Sizin ikiyüzlü ahlakınız

İstanbul Sözleşmesi’ne saldıranlar baş köşede ağırladıkları sabah programlarında ‘bozulmamasını’ istedikleri aile örneklerini bol miktarda sergiliyor.

İstanbul Sözleşmesi 10.yılını doldururken, kadınlar yeniden 10 yıl öncesine dönüp sözleşmeye sahip çıkma mücadelesi vermek zorunda kalıyor.

Aslında her şey 2016 yılındaki, Boşanmaları Önleme Komisyonu’nun yayınladığı raporla başladı.

Bir öncesi de var. AKP 2012 yılında eğitim sistemini 4+4+4’e çeviren yasayı muhalefet vekillerini döverek, oldu bittiyle komisyondan geçirdi. Bütün okulları İmam Hatip’e çevirerek imamlık yapamayacak olmalarına rağmen kız çocuklarını da bu okullara yönlendirdi.

Nedeni herkesin malumu! Kızların çocuk yaşta evlendirilmelerinin önünü açmak, erkek çocuklarının da iktidarın temsil ettiği sermaye gruplarına çocuk işçi ve çırak olarak ucuz işgücü olmasını sağlamak.

2011 yılında İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan AKP iktidarı, aynı yıl bu düzenlemeleri yaptı. AKP zihniyetini en çıplak sergileyen uygulamalardan biridir. 

Bir zamanlar Erdoğan’ın ağzından çıkan " "Biz bu toplumun içinde yeni bir nizamı hakim kılmanın mücadelesi içindeyiz. Bu mücadeleyi iktidara getirme noktasında gerekiyorsa ne yaparım. Papaz elbisesi dahi giyerim. Bu var mı usulün içinde? Var tabii ki" sözlerinin hüküm süren hali de diyebiliriz.

Bir yandan İstanbul Sözleşmesi’yle AB’ye göz kırparken, bir yandan da bilimsel verilerle asla örtüşmeyen gerekçelerle kadınların kazanılmış haklarını geri almaya hazırlanan iktidar Boşanma Komisyonu raporuyla yol haritasını ilan etti.

Bu rapor rehberliğinde; aile birliğini ve toplumsal yapıyı bozduğu, gelenek ve göreneklere aykırı olduğu iddiasıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması gerektiği propagandası, tetikçi medyadan başlayarak Saray’a uzandı.

İşin ironik yanı; kendi raporlarında kendi iddialarını yalanlamaları oldu. Türkiye’nin evlenme oranında 45 ülke arasında 6’ncı, boşanma oranında ise 43 ülke arasında 26’ncı olduğu belirtiliyor. Rapora göre, Türkiye’deki evlenme hızı 7.7 iken, boşanma hızı 1.7’de kalıyor.

Güncel verileri bilmiyoruz. Zaten iktidarın yayınladığı hiçbir rakamın inandırıcılığı da kalmadı.

Korkunç olan tek gerçek, sadece 2020 yılında 300 kadın öldürülmesi, 171 kadının ölümünün de şüpheli olması. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun 2020 Raporu'ndaki bu verilere, İstanbul Sözleşmesi’nin 10. yılı için Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun (EŞİK) hazırladığı rapordaki tespitleri ekleyin. Sözleşmeden çekilme kararının alındığı 20 Mart’tan bu yana 24 kadın öldürülmüş. Şunu da ekleyelim. Kadınların yalnızca yüzde biri tanımadığı biri tarafından öldürülüyor. Katillerin çoğu aile içinden.

Koca, eski koca, imam nikahına meşruiyet kazandıran yeni dille ‘imam nikahlı eş’, baba, oğul veya erkek arkadaş.

Bu tablo açıkça gösteriyor ki, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanların asıl derdi aile bütünlüğünün bozulması değil; kadının birey olarak var olmasını sağlayacak bütün olanakları yok etmek, erkekleri aileden başlayarak tüm alanlarda tek hakim kılmak.

Eğer dertleri ailenin bütünlüğü, toplumsal yapının bozulması olsaydı, öncelikle AKP’nin 20 yılda yarattığı aile tipini acilen mercek altına almaları gerekirdi.

