı ile anlatıyor.

Kürt meselesini çözeceğiz yalanı

Bunlardan biri Kürt sorunu.

"Kürt gerçeğini tanıyoruz. Kürt meselesini çözmeyi her şeyden önemli görüyoruz" vb. açıklamalarla başlayıp, çözüme ve barışa inanmadan girişilen ‘barış süreci’ne son verilerek savaş ve şiddet siyasetine dönüldü. Ülkenin en hayati meselesi artık terörle mücadele olarak ifade ediliyor.

Gelinen noktada Kürt sorununu çözmek ne kelime neredeyse ülkenin bölünmesine yol açabilecek nefret ve ayrılık tohumları ekilmiş oldu.

Şimdi, AKP’nin iktidardan düştüğünü varsayalım. İş başına gelen bir iktidarın da, ‘Kürt sorununu çözmek istiyorum" diyerek ortaya çıktığını düşünelim. O zaman bile Kürtlerin yeniden bu devlete ve iktidara inanması için bir rehabilitasyon sürecine ihtiyaç duyulacak.

Barış ve uzlaşma düşüncesini ülkenin geri kalanına anlatmak, onları çözüme ikna etmek de öyle kolay bir şey değil. Uzun yıllara ihtiyaç var.

Verilen zarar, sadece bugüne ilişkin değil. Ülkenin geleceğine de çok ağır bir ipotek konuldu.

Kürt sorununu çözeceğiz demek bir yalandı. İnandıkları tek çözüm, İslam kardeşliği ve Kürtlerin biat etmesi idi.

Ve sorunu çözeceğiz yalanı, şimdi ağır, kanlı bir fatura olarak Türkiye insanının önüne konulmuş oldu.

Kirli savaşa akıtılan örtülü ödenek

İkinci konu genel olarak dış politika, özel olarak Suriye iç savaşı.

Dış politika da diğer konular gibi tek bir adamın ağzından çıkan söyleme göre belirlendiği için Türkiye, kanlı Suriye içsavaşına dahil oldu.

Savaş süresince devlet aygıtı tam bir illegal yeraltı örgütü gibi çalıştırıldı.

Cihatçı örgütler devletin resmi konuğu olarak ağırlandı. Kanlı planlar Ankara’daki gizli mekanlarda kararlaştırıldı.

Devletin istihbarat örgütleri silah tüccarları, kaçakçılarla işbirliği yapmaktan çekinmedi. Ülkenin parasal kaynakları örtülü ödenek olarak bu kirli savaşa akıtıldı.

Erdoğan ve ekibi, Esad’ı biran önce devirip elinin altında tutabileceği Sünni bir yönetim gelmesini istiyordu. Suriye üzerinden bütün Ortadoğu’nun hamisi olunacak ve böylece Osmanlının parlak günlerine dönülecekti. Erdoğan da dünya Sunni İslam aleminin lideri olacaktı.

Bir yandan da Suriye Kürtlerinin kendilerini yönetmek üzere kurmaya çalıştığı yapılara engel olunacaktı.

Türkiye’nin savaşın başında koyduğu bu hedeflerin hayalciliği ve imkansızlığı gün geçtikçe net bir şekilde ortaya çıktı. Özellikle bir Rus uçağının sınırda düşürülmesi ve sonrasında Ruslardan özür dilenerek biat edilmesiyle bu politikanın değiştirilmesi sürecini hep birlikte yaşadık. Özür ve biata rağmen Ruslar Türkiye’ye uyguladıkları ekonomik ambargolara devam ettiler.

Türkiye ise bir yandan yarım ağızla da olsa Esad’ın hemen gitmesinin gerekmediğini söyler oldu. Öte yandan da tamamen Rus dış politikasının oyuncağı haline geldi.

Suriye’de bütün çıkış yolları kapalı

Türkiye’nin ABD ile ilişkileri de iyi gitmiyor.

