Eser Karakaş
Alevi meselesi, Türkiye ve avara kasnak
Avara kasnak tabirini kimileri bilmeyebilir; benim çok sevdiğim bir laftır, boşa dönen, güç aktarmayan, yani işe pek yaramayan kasnak anlamında bir tabir; bazı konularda benzetmeler için mükemmeldir.
Mecazi anlamı ise avara kasnak gibi dönmek, sürekli hoş olmayan, anlamsız, çözümsüz süreçler üretmek; kimse alınmasın, Türkiye devleti bir avara kasnağa çok benziyor, tartışmalar, atışmalar ama meselelerde çözüm yok.
Avara kasnak çok hızlı döner ama ürettiği bir şey yoktur, çözdüğü sorun da pek yoktur; çözülmeyen sorunların başında da alevi meselesi gelir.
Şöyle bir geriye dönüyorum, doğup büyüdüğüm ülkemin temel sorunlarında kurumsal anlamda pek bir iyileşme, değişme yok; sosyolojik anlamda mutlaka önemli şeyler yaşanıyor ama bu yaşananlar şimdilik kaydıyla verimli dönüşümlere neden oluyorlar mı, hiç emin değilim.
Bugünkü örneğim alevi meselesi üzerinden olacak; bazılarının alevi evlerinin duvarlarına çarpılar koyması yeni bir şey değildir ama siyasal otoritenin ve yetkili bürokrasinin konuya yaklaşımları her geçen gün daha kötüleşiyor.
Çok seneler geçti, alevi meselesinde bir iyileşme yok, muhtemelen durum alevi yurttaşlarımız için daha da kötüye gidiyor.
AKP de 18 senelik iktidarından sonra utanmadan, sıkılmadan "Alevilik konusunda iki (belki de üç) çalıştay yaptık, başka ne yapacaktık?" falan diyebiliyor.
Alevi meselesini sağlıklı tartışabilmek için her şeyden önce devletin laiklik vasfını iyi oturtmak gerekiyor; bireyler, toplum değil, devlet laik olacak ve her türlü inanç, felsefe karşısında eşit mesafede durmayacak, bu çok yanlış bir ifadedir, kamu düzeninin evrensel standartlarda ihlali dışında, kör olacak.
Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) büyük problemini tartışmadan, laik devlet ilkesi doğrultusunda bu soruna neşter atmadan Alevilik meselesinde mesafe almak mümkün değildir, bu nokta iyi anlaşılmalıdır.
Alevilerin bir bölümünün DİB’de temsil talebi de çok yanlıştır, devletin laiklik ilkesine aykırıdır, bu talep sadece "komşuda pişen bize de düşsün, başkaları önemli değil" anlayışıdır.
Alevilerin, hukuka saygılı, hukuk devleti talep eden yurttaşların talebi DİB’in genel idare dışına taşınması ve genel vergilerle finansmanına son verilmesi olmalıdır; çözüm belki serbest iradeye dayalı fonlarla finansman ya da vakıf sistemidir, bu konu tartışmaya açılmalıdır.
Ancak mesele DİB meselesinden de daha büyüktür çünkü laik devleti temsil eden en üst kişi ve kurumlar bizim ülkemizde din üzerine ahkâm kesmeyi, inançları tanımlamayı, kimin nasıl olması gerektiğine, kimin ne olduğu konusunda karar vermeyi kendilerine vazife edinebilmektedirler.
Geçtiğimiz hafta bir konuşmasında Sayın Cumhurbaşkanı "Ali’siz Alevilik" konusunda değerlendirmelerde (!) bulundu ve bu yaklaşımın bir tehdit niteliğinde olduğunu ifade etti.
Bu satırların yazarının Alevilik konusunda da, "Ali’siz Alevilik" konusunda da öyle çok engin görüşleri yoktur ama en azından "Ali’siz Alevilik" denen yaklaşımın da, en nihai analizde, bir felsefi ya da değişik bir inanç yaklaşımı olduğu söylenebilir.
Anlamakta daha zorlandığı konu ise laik bir devletin başkanının bu konulara neden girdiğidir.
Laik bir devletin başkanının bu konulara girebilmesinin yegâne meşru, kabul edilebilir temeli bu inanç ya da felsefe gruplarının herhangi birinin kamu düzenini evrensel standartlarda ihlal etme durumu olabilir ama bu ihtimal, şekilde görüleceği gibi, sadece "Ali’siz Alevilik" için değil, Alevilik dışında başka inanç grupları için daha da gündemdedir, hatta "açık ve yakın tehlike" niteliğindedir (mesela şiddete başvuran her inanç(!), mesela DAEŞ gibi).
Kamu düzeninin ihlali söz konusu olmadığı durumlarda laik bir devletin başkanının inançların niteliği konusunda yorum yapması bile bir anayasa ihlali niteliği taşıyabilir; Aleviliğin şöyle ya da böyle bir inanç grubu, geleneksel İslamın içinde olup olmadığının tanımı, değerlendirmesi laik bir devletin başkanını işi de, haddi de değildir.
Türkiye’nin iki önemli meselesi, başkalarının yanında, Alevi ve Kürt meselesidirler.
Bu iki farklı görünümlü meselenin de de ortak paydası bizim devletin inançlar ve etnik kimlikler konusunda kör olmamasıdır.
Devlet, sadece bir davranış kodu olarak değil, anayasal olarak bile vatandaşını Sünni ve Türk varsaymaktadır; Anayasa madde 136 yani DİB maddesi Sünni vatandaşın, 66. madde de Türk vatandaşın tanımıdır bir açıdan.
136 ile ilgili bir itirazı olana ben de ona bu maddeye dayalı olarak işleyen DİB’in Alevilere, başka inanışlara hangi hizmetleri götürdüğünü sorabilirim.
Türkiye devleti vatandaşını Sünnilik ve Türklük üzerinden tanımlamaktan vazgeçmediği sürece bu topraklarda kalıcı bir huzur pek mümkün değildir.
Anayasal vatandaşlık yani vatandaşının dini inancına ya da inançsızlığına, etnik kökenine kör bir devlet bu kadar mı zordur yani?
Bu sorunları on senelerdir çözemeyen devlet ülkemizde sistemin avara kasnağa dönüşmesinin temel etkeni ve nedenidir.
Son not: Bir ilimizde bir Alevi evinin duvarına ALEXİ yazılmıştır; burada V harfi yerine çarpı koymak anlamına ya da başka bir amaçla X’i kullanmak öyle sokak çocuklarının işi pek değildir kanımca.
Süleyman Soylu çok esti gürledi ama bu çirkin eylemin faili daha yakalanamadı değil mi?