Eser Karakaş
Yerel seçimler, yerel siyaset, yerel vergiler
Türkiye siyaseti TBMM ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası büyük bir hızla 31 Mart 2024 yerel seçimlerine kilitlendi.
Ancak, şunu unutmayalım, yerli yerine oturtalım kavramları, yerel seçimlerden gerektiği ölçütlerde bahsedeceksek ortada bir yerel siyaset alternatifleri kümesi olması lazım.
Şayet yerel seçimlerde yerel siyaset yaparak, farklı alternatifler sunarak seçilecek yerel seçilmişlerin demokrasinin ve dahi yerel demokrasinin özü olan vergi salma hakları yoksa yerel demokrasiden, yerel siyasetten, yerel seçimlerden bahsetmek ne kadar mümkün olacaktır?
Bir uzun cümle içinde çok fazla “yerel” kelimesini kullandım ama konunun anlaşılması için gerekli muhtemelen.
Siyaset meclislerle, hem merkezi hem yerel meclislerle yapılır, meclislere de meclis kimliğini veren bütçe hakkıdır, bütçe hakkı da hem harcamaların hem de vergi gelirlerinin miktar ve kompozisyonunu belirleme hakkı demektir.
Şayet meclislerin, ülkemiz özelinde TBMM (merkez) ve yerel meclisler, merkezi ve yerel bütçeleri harcama ve vergi ayakları ile ile belirleme hakları yoksa demokrasiden bahsetmek pek mümkün değildir.
Türkiye’de merkezi bütçe hakkı (TBMM) konusunda en azından kağıt üzerinde yani anayasal düzeyde büyük bir sorun yoktur ama yerel düzeyde yerel demokrasiden bahsetmek mümkün değildir, yerel demokrasi yoksa da yerel meclislerin, yerel seçimlerin siyasi anlamı biraz havada kalmakta değil midir?
Basitleştirmek için iki partili, A partisi, B partisi bir sistem düşünelim, A partisi sosyal demokrat, büyük devlet isteyen, B partisi ise siyasi yelpazenin sağında, küçük devlet isteyen partiler olsunlar.
14 Mayıs 2023’de bu iki parti genel seçime girerlerken hedef seçmenlerine kamu giderleri ve geliri alternatifleri sundular, A partisi (sosyal demokrat) daha büyük bir gider bütçesi ve bu giderleri finanse edecek (Maastricht standartlarında bütçe açığı varsayımı ile) büyük bir gelir bütçesi teklif etti.
B partisi ise (daha sağda) daha küçük bir harcama ve daha küçük bir gelir bütçesi sundu, bundan sonrası ise seçmenlerin kararı, seçimlerde TBMM’de A partisi TBMM’de çoğunluğu alırsa merkezi devlet daha fazla harcama yapacak ama aynı zamanda daha da fazla vergi toplayacak (Maastricht), vatandaşlar daha fazla kamu hizmeti, daha az özel mal tüketecekler, siyaset teorisinin iktisadi ayağı bunu gerektiriyor ve bu çerçeve en azından kağıt üzerinde merkez için geçerli ülkemizde.
Bu basit anlatım merkezi devlet-demokrasi için olduğu kadar yerel yönetimler, yerel siyaset için de aynı mantık çerçevesinde geçerli olmalı ki yerel demokrasiden, yerel seçimlerden bahsedebilelim.
Oysa, bizim anayasal sistemimiz yerel seçilmiş meclislerin vergi kanunu yapma hakkını yasaklıyor (Madde 7).
O zaman da yerel seçimlerin, yerel demokrasinin mantığı çok büyük ölçüde zedeleniyor.
Yerel yönetimler için çok tartıştığımız kayyım ve vesayet mantığı sadece İçişleri Bakanlığı’nın seçilmiş belediye başkanlarını görevden alması ile sınırlı değildir, kanımca en büyük vesayet seçilmiş yerel meclislerin yerel vergi salma haklarının anayasal düzeyde olmamasıdır.
YEREL DEMOKRASİ DEMEK İMKANSIZ
31 Mart’ta yapılacak İstanbul Büyükşehir Belediye seçimlerine yukarıdaki A ve B partileri örneklerini uygulayın, şayet partiler Büyükşehir Belediye Meclisi için gelir bütçesi önerilerini seçmene yerel vergilerin konu, matrah ve oranlarına karar veremeden sunacaklar ise buna yerel demokrasi demek imkanı yoktur.
Bu olanak yoksa da ne oluyor, yerel seçimler yerel hizmet önerileri temelinden değil kimlik konuları, yolsuzluk iddiaları üzerinden yürümeye başlıyor ama buna yerel siyaset ve yerel demokrasi demek imkansızdır.
Kimse lütfen yerel meclislerin yerel vergi salma hakkı olan sistemler federal sistemlerdir falan demesin, dünyanın idari yapı olarak en merkeziyetçi devletlerinden Fransa’da Anayasasının 72-2 maddesi yerel seçilmişlere yerel meclislerce salınacak vergilerin matrah ve oranlarını organik yasanın tanıdığı oranlar içinde belirleme hakkını tanıyor.
Anlamsız korkularımızı bir kenara bırakabilirsek inanın demokrasi konusunda alınacak çok mesafe var daha ve bunu da yapabiliriz.
Başka bir yazıda da bizim çok ihtiyaç duyduğumuz organik yasa kavramını ülkemiz için de bir öneri olarak tartışırım.
Eser Karakaş: Kadıköy Saint Joseph lisesi muzunu. 1978’de Boğaziçi Üniversitesi İİBF’den mezun oldu. Doktorasını 1985 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde yaptı. 1996’dan itibaren İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nde profesör olarak ders verdi. Bahçeşehir Üniversitesi İİBF’de Dekanlık yaptı. 2016 yılında 675 sayılı KHK ile ihraç edildi. 2008 yılından itibaren Strasbourg Üniversitesi Science Po’da misafir öğretim görevlisi olarak bulunuyor.