İnci Hekimoğlu
‘Z Kuşağı’na anlatıyorum
Haftayı yine; planlı, taammüden işlenmiş, seri suçlardan biriyle kapadık. Ama suç ve failleri, bir kez daha karanlık eller tarafından değiştirildi. Nefret suçu işleyenler, Boğaziçi Üniversitesi’nde açılan sergiyi gerekçe göstererek öğrencileri "nefret suçu" işlemek, "bir kesimi diğer kesime karşı kışkırtmak"la suçladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan İçişleri Bakanı Soylu’ya, intihalci rektörden Diyanet İşleri Başkanı’na bütün açıklamalarda ayrımcılığın, nefret dilinin, düşmanlaştırmanın ve hakaretin âlâsını dinledik.
Bütün mesele; Kabe fotoğrafının da olduğu bir kolaj çalışmasının dört bir yanına LGBT-İ bayrakları konmuş oluşu ve söz konusu çalışmanın yere serilerek ‘kutsal’a hakaret edildiği.
İfade özgürlüğünün, rahatsız edici, irkiltici olabileceği; sanata bir kesimin değerlerine endeksli sınırlama getirilemeyeceği, AİHM kararları, evrensel haklar gibi referanslar tamamen boşluğa itilmiş durumda.
"Dini ve manevi değerler" kuşatması, yaşamın bütün alanlarına yayılırken, devletin "laiklik" ilkesinin alenen çiğnenmesi meşru hale getiriliyor.
RTÜK’ün şu açıklamasına bakın: "Son zamanlarda dizi filmler başta olmak üzere, haber ve spor programlarında hatta belgesel yapımlarda yayın ilkeleriyle bağdaşmayan durumların olduğu, ‘dini ve manevi’ değerlere aykırı unsurlarla ilgili yaptırımda bulunulacağı…"
Sen bize Oğuzhan Asiltürk’ü anlatacakken Boğaziçi’ne, oradan RTÜK’e nasıl gittin, diyenler olacaktır.
Aslında çok bağlantılı. Asiltürk, Erdoğan’ın kendisine "manevi değerlerine" uymadığı için İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılacağı "müjdesi" verdiğini açıkladı geçen gün.
Bugüne kadar İslamcıların tepkilerinden ve tepkisizliklerinden anlıyoruz ki, manevi değerleri "Kadının köleleştirilmesi, çocukların istismarı, farklı cinsel yönelimleri linç etme ama erkek çocuklarını ‘badeleme’, yolsuzluk ve rüşvetlere tolerans v.b" konularla son derece uyumlu. Uyuşturucu, kara para işleri de aynı kategoride tabii ki..
Epeydir sesi soluğu çıkmayan, yaşadığından bile haberimizin olmadığı Oğuzhan Asiltürk’ün, Millet İttifakı’nı parçalamak üzere, Saadet Partisi içindeki koçbaşı olarak seçilmesiyle sesi duyulur oldu.
O zaman, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her fırsatta eskilere gidip, "Z kuşağı bilmiyor. Bunları gençlerimize anlatmamız gerekiyor" çağrısına uymak bizim de görevimiz olmalı.
Halen Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanlığı görevini sürdüren Oğuzhan Asiltürk’ü ve dillerinden düşmeyen "dini ve milli değerlerini" size, yakın tarihe ve eski İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’le yaptığım röportaja dayanarak tanıtacağım.
Susurluk Skandalı sonrası kurulan TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu’na ifade verenler arasında Emniyet Kaçakçılık İstihbarat ve Organize Suçlarla Mücadele eski Daire Başkanı Tuncay Yılmaz da vardı. Yılmaz, uyuşturucu kaçakçılığının içinde pek çok siyasinin olduğunu söyleyerek, şu örneği veriyordu:
"RP Van milletvekili Mustafa Bayram’ın bizde dosyası var. Kendisini 5 kez takibe aldık. Daha sonra dönemin Başbakanı Tansu Çiller bu dosyayı isteyince verdik."
Ancak Çiller bu dosyayla ilgili hiçbir işlem yapmaz. Ve konu sümen altı olur. Bu arada, aynı günlerde Tansu Çiller’in Özel Kalem Müdürü Akın İstanbulluoğlu’na ait telefon, Kanada’da yakalanan bir uyuşturucu kaçakçısının üzerinde çıkar. Ancak Çiller seçim döneminde Erbakan’ı uyuşturucu kaçakçılığı ile suçlamaktan geri durmaz.
Çünkü medyaya, MSP’li Halit Kahraman ve Nusrettin Gündüz’ün Alman polisine uyuşturucu satarken suçüstü yakalandığı haberleri düşmüş ve Kahraman ifadesinde Erbakan ve Fehim Adak’ı suçlamıştır. Daha sonra bu ifadeyi geri çeken - Duisburg Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanan- Kahraman 7 yıl hapis cezası alır.
Bunlar olurken hükümet değişmiş; Başbakan Bülent Ecevit, İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş olmuştur. Almanya’ya iki emniyet yetkilisi gönderilerek, Kahraman’ın ifadesi alınır.
Alman yetkililerinin de bulunduğu görüşme, Türk Emniyetinden Mustafa Yiğit tarafından kayda alınır. İnanılmaz iddialarla dolu bu bant kaydı Ecevit ve Güneş’e iletilir.
Erbakan ve Asiltürk, Ecevit tarafından Başbakanlığa davet edilir. Odada Ecevit’le birlikte Hasan Fehmi Güneş de vardır. Güneş, İçişleri Bakanı olarak edindikleri bilgileri Erbakan ve Asiltürk’e aktarır. Uzun bir sessizlikten sonra ilk konuşan Asiltürk olur.
Sorusu çok ilginçtir:
"Müdellel mi?"
Yani, "delil var mı"dır soru.
Güneş’in yanıtı ise oldukça ironiktir:
"Evet, mal yüzde yüz safmış."
Güneş’in tanıklığına göre; Erbakan görüşme boyunca iki elini dizlerinin üstüne koyup, pembe bir yüz ve hareket halinde bir çift gözle susmayı tercih eder.
Hasan Fehmi Güneş, bu konuyla ilgili daha fazla ayrıntı vermeyi reddetse de, sorum üzerine kasedin kendisinde olmadığını söyledi.
Uyuşturucu meselesine girince, bugünün Cumhur İttifakı destekçisi Tansu Çiller’le ilgili anekdot da, Z Kuşağı’na anlatmadan geçilmez.
Susurluk Skandalı patlamadan önce, Almanya başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkeleri, Refah-Yol Hükümetinde Başbakan Yardımcısı olan Tansu Çiller’i işin içinde olmakla suçluyordu.
Bu iddiaları kısmen de olsa doğrulayan ilk resmi ifade, Emniyet İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı’dan gelir.
Avcı, Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadede " hukuk dışı örgütlenmelerin daha sonra çete haline geldiğini" belirtiyor ve Çiller soyadını açıkça dillendiriyordu: "Özer Çiller bazı iş adamları adına iş takipçiliği yapıyor."
Özer Çiller adı ikinci kez Ömer Lütfü Topal’ın avukatı Ekrem Marakoğlu’nun Komisyon’a verdiği ifadede geçer. Oldukça ağır bir iddiayı dile getiren Marakoğlu "Topal’ın ilk eşi Safiye Benli’ye kocasını kimin öldürdüğünü sordum. Bana Özer Çiller’in adını verdi" der.
Şimdilik bu kadar.
Cumhur İttifakı ve destekçilerini tanıyalım, tanıtalım, Z Kuşağı’na anlatalım.