Sahipsiz ucube

Önce şu Washington-Ankara arasındaki müzakere bir sonuçlansın, ki bunun için Trump’ın başa geçmesini beklemek gerekecek… Ondan sonra İmralı-Ankara arasındaki müzakerenin nereye varacağı belli olur…

1 Ekim’den bu yana ‘Biz ne yaşıyoruz?’ dedirten gelişmeler geçtiğimiz hafta baş döndürücü bir hız kazandı…

Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve Ahmet Türk TBMM çatısı altındaki (İYİP dışında) partilerle birbiri ardına görüşmeler gerçekleştirirken, duyduk ki bu görüşme trafiği sürpriz bir şekilde HDP’nin eski Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile devam edecek…

Üstelik, Abdullah Öcalan’la bir sonraki randevunun tarihi de neredeyse kesin. Hatta, AKP Grup Başkanı Abdullah Güler’in DEM Partililer ile görüşmesi ertesinde yaptığı açıklamaya bakılırsa, Öcalan’ın tutsaklığının yakında sona ermesi bile pekala mümkün…

Fakat aynı anda, Rojava’daki gerilim sivillerin hayatını kaybetmesine varacak ölçüde arttı. Dahası, Türkiye’nin SMO’yu desteklemekle yetinmeyerek doğrudan Rojava’ya saldırma ihtimali yeniden gündeme geldi. Neyse ki, içerde işler yolunda gidiyor demeye kalmadan da Akdeniz Belediyesi Eşbaşkanları gözaltına alındı…

Bu yaşananlara bakınca, içinden geçtiğimiz sürecin neden bir türlü adının kon(a)madığını daha iyi anlaşılıyor…

Zira bu ‘ucube’yi tanımlamak kolay değil…

‘Barış’ desen yakışmıyor, çünkü savaşın her türlü çirkinliği yüzüne yansımış…

‘Çözüm’ desen kulağının duyduğuna gözün inanmıyor, ki zaten ‘çözüm’ diyenin ağzı ‘sorun yok’ diye hemen kapatılıyor…

Bu haliyle, aslında sürecin neden sahipsiz kaldığı da belli…

Bir bakıma, istenmeyen çocuk gibi…

Ya da anası babası belli olmayan…

Sahibi meçhul bir ucube…

Ama doğdu bir kere…

Belki de çirkin bir ördek yavrusu gibi zamanla serpilip güzelleşecek…

Tabii bir sahiplenen çıkarsa…

Anlaşılan o ki, bu potansiyeli değerlendirmeye aday olan da yalnızca Öcalan değil…

Daha açık ifade etmek gerekirse, artık bugün sürecin neye evrileceğinin yalnızca Ankara-İmralı hattında değil, aynı zamanda Ankara-Washington hattında süren müzakerelerle belirleneceği ortaya çıktı.

Zira ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken açıkça söyledi: ‘Türkiye’nin endişelerini gidermek üzere, Suriye Demokratik Güçleri’nin içindeki yabancı üyelerin gönderilmesi, bu gücün kontrol ettiği petrol ve sınırlarla ilgili sorunların çözülmesi ve zaman içinde Suriye ulusal güçlerine entegre edilmesi gibi konularda Washington Ankara ile çok yakın bir çalışma yürütüyor’.

Ortada ‘bir iç sorun yok, dış sorun var’ dendiği durumda olacağı buydu zaten…

En başından beri ABD bu sürecin içindeydi aslında…

Sadece bu kadar açık ifade edilmemiş, ABD ‘desteklemek’le sınırlı bir pozisyon görüntüsü vermişti…

Sürecin ‘sahipsiz’ oluşu tam da bundan kaynaklanıyordu demek yanlış olmaz sanırım…

Zira ‘tohum’ ne ‘yerli’ ne ‘milli’…

Türkiye’ye düşen de ‘hami’lik değil, ortaklık…

Daha önceki bir yazımda başlığa çektiğim gibi ‘Kürtlerle İttifak’…

Türkiye ise istemeden kucağında bulduğu bu ‘Kürt- Türk ittifakı süreci’ni, deyim yerindeyse, kitabına uydurma peşinde…

‘Müzakere yok’

‘Çözüm yok’

‘Kürt sorunu yok’

Ne var peki?

‘Emperyalizmin dayattığı ve Türkiye'yi bölmeyi hedefleyen dış Kürt sorunu’ var…

Bu haliyle de sürecin adı olsa olsa ‘Terörsüz Türkiye’…

Peki, hadi senin dediğin gibi olsun…

Fakat işi daha fazla yokuşa sürersen belli ki sırada bekleyenler daha fazla sabretmeyecek…

Hepsini bir tarafa bırak, belki ABD bile gitmekten vazgeçecek…

Zira ABD’nin ‘Kürt-Türk İttifakı’na heveslendiren asıl neden bir an önce Suriye ve Irak’tan çekilmek. Bunu mümkün kılacak koşullardan biri de ABD müttefiki Kürtler ve Türkiye arasındaki savaşa bir son vermek…

Gerçi İran meselesini kökünden halletme heveslisi olanlar da var…

Fakat ABD bunun için kalacak olsa bile, ‘Kürt-Türk İttifakı’ elzem…

Trump da söylemiş zaten. Suriye'deki Amerikan askerini geri çekip çekmeyeceği sorusuna, ‘Bunu size söylemeyeceğim çünkü bu bir askeri stratejinin parçası. Ancak şunu söyleyebilirim ki bu Türkiye ile ilgili bir durum" demiş…

Daha ne desin?

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da ‘Suriye’de muhatabımız ABD’ diyerek yaşananların doğasını teyit ediyor…

Yani, önce şu Washington-Ankara arasındaki müzakere bir sonuçlansın, ki bunun için Trump’ın başa geçmesini beklemek gerekecek…

Ondan sonra İmralı-Ankara arasındaki müzakerenin nereye varacağı belli olur…

Ve belki bize ‘ne yaşıyoruz’ dedirten ‘sahipsiz ucube’nin adı nihayet konulur…