Saray medyasının baş köşede ağırladığı sabah programlarında ‘bozulmamasını’ istedikleri aile örnekleri bol miktarda sergileniyor.

Eğer bir televizyon programında ünlü olan Palu ailesini istisna zanneden varsa çok yanılıyor.

Bu tür programlarda kadın cinayetleri ve kayıplarının, en masum tabirle bir dizi ‘görev ihmali’ nedeniyle faili meçhul kaldığı anlaşılıyor.

Örneğin 13 yaşındaki Nezen Germiyan’ın, 1 Aralık 2012 tarihinde bir dere kenarında cesedi bulunuyor ama kimin öldürdüğü ortaya çıkarılamıyor. Bu olaydan bir yıl sonra da 4 çocuk annesi Lütfiye Gündüz ortadan kayboluyor.

Öldürüldüğü söylenen Lütfiye Gündüz ile cesedi bulunan kız çocuğu arasındaki ilişkiyi koca polis teşkilatı değil de bir televizyon programı ortaya çıkarıyor.

İşin dikkat çekici kısmı; 300 bin nüfuslu Nevşehir’in 4 bin nüfuslu Nar beldesi gibi avuç içi bir yerde geçen   uyuşturucu, kadın ticareti ve cinayet gibi olaylardan yetkililerin haberdar olmaması. Oysa ekranda anlatılanlara göre, kaybolmadan önce Lütfiye Gündüz’ün evinde yaşanan bıçaklama olayında, polis eve geliyor ama işlem yapmadan gidiyor. 

Çeteleşmenin yetkili ve sorumluları da içine alarak beldelere kadar yayıldığını gösteren başka pek çok örnek ekranlardan kusuluyor. Ama Sedat Peker kadar ünlü olmadıkları için pek haberimiz olmuyor.

Toplumsal çürümenin diğer boyutu ise, İslamcıların dillerinden düşürmedikleri "kutsal aile birliğinde".

Lütfiye Gündüz’ü fuhuşa sürükleyen kocası. Hem kocasının ve kayınbiraderinin hem de ondan para kazanan çete elemanlarının şiddetine uğrayan Lütfiye Gündüz kendi ayakları üzerinde duracağı koşullar olmadığı için "aile birliğini" bozmamış ve hâlâ kayıp.

Küçük Nezen’in ise uyuşturucu bağımlısı babası ve annesinden sürekli dayak yediği söyleniyor. Ailenin en yakın ahbapları ise yine uyuşturucu kullanan ve kadın ticareti yaptığı iddia edilen komşuları. Onlar da karı-koca, yani aile! Nezen’in bu aile aracılığı ile satıldığı iddia ediliyor. Nezen’in katili de henüz belirlenmiş değil.

Bunların tekil örnekler olmadığını program takipçileri bilir. Çoğunluğu muhafazakar görünümlü, dilinden dini imanı düşürmeyen, dışarıdan bakınca son derece ‘sıradan’ bu insanların içinde oldukları ilişkiler ağı dudak uçuklatacak kadar ‘marjinal’.

Geçen 20 yılda, ekonomik kriz, işsizlik, eğitimsizlik nedeniyle çeteleşmenin, çürümenin toplumun kılcal damarlarına kadar indiğine tanık olurken Siyasal İslamcı güruh, İstanbul Sözleşmesi’ne saldırıyor.

İkiyüzlü, sahte ahlak anlayışları tam da burada kendini ele veriyor. Çünkü kadının bir meta olarak kullanılmasında, alınıp satılmasında kendileri için bir tehlike görmüyorlar. Tersine kadınların köleleştirmeye direnecek gücü kazanmasında, birey olarak var olmasında, örgütlenerek geleceklerine sahip çıkmasında bekaları için tehdit buluyorlar.

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak onları sevindirmiş olabilir ama hatırlatalım, sözleşme ilkeleri kadınların mottosu olmaya devam ediyor. 

Tek bir kişinin ve azgın bir azınlığın istekleri, kocaman bir kadın hareketinin bugüne kadar getirdiği mücadeleyi engelleyemeyeceği gibi ülkenin her yanından fışkıran toplumsal çürümüşlüğe kadınların kurban edilmesine de izin vermeyecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi