Ahmet Nesin
Yalvarmadık kim kaldı Erdoğan!..
Herkes İstanbul belediyesinin bütçesini, doğal olarak da rantını konuşuyor, o yüzden de Recep Tamam Erdoğan’ın bu seçimlere çok asıldığı söyleniyor. Oysa durum hiç de tartışıldığı gibi değil, yani en azından bana göre öyle değil. İlk günden beri Erdoğan bu seçimin yenilenmesini istemedi, bütün konuşmalarında İstanbul’da 25 ilçeyi ve belediye meclisini kazandıklarını söyleyip, belediye meclisiyle Ekrem İmamoğlu’nu engelleyeceğini açıkladı. Aynısını Ankara için de yapacaktı, daha doğrusu kaybedilen bütün büyükşehir belediyeleri için.
Esasında bu bir taktikti ve para dahil bütün engellemelerden sonra CHP’li belediyeler rezil olacaktı ve çok uzun süre bir daha seçim kazanamayacaktı. Ancak uzun zamandır her şey Türkiye’de Erdoğan’ın istediği şekilde gitmiyor, konular daha çok Ergenekon ve Devlet Bahçeli’nin istediği gibi gidiyor ve İstanbul seçimleri yenilenecek.
18 günlük belediye başkanlığında Ekrem İmamoğlu 2-3 şey yaptı ama esas yapacağı belediye bütçesindeki kayıp paraların ne olduğunu bulmak yada nasıl gittiğini kanıtlamak. İşte ipliğin koptuğu yer de tam burası, bütün belediyelerden giden para, bilhassa Ankara ve İstanbul’dan giden para Erdoğan ailesini ciddi bir şekilde rahatsız eden para.
Bu para 2 türlü rahatsız ediyor, birincisi bundan sonra Erdoğan ailesinin yönetici olduğu vakıflara para gelmeyecek olması, ikincisi de daha önce gidenlerin hesabının verilmesi. Hesabının verilmesi Erdoğan ailesi için çok da hoş bişey değil, Meral Akşener’in de dediği gibi büyük savaşlarda bile bu kadar ok atılmamış, yani tam deyimiyle işin oku çıkmış durumda.
Durum böyle olunca Erdoğan olanaksız olduğunu bilmekle beraber kazanmak zorunda hissediyor kendisini ve yapmadığı numara kalmadı. Kürdistan diyenlere bir avazı yerde, bir avazı gökte bağırırken birdenbire Binali Yıldırım Kürdistan milletvekillerinden bahsetmeye başladı. Devlet Bahçeli tersleyince yine geri adım atar gibi durdu.
Yaptığı en ilkel olay Ekrem İmamoğlu’nun otelde İsmail Küçükkaya ile görüşmesinin görüntülerini yayınlatmak oldu. Esasında Küçükkaya Binali Yıldırım ile de görüşecekti ama büyük olasılıkla Yıldırım’a görüşmeme emri verilmişti ve bu oyunun bir parçasıydı. Binali Yıldırım "Emret reisim" tipi birisi olduğundan itirazsız kabul etti, (Bu arada itiraz etse de neye itiraz edeceğini anlayacağını sanmıyorum, yani evet derken kumpası anlamamıştır, konuşmalarından onu çıkardım) ancak sorular neredeyse ilkokul 4-5 seviyesinde olduğundan kabul görmedi.
Artık Erdoğan’ın son çaresi kaldı, bunları 2 nedenden dolayı yapıyor, birincisi yargılanmamak, ikincisi de rezil olmamak. Oysa ne güzel 13 bin farkla Erdoğan "Çaldılar" diye dolaşacaktı ve idare edecekti ama 23’ünde fark 250 bin civarında olduğunda rezil olmak da var, çünkü artık bahane kalmayacak. O zaman çare Abdullah Öcalan’dır, 9 yıldır görüşmek isteyen bir akademisyen yaratılır, Türkiye’ye seçimden 3 gün önce demokrasi gelir ve o kişi Öcalan ile görüşür. Ne tesadüftür ki akademisyenden önce Sabah gazetesi yazarı Okan Müderrisoğlu, Öcalan’ın acaba bir mektubu olup olmadığını merak eder, varsa açıklanması gerektiğini yazar ve akşam mektup açıklanır, ortalık çalkalanır.
Herkes bağırırken en sakin olan Kürtlerdi, HDP yönetimiydi, çünkü bu mektuplara alışıklar ve ne yapacaklarını biliyorlar. Erdoğan buna çok kızmış olmalı ki önceki gece televizyonda Abdullah Öcalan ile Selahattin Demirtaş arasında liderlik kavgası olduğunu söyledi. Ben orada ikilemde kaldım, Öcalan mı HDP başkanlığına, Demirtaş mı PKK önderliğine oynuyor diye. Şimdi bir de Devlet Bahçeli kızmış HDP’ye Öcalan’ı dinlemiyor diye. Ne yalan söyleyeyim, bizim değil ama Erdoğan’la Bahçeli’nin başına taş yağacak sonunda.
Erdoğan neyse de, şu kısa ömrümde Bahçeli’yi Abdullah Öcalan’a yalvarırken gördüm ya, gam yemem artık. Evet, Erdoğan’ın yalvarmadığı 1 kişi kaldı, artık onu da seçimden 1 gün önce, cumartesi günü yazarım.