Erdoğan ve ekibinin yeni başkan Trump’tan beklentileri vardı. Obama yönetimi ile bir türlü anlaşamayan Türkiye’nin şimdiye kadar destek görmemiş politikalarının Trump tarafından kabullenileceği düşünülüyordu. O nedenle yeni ABD yönetimine karşı en ufak bir eleştiri bile yapılmıyordu.

Taa ki geçtiğimiz Perşembe günü ABD’nin yeni dışişleri bakanı Tillerson’un Ankara ziyaretine kadar. Çünkü bu ziyaret, Trump yönetiminin Ankara’ya yaptığı ilk üst düzey ziyaretti.

Ziyaret sonrasında Türkiye’yi yönetenleri yeni bir hayal kırıklığı bekliyordu.

Tillerson neredeyse hiçbir konuda AKP’nin tezlerini ve önerilerini kabul etmemişti.

Öncelik AKP yönetiminin bütün ısrarına rağmen YPG-PYD ile mücadeleye değil IŞİD ile mücadeleye verilecekti. Rakka kuşatması, Kürtlerle devam edecekti.

Ve en önemlisi Esad’ın görevden uzaklaştırılması gündemden kesinlikle çıkarılmıştı.

Bu, AKP yönetimi için büyük bir hayal kırıklığı idi. Trump yönetimine ilişkin ilk eleştiriler de hemen arkasından geldi.

Erdoğan tarafından bu işler için kullanılan Başdanışman İlnur Çevik,

"Obama ilişkileri berbat etti" diyoruz, yerine gelen de bir şey yapmıyor" diye yakınıyor. Dışişleri Bakanı Tillerson’u, "Türkiye’yi Rakka’nın DAEŞ’ten alınmasına dahil etmek için karar vermedik" diyerek oyalamakla suçluyor.  ABD’nin YPG’ye ağır silahlar da vererek Türkiye’yi uyuttuğunu ifade ediyor.

Neredeyse aynı saatlerde ABD’nin Birleşmiş Milletlerdeki yeni büyükelçisi

Nikki Haley, Trump yönetiminin Suriye politikasıyla ilgili olarak, "Önceki hükümetin yaptığı şekilde Esad'ın gitmesine odaklanamayız" açıklamasını yapıyordu.

"Önceliğimiz artık orada öylece oturup Esad'ı görevden indirmeye odaklanmak değil" diyordu.

AKP yönetimi, bu açıklamayı da yumuşak bir şekilde eleştirdi.

Şimdilik yumuşak sözlerle geçiştirilmek istenen bu durum, aslında Trump yönetimi ile de iplerin gerileceğinin bir göstergesi.

Aynı zamanda da büyük bir başarısızlığın tescili anlamını taşıyor.

Zaten duvara toslamış olan Suriye politikasının tamamen iflas ettiğini, artık bittiğini gösteriyor.

Bunca sene Esad’ın hemen gönderilmesi ve Suriye Kürtlerinin ezilmesini isteyen AKP iktidarının bu çabası da boşa çıktı.

Şimdi de yendien Esat’a dönüş söz konusu. Çünkü Suriye’de Başka çıkış yolu kalmadı.

Bu politikanın dayandığı veriler yalana dayalıydı. Bu yalanın sonuçları ise Türkiye’ye şimdiye kadar ödenenlerin ötesinde ağır bir fatura olarak dönecek.

İşte yalana dayalı başarı(!) hikayelerinden sadece ikisinin hazin sonu.

Diğer yalan ya da sahte hikayeleri de düşünürsek, Türkiye’nin önümüzdeki dönem toplum olarak nasıl ağır bir bedel ödeyeceği ortaya çıkıyor.

Artık yalanların ve sahte başarı hikayelerinin sonuna gelindi.

Türkiye, şimdi ve gelecekte daha fazla bedel ödenmemesi için bu iktidardan biran önce kurtulmalı.

Bunun için ‘hayır’ umutlu bir başlangıç olabilir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi