Senem Aydın Düzgit: Ukrayna işgali, Avrupa’da aşırı sağın işini zorlaştıracak

Prof. Dr. Senem Aydın Düzgit’e göre Avrupa Rusya’yı kültürel açıdan 'bizden', siyaseten 'öteki' olarak algılarken, Putin ise kendisini ‘gerçek Avrupa’nın’ koruyucusu kabul ediyor.

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgal harekâtı hem Putin’in hem de dünyanın beklediğinden çok daha uzun sürerken, Avrupa kıtasında da ciddi siyasi ve askeri etkiler yaratıyor. AB ülkeleri kendi aralarındaki çeşitli görüş ayrılıklarını rafa kaldırırken, henüz üye yapılmamış Avrupa ülkeleri üyelik için bastırıyor, bazıları NATO üyeliğinin yollarını arıyor.

Dahası, şimdiye kadar Putin’i rol model olarak benimseyen, hatta doğrudan Putin destekli, sağ-popülist söylem ve otoriter eğilimleriyle öne çıkan Avrupa sağı açısından da enteresan bir süreç başlıyor.

Peki Ukrayna işgalinin başta Avrupa olmak üzere küresel ölçekli etki ve sonuçları neler olacak? Ukrayna işgali, Avrupa’da yükselen sağ-popülist hareketleri nasıl etkiler? Avrupa siyaseti konusunda Türkiye’nin önde gelen uzmanlarından, Sabancı Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Senem Aydın Düzgit’e kulak veriyoruz…

Putin’in 24 Şubat’ta başlattığı Ukrayna işgalinin Avrupa Birliği’nin yapısını doğrudan etkileyeceği söyleniyor. Şimdiye kadar bu öngörüyü destekleyecek ne tür gelişmeler yaşandı?

Pazartesi günü Almanya Başbakanı Olaf Scholz Türkiye’ye geliyor. Hem bu güncel gelişme yüzünden hem en önemli dönüşümlerden birini Almanya’da göreceğimiz için öncelikle oradan başlayayım. Nitekim Almanya, 24 Şubat’tan itibaren, bir hafta içinde muazzam bir dönüşüm gerçekleştirdi. Almanya savunma konusunda son derece ürkekti ve yıllarca NATO savunma harcama taahütlerinin çok gerisindeydi. Ama Rusya’nın Ukrayna işgaliyle birlikte Almanya’nın savunma ve güvenlik politikalarında çok ciddi bir değişim başladı.

Nasıl bir değişim başladı?

Örneğin daha önce Almanya, bu tip çatışma bölgelerine silah göndermezdi ama Ukrayna konusunda bu tutum kırıldı. Keza Almanya, güvenlik harcamalarının da ciddi biçimde yükseltileceği taahhüdünü verdi. Enteresan olan, Almanya’nın bunu yıllardır Rusya’yla dengeli bir siyaset izleme taraftarı olan sosyal demokratların, kuruluş felsefeleri itibariyle zaten savaş karşıtı olan Yeşillerin ve bütçe konusunda son derece tutucu olan liberallerin oluşturduğu bir koalisyon hükümetiyle yapmasıdır. Oysa sosyal demokratların, Yeşillerin ve liberallerin şu andaki gibi savunma harcamaları konusunda görüş birliği içinde olmaları bundan bir ay önce mümkün değildi. Rusya, Ukrayna’yı işgal ederek Almanya’da imkânsızı da mümkün kıldı.

Peki Almanya’nın Rusya’yla ekonomik ilişkilerinde de gözle görülür bir dönüşüm yaşanıyor mu?

Tabii, şu anda Almanya’nın Rusya’yla ekonomik ilişkilere dair bakışında da ciddi bir değişim yaşanıyor. Mesela Rusya’yla yürütülen Nord Stream 2 Projesi (Kuzey Akım 2 Projesi) hemen iptal edildi. Rusya’nın SWIFT’ten çıkartılması gibi ekonomik yaptırımlar Almanya tarafından hızla benimsendi. Almanya’nın bu kadar radikal bir dönüşüm yaşamasının temel nedeni, Avrupa’da bugüne kadar böylesi bir tehdit algısının yaşanmamasıyla ilgili. Ne Irak işgali, ne Afganistan, ne de Arap Baharı, Almanya’nın güvenlik ve dış politikasında böylesi bir dil birliği yaratabilmişti.

RUSYA’NIN UKRAYNA İŞGALİ, AB ÜLKELERİ İÇİNDEKİ İHTİLAFI SONLANDIRDI

Avrupa siyasetinin diğer temel belirleyici unsuru olan Fransa’da Ukrayna işgali bağlamında nasıl bir dönüşüm yaşanıyor?

Fransa ve Almanya arasında Rusya’ya ağır yaptırımlar uygulanması, savunma ve güvenlik harcamalarına ağırlık verilmesi konularında mutabakat var. Oysa Fransa da tıpkı Almanya gibi, şimdiye kadar Rusya’yla ekonomik çıkarlarını ön planda tutarak dramatik aksiyonlardan kaçınıyordu. Tam da bu noktada, Avrupa siyasetinin Putin yönetimiyle ilişkisi eleştiriye değer öğeler içeriyor.

Ne gibi?

Putin yönetimi yıllardır muhalifleri kıyıp geçirirken, Kırım’ı ilhak ederken, sınırının ötesinde operasyonlar yaparken, Suriye’yi baştan aşağı karıştırırken, Avrupa ne Ukrayna işgali sonrası yaptığı gibi Kuzey Akım 2 Projesi’ni iptal etmeye, ne de Rusya’nın politikalarını etkileyecek yaptırımlara yöneldi. Yani Rusya’nın Ukrayna işgali öncesinde de Fransa, savunma ve güvenlik konusunda Almanya’dan çok daha iddialı önerilerle ortaya çıkıyordu ama Rusya’yla ilişkisi konusunda çok da farklı bir hat çizmiyor, ekonomik çıkarlarını önceliyordu.

EKONOMİK İLİŞKİLERİN RUSYA’YLA ÇATIŞMAYI ENGELLEYECEĞİ TEZİ YANLIŞ ÇIKTI

O halde Avrupa’nın Ukrayna işgaline kadar Rusya’nın, Putin’in her türlü politikasına göz yumduğunu söylemek mümkün mü?

Hayır, bu tutumu tüm Avrupa’ya genellemek yanlış olur. Çünkü 2004 ve 2007 yıllarında AB üyesi olan orta ve doğu Avrupa ülkeleri, Baltık ülkeleri yıllardır Rusya’ya karşı çok daha iddialı ve sert pozisyon takınılması gerektiğini söylüyordu. Bunlar, başta Almanya ve Fransa olmak üzere AB’nin ana kurucu ülkelerini Rusya’ya yumuşak davranmakla, Rusya’nın gerçek hedef ve iddialarını görmemeyi seçmekle suçluyordu. Neticede Rusya’nın Ukrayna işgali, AB ülkeleri içindeki bu ihtilafı sonlandırdı.

Almanya’nın şimdiye kadar savunma ve güvenlik harcamalarına ağırlık vermemesinin nedeni İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çizilen rotayla mı, yoksa bugünküne benzer bir tehdit algılamasının hiç gündeme gelmemesiyle mi ilgiliydi?

Almanya’nın özellikle Rusya politikası geçmişte üç ana eksen üzerinde inşa edilmişti. Bir kere Almanya kendisini Rusya dâhil Doğu Avrupa ile Batı Avrupa arasında arabulucu pozisyonda konumlandırıyordu. İkincisi, ekonomik ilişkilerin Rusya’yla çatışmayı engellediği, engelleyeceği düşünülüyordu. Üçüncüsü ise Avrupa güvenlik mimarisinin ancak Rusya’yla birlikte sağlanabileceği, Rusya’sız bunun mümkün olamayacağı anlayışı Almanya siyasetinin, dış politikasının genel pozisyonuydu. Fakat Ukrayna işgali, Almanya’daki bu üç tezi de yanlışladı. Böylesi bir işgal karşısında tarafsız kalınamayacağı, ekonomik iş birliğinin çatışmayı engellemediği, bilakis, Rusya’nın çatışma kapasitesini güçlendirdiği görüldü.

ALMANYA VE FRANSA’NIN EKONOMİK ÇIKARLARI ÖNCELEYEN POLİTİKALARI PUTİN’İ İŞGAL KONUSUNDA CESARETLENDİRDİ

Ekonomik iş birliği Rusya’nın çatışma kapasitesini nasıl güçlendirdi?

Çünkü Almanya ve Fransa’nın şimdiye kadar Rusya’nın uluslararası ihlallerini görmezden gelen ve ekonomik çıkarları önceleyen politikaları Putin’in Ukrayna’yı işgal etme konusundaki cesaretine de katkı sundu. Fakat doğrudan AB üyesi ülkelerle sınırdaş olan Ukrayna’nın işgali artık Avrupa’nın güvenliğinin de tehdit altında olduğunu, dolayısıyla Putin’in yarattığı tehdide karşı tarafsızlık gibi bir pozisyonun olamayacağını gösterdi.

AB’nin otoriter liderlerle yönetilen başka rejimlerle de yürüttüğü pragmatist ilişkiler var. Hep bahsedilen demokrasi, insan hakları gibi değerler, otoriter rejimler lehine, siyasi ve ekonomik çıkarlar adına feda edildi. Sizce Ukrayna işgali sonrasında AB, bu pragmatist ilişkilerin maliyeti konusunda yeni bir hizalanmaya geçer mi?

Muhtemeldir. Doğrusu çok önemli bir konuya değindiniz. Bugüne kadar Putin’in iç siyasette muhalifleri sert biçimde bastırdığı, hatta farklı Avrupa ülkelerindeki muhalifleri bile hedef aldığı, bazılarının zehirlendiği biliniyor. Avrupa bunları kınamakla yetiniyor ama ağır sonuçları olacak hiçbir yaptırım uygulamıyordu. Halkı bastırarak hareket kabiliyetini artıran otoriter liderler herhangi bir yaptırımla karşılaşmadıkları gibi, basını da tek sesli hale getirerek kendi rejimlerini sürdürülebilir hale getiriyorlar. Nitekim Ukrayna işgali sürecinde Putin sosyal medya kısıtlamalarıyla Rus halkının bilgiye erişimini de engelledi.

PUTİN KENDİ OTORİTER SİSTEMİNİ AVRUPA’YA İHRAÇ ETMEK İÇİN SİSTEMATİK ÇALIŞMA YÜRÜTTÜ

Daha 2006 yılında, Putin’in Çeçen savaşını eleştiren Rus gazeteci Anna Politkovskaya öldürülmüştü…

Tabii, aslında Avrupa bugün olanları önceden öngörmemiş değildi. Fakat başta Almanya, Fransa, İtalya olmak üzere AB’nin kurucu ülkeleri başından beri kendi ulusal ekonomik çıkarlarını riske atmamak için Rusya’yı "idare etme" politikası güttü. Ama bu esnada Rusya’nın otoriter sistemi Rusya’yla sınırlı kalmadı, AB’ye de sirayet etti. Putin kendi sistemini Avrupa’ya ihraç etmek için yıllardır sistematik bir çalışma yürüttü.

Bunu nasıl yaptı?

Bunu, Avrupa siyasetindeki sağ popülist partilere maddi ve manevi çok ciddi destekler vererek yaptı. Mesela Putin, Macaristan’daki sağ popülist lider Viktor Orbán’ın, İtalya’da Matteo Salvini’nin, Fransa’da Le Pen’in baş destekçilerinden biri oldu. Putin’in AB’ye karşı yaptıkları sadece bunlar değil. Rusya, AB’de çözülmeyi kolaylaştıracağını düşündüğü belli başlı pek çok hareketi destekledi. Bu konuda da ilk akla gelen, İngiltere’nin AB’den ayrılmasıyla sonuçlanan Brexit hareketi.

UKRAYNA İŞGALİ, AVRUPA’DAKİ RUS DESTEKLİ SAĞCI LİDERLERİN İŞİNİ ZORLAŞTIRACAK

Putin, Brexit’i destekliyor muydu?

İngiliz gazetesi The Guardian’ın birkaç yıl önce yayınladığı bir tefrikada, Brexit kampanyasının arkasında çok ciddi bir Rus finans desteğinin olduğu belgeleriyle ortaya kondu. Üstelik AB’den ayrılıp ayrılmamanın oylandığı referandum sonuçları birbirine çok yakın çıkmıştı. O dönemki dezenformasyon kampanyalarında da yine ciddi bir Rusya katkısı olduğu biliniyor. Dolayısıyla Rus desteğinin İngiltere’nin AB’den ayrılması konusunda belirleyici olduğu bile iddia edilebilir. Yani Putin, AB’ye kendi otoriter rejimini alternatif model olarak aşırı sağcı hareketler üzerinden Avrupa’ya dayatıyordu. Putin, Avrupa Birliği içindeki göreli bütünlüğü içten içe sonlandırmak ve birliği dağıtmak için elinden geleni ardına koymadı. Fakat Ukrayna işgalinden sonra artık bu stratejiyi sürdürmesi zor görünüyor.

Neden?

Çünkü Putin uyumakta olan Avrupa Birliği’ni uyandırdı. Aynı zamanda Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Avrupa’daki sağ hareketleri daraltacak, en azından işlerini zorlaştıracak. Yakın zamanda bunu test etmemiz de mümkün olacak. Örneğin Fransa’da seçimler yaklaşıyor ve Putin’le geçmişteki yakın ilişkileri ve ortaya çıkartılmış maddi bağlantıları, Le Pen için en büyük dezavantaj olacak. Keza bahar aylarında Macaristan’da seçimler olacak ve her ne kadar Orbán’ın Putin’le yakın ilişkileri varsa da, Macaristan’ın da Rusya’yla tarihsel travmaları var. Dolayısıyla Orbán’ın işi de zor. Aynı şey Polonya Başbakan Yardımcısı, otokrat Jarosław Kaczyński için de geçerli. Bu ülkelerdeki toplumların ontolojik olarak Rusya’ya karşı korkuları var ve Ukrayna işgali bu korkuları had safhaya çıkardı. Dolayısıyla Putin’den destek alan veya onu rol model olarak benimseyen ve aynı zamanda sağ-popülist söylemle oy başarısı kazanan Avrupalı aşırı sağcı liderlerin artık işi çok zor.

İngiltere’nin 31 Ocak 2020’de ayrılmasıyla birlikte AB’nin geleceği de tartışma konusu olmuş, başka üye ülkelerde de AB’den ayrılma yanlısı gruplar ortaya çıkmıştı. Fakat Ukrayna işgaliyle birlikte İngiltere’nin AB’den ayrılmasının bir hata olduğu da konuşuldu. Sizce önümüzdeki dönemde İngiltere’nin tekrar AB’ye dâhil olması gündeme gelebilir mi?

Zannetmiyorum. Ukrayna işgali esas olarak Avrupa’nın güvenlik mimarisine yönelik bir tehdit oluşturuyor. Dolayısıyla İngiltere açısından AB’den ziyade NATO üyeliğinin önemi şu anda daha ön planda. Öte yandan hem Rusya’ya yönelik yaptırımlarda, hem de savunma-güvenlik iş birliği konusunda İngiltere ile AB arasında net bir pozisyon birliği var. Fakat bunun, İngiltere’nin tekrar AB üyesi olması konusunda bir kapı aralayacağını düşünmüyorum. Çünkü dediğim gibi, İngiltere zaten NATO üyesi ve tehdit algılamasına karşı öne çıkan birlik AB’den ziyade NATO. Ayrıca İngiltere kendisini AB’den ayırdığı için daha bağımsız bir küresel aktör gibi hareket ettiğini iddia edebiliyor. Dolayısıyla kısa ve orta vadede tekrar AB üyeliğine başvuracağını düşünmüyorum.

İNGİLTERE’NİN AYRILMASIYLA AB’NİN DIŞ POLİTİKADA ORTAK HAREKET ALANI GENİŞLEDİ

Gelelim AB’nin geleceği konusuna…

Evet, dediğiniz gibi, Brexit sürecinde AB’nin dağılmakta olduğuna dair tartışmalar yapılıyordu. Özellikle Türkiye’de iktidar çevreleri, "zaten dağılıyorlar, bizim üyelik için çaba sarfetmemize gerek yok" türünden bir söyleme başvuruyordu. Fakat Brexit süreci AB üyesi diğer ülkeler için bir uyarı işareti oldu. Çünkü ayrılmanın İngiltere için çok sancılı olduğu, buna mukabil AB açısından çok da ciddi bir kayıp anlamına gelmediği görüldü.

İngiltere’nin ayrılması AB açısından ciddi bir kayıp olmadı mı gerçekten?

Elbette hem ciddi bir pazar hem de küresel bir aktör olarak İngiltere’nin ayrılması AB açısından kayıptı ama bir yandan da İngiltere, AB’nin bir çok küresel kararına ket vuruyordu. İngiltere’nin gitmesiyle AB içinde özellikle dış politikada ortak hareket alanı genişledi ve dediğim gibi, İngiltere’nin Brexit’le yaşadığı sancılar, ayrılmaya meyyal diğer AB üyesi ülkelerin kamuoyları açısından uyarıcı oldu. Ukrayna işgaliyle birlikte de NATO kadar AB üyeliğinin de önemi bu ülkeler tarafından daha net anlaşıldı. İsveç, Finlandiya gibi NATO’ya henüz üye olmamış AB ülkelerinde NATO’ya’ya dâhil olma talebi artarken, Danimarka gibi AB’nin savunma politikalarına dahil olmayan bir üye ülkesi AB’nin savunma politikalarına dâhil olma konusunda 1 Haziran’da bir referandum yapacağını ilan etti.

Henüz AB veya NATO üyesi olmamış bazı Doğu Avrupa ülkelerinin yolunu, Ukrayna savaşının sonucu mu belirleyecek? Putin Ukrayna’da muvaffak olamazsa, üye olmayan Doğu Avrupa ülkelerinde AB ve NATO’ya yanaşma eğiliminin artacağı, Putin işgalin kazananı olursa da Rusya korkusundan dolayı söz konusu ülkelerde batıya yanaşma eğilimin bastırılacağı söylenebilir mi?

Aksine, Rusya korkusu bu ülkeleri Avrupa’ya itiyor. Ama savaşın nasıl, hangi koşullarda, ne zaman sonlanacağı henüz meçhul. Dolayısıyla şimdiden tahmin yapmak doğru olmaz. Bununla beraber şu ana kadar ortaya çıkan donelere baktığımızda, örneğin AB üyesi Doğu Avrupa ülkesi Macaristan’daki gelişmeler dikkat çekici.

RUSYA ÖZELLİKLE TERİTORYAL ÇATIŞMA BÖLGELERİNDE KENDİSİNİ VAR EDEBİLİYOR

Macaristan’da ne tür gelişmeler yaşanıyor?

AB’nin başta insan hakları, hukukun üstünlüğü olmak üzere temel değerlerini içeriden çökertmek isteyen ve Putin’le yakınlığıyla bilinen Orbán gibi bir otokrat bile, AB’nin Rusya’ya yönelik yaptırımlarına direnmedi ve bu yaptırımlara dâhil oldu. Yani üye olan Doğu Avrupa ülkelerinin bile AB’den dışlanma korkusunu hafife almamak gerekiyor. Aynı şekilde Polonya’daki Kaczyński gibi otokrat liderlerin de eli zayıflamış durumda. Polonya’da otoriterlik var ama çok ciddi bir Rus karşıtlığı da var. Az önce söylediğim gibi, çok uzun bir zamandır AB üyesi Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, Batı AB ülkelerini Rusya konusunda uyarıyorlardı. Çünkü geçmişten gelen Rusya korkuları hep devam etti, bugün ise zirveye çıktı.

Bir de AB üyesi olmayan kıta ülkeleri var…

Tabii, Rusya korkusundan dolayı yüzleri AB’ye dönük ama üye olamamış Gürcistan, Moldova gibi ülkeler de var. Rusya, özellikle teritoryal çatışma bölgelerinde kendisini var edebiliyor. Yani çatışmayı bahane edip bölgeye giriyor ve orada konuşlanıp söz sahibi oluyor. Ukrayna’daki Donbass, Moldova’da Dnestryanı bölgelerinde, Gürcistan’da 2008’deki Rus işgalinde, Azerbaycan-Ermenistan savaşında bunları gördük. Yani Rusya’nın kendi doğal jeopolitik hakkı olarak gördüğü çatışma bölgelerine girdiği, buralarda varlık gösterdiği ve giderek hak talep ettiği bir tabloyla karşılaşıyoruz. Böyle bir tabloda Gürcistan ve Moldova, Rusya korkusundan dolayı yüzlerini AB’ye dönüyor. Nitekim geçtiğimiz hafta, Ukrayna’yla beraber bu iki ülkenin de AB’ye üyelik başvuruları yaptığını gördük. Sadece Doğu Avrupa ülkelerine değil, Balkanlar’a da bakmak gerekiyor.

PUTİN’İN AB’Yİ İÇERİDEN ÇÖKERTME PROJESİNİN ÖNEMLİ AYAKLARINDAN BİRİ BALKANLAR

Balkanlar’da neler oluyor?

Sırf bu soru üzerine saatlerce konuşabiliriz ama Putin’in AB’yi içeriden çökertme projesinin önemli ayaklarından birisi Balkanlar’dır. 1999’da BM kontrolüne alınan Kosova’nın 2008’de bağımsızlığını ilan ederek Sırbistan’dan ayrılması Rusya açısından affedilemez bir gelişme olarak görülmüştü. Ama Rusya’nın aynı zamanda Sırbistan’la, Bosna-Hersek’le yakın ilişkileri var. Putin uzun bir süredir savaş sonrası Balkanlar’da oluşmuş güvenlik mimarisini de altüst etme çabası içinde. Ukrayna işgalinden sonra başta Kosova, Bosna, Makedonya olmak üzere Balkanlar’da da Rusya korkusu olağanüstü artmış durumda ve bunlar da son birkaç haftadır AB üyelik süreçlerinin hızlandırılması için girişimlerde bulunuyor. Aslında Sırbistan da AB üyeliği için çok talepkârdı ve üyelik sürecinde ön sıradaydı ama oradaki otokratik rejim Putin’e çok yakın olduğu için bu tutum üyelik süreçlerini ciddi biçimde etkileyebilir. Zaten Sırbistan’ın Rusya’ya yaptırımlara da dâhil olmaması çok önemli bir başka gelişmedir.

UKRAYNA DAHİL, SADECE GÜVENLİK TEHDİDİ VAR DİYE BİR ÜLKENİN AB’YE ALINMASI MÜMKÜN DEĞİL

Bahsettiğiniz ülkelerin NATO üyeliği konusunda da benzer talepleri var mı?

Zaten söz konusu ülkeler hem AB hem de NATO üyesi olmayanlar NATO üyeliği için bastırıyorlar.

Türkiye’den de bildiğimiz üzere belli kriterleri yerine getirmeyince üye yapılmıyorsunuz. Ukrayna işgalinden sonra, özellikle Rusya tehdidine karşı AB’nin genişlemek için üyelik kriterlerini esnetmesi söz konusu olabilir mi?

AB’nin genişleme politikası NATO’nunkine benzemez. Çünkü AB, ulus üstü bir kurum olduğu gibi, belli alanlarda egemenlik devrine dayanan, bir çok ekonomik ve siyasi politika alanlarında derin entegrasyona girmiş bir birlik. Dolayısıyla AB üyeliği bu entegrasyona uyacak kriterleri karşılamaktan, 35 ana başlıklı devasa bir müktesebatı kendi ulusal müktesebatına geçirmekten ve bunları uygulayabildiğinizi göstermekten geçer. Tüm bunlara ek olarak, özellikle Macaristan ve Polonya’daki otoriterleşmenin de etkisiyle, üye namzeti ülkelerin demokratik konsolidasyonlarını geri dönülemez biçimde geliştirdiklerini ve uyguladıklarını kanıtlamaları bekleniyor. Çünkü üye olduktan sonra otokrasiye yönelindiğinde, AB’nin bunu geri döndürme imkânları çok az. Ukrayna, Moldova, Gürcistan üyelik için başvurup bu konuda tazyik yapabilir ama bu başvuruların öngörülebilir bir gelecekte tam üyeliğe dönüşeceğini zannetmiyorum.

Neden?

Çünkü üyelik müzakereleri süreci son derece zorlu. Sadece güvenlik tehdidi var diye bir ülkenin AB’ye alınması çok da mümkün görünmüyor.

Ukrayna için de geçerli mi bu?

Tabii, hem de şu anda en çok Ukrayna için geçerli! Çünkü orada halihazırda bir savaş var ve savaşın nasıl sonuçlanacağı, sonuçlandığında Ukrayna’nın ne halde olacağı belli değil. Görebildiğimiz kadar Ukrayna’nın geleceği konusunda çok umutlu sonuçlardan bahsetmek de mümkün değil. Fakat AB son zamanlarda başka bir şeye kafa yoruyor.

AVRUPA BİRLİĞİ "FARKLILAŞTIRILMIŞ ENTEGRASYON" MODELİNE GİDİYOR

Neye?

Genişleme politikası zor ve aday ülkelerin buna uyum sağlaması hem zor hem de çok uzun zaman alıyor. Dahası, AB’nin mevcut üyelerinin de bu genişlemeyi hem ekonomik hem de siyasi açıdan hazmetmekte zorlandığı biliniyor. O yüzden AB son zamanlarda "farklılaştırılmış entegrasyon" adı verilen bir modele gidiyor.

Ne demek "farklılaştırılmış entegrasyon"?

Belli alanlarda kapasitesi olan ama üyelik için tam kapasiteye erişememiş ülkelerin sadece kapasiteye sahip oldukları alanlarda entegrasyonunu öngören bir model bu. Aslında AB içinde zaten bu model var. Nitekim bazı AB üye ülkeleri Schengen’e, bazıları Euro’ya dâhil değil. Keza AB üyesi olmadıkları halde AB pazarıyla çok entegre bir ekonomi politikası güden İzlanda, Norveç gibi kuzey ülkeleri de var. Farklılaştırılmış entegrasyon modeline dair en büyük eleştiri, ortada hiyerarşik bir ilişkinin olması ve üye olmayan söz konusu ülkelerin karar alma ve politika yapım süreçlerinde herhangi bir söz hakkının olmaması. Bundan sonra en azından karar alma süreçleri konusunda bazı değişikliklere gidilebilir. Ama bunlar çok iddialı adımlar ve AB çapında hukuki değişikliklere gidilmesi, AB anlaşmalarının revize edilmesi gerekiyor. Oysa 2007 yılından, Lizbon anlaşmasından beri böyle bir revizyon yapılmıyor. Yine de üyelikten ziyade farklılaştırılmış entegrasyon için adımların atılması daha muhtemel görünüyor.

AVRUPA RUSYA’YI KÜLTÜREL OLARAK "BURALI", SİYASİ OLARAK "ÖTEKİ" GÖRÜYOR

Temel bir meseleye gelelim: Avrupa açısından Rusya hep potansiyel bir tehlike mi, Avrupa’ya ait olmayan bir diyar mı? Avrupa tarihsel olarak Rusya’ya hangi nazardan bakıyor?

Dediğiniz gibi güncel değil, tarihsel arkaplanı olan ve karşılıklı kimlik algılarıyla da oluşmuş bir ilişkiden söz ediyoruz. Avrupa siyasi söyleminde