Eser Karakaş
Yolsuzlukların kökeni
Türkiye yine yolsuzluk söylentileriyle çalkalanıyor.
Söz konusu olan da çok yüksek volümlü yolsuzluklar.
Ancak, bu söylentiler ilk kez ortalığa saçılıyor değil.
17-25 Aralık yolsuzluk söylentileri daha çok yeni, herkesin hafızasında.
Cumhuriyet tarihinin yaklaşık tümü de bu söylentilere sahne oldu.
Bu söylentilerin ne kadarı doğrudur, ne kadarı iftiradır bilemem ama benim nedenlerini aşağıda açıklayacağım yapıya dayalı kanaatim bu söylentilerin çok büyük ölçüde doğru olduğu istikametindedir.
Türkiye’de ilginç bir alışkanlık mevcut, herkes yolsuzlukları konuşuyor, eleştiriyor, bence de iyi yapıyorlar ama kimse bu yüksek volümlü yolsuzlukların kökenini araştırmıyor, kurumsal altyapıyı soruşturmuyor.
Bu da gerçekten ilginç bir durum.
Yolsuzluk adeta evrensel bir sorun, dünyanın her ülkesinde görülüyor, en gelişmiş hukuk devletlerinde bile yaygın ama küçük (!) bir farkla.
Fransa’da çok yakın geçmişte bakanlar vergi meselelerinden koltuklarından oldular.
Çok iyi hatırlıyorum, 2013 senesinde Fransa Maliye Bakanı Jerome Cahuzac’ın bir İsviçre bankasında deklare edilmemiş parası çıktı, olay çok büyüdü, görevinden ayrıldı ve yargılandı.
Ancak, miktar ne kadar biliyor musunuz?
Altı yüz bin (600) avro.
Bu parayla bizim Bağdat Caddesi'nde lüks bir daire bile alamayabilirsiniz.
Ama bu para Maliye Bakanının başını yaktı.
Fransa Maliye Bakanının başını yakan altı yüz bin avro bizde dillere düşen yolsuzluk volümlerinin yanında çerez parası mahiyetinde.
Bu iş neden böyle?
Bir iktisatçı olarak bu soruya yönelik benim görüşüm Fransa gibi ülkelerde yolsuzlukların kurumsal temelleri yasalarla, küresel rekabet ortamıyla, AB düzenlemeleri ile adeta sıfırlanmış durumda.
Kamu ihalelerinden, arazi-imar rantlarından, parsel bazında imar değişiklikleri kepazeliğinden büyük paralar götürülemiyor.
Sağdan, soldan tırtıklamalar oluyor ama Maliye Bakanı Cahuzac örneğinde olduğu gibi volümler bizimkilerin yanında çok düşük.
Bizdeki söylenti volümlerine, teşbihte hata olmaz, Suudilerde ulaşılıyor galiba.
Suudilerle ortak yanımız ne?
Kurumsal yapılarımız yolsuzlukları engellemeye uygun değil, hatta tam tersine muhtemelen yolsuzluk dostu mevzuata, kurumsal yapıya sahibiz.
Herkes yolsuzluk dedikodularıyla çok yakından ilgileniyor ama nedense yine kimse "yahu bu kadar para nasıl aşırılıyor?" diye sormuyor.
Gazetecilerin yaklaşımı haklı olarak daha çok olgusal düzeyde bir yaklaşım; yolsuzluğun magazin boyutunu, ahlak boyutunu öne çıkarıyorlar.
Oysa, kanımca çok daha önemli olan bu paraların, kamu parasının çalınmasına olanak sağlayan, hatta bu konuda ısrarcıyım, bu amaca yönelik kamuda kurumsal yapılanma.
Senelerdir ısrarla yazıyorum, söylüyorum, bizde yolsuzlukların en temelinde iki konu var: Kamu ihale kepazeliği ve imar planlarının parsel bazında değiştirilmesine izin veren daha da büyük bir kepazelik.
Araştırın, soruşturun, yolsuzlukların yüzde doksanı bu iki konudan kaynaklanıyor.
Çözümleri de var ama her iktidar bu çözümlerden umacı görmüş gibi kaçıyor.
AKP başta bir hata (!!!) yaptı ve kamu ihale sisteminde Kemal Derviş’in getirdiği Dünya Bankası modelini benimser gibi durdu ama daha iktidarının ilk aylarından itibaren bu yasayı fare gibi ucundan ucundan kemirmeye başladı.
Gerekçe de bu ihale yasası ile "iş yapılamıyor" oldu.
Hangi iş yapılamıyordu bilemiyorum ama muhtemelen AKP iktidarının sonunu da yine bu yasa ve artık tümü ile değişmiş yapısının ürettiği yolsuzluklar getirecek.
AB ile müzakere süreci başladı, bazı dosyalar açıldı, bazılarını Avrupa ülkelerinin bazıları engelledi ama üç dosyanın önünde, biri de kamu alımları dosyası, açılması için bir engel yoktu ama AKP AB ülkelerinin ihale rekabetinden umacıdan korkar gibi korktu, bu dosyayı açtırmadı ama bu dosyanın açılmamasının açtığı kapıdan yolsuzluklar girdi.
Dilimde, parmaklarımda tüy bitti, parsel bazında imar değişikliklerini yasaklayın diye en azından bin defa yazdım, karşımda, iktidarıyla, muhalefetiyle adeta bir duvar vardı.
Türkiye’nin AB meselesine de belki biraz böyle bakmak lazım.
AB müzakerelerinin tıkanmasında en önemli rolü yine kanımca kamu ihale dosyasının açılmasının Ankara tarafından istenmemesi yatıyor.
Türkiye ekonomisi küçük bir ekonomi, dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde biri, ABD ekonomisinin de yine yaklaşık yirmide biri.
Bu tür bir ekonomide yolsuzluklar daha şiddetli oluyor ve en güçlü kaynakları da arazi rantları ve kamu ihaleleri.
Bu yolsuzluk kaynaklarının kesilmesi ile mücadele etmeden yolsuzlukla mücadele görüntüsü de çok inandırıcı olmuyor.
Bu son cümle hem iktidar hem de muhalefet için geçerli.
Hem de yeni değil bu yaklaşım benzerliği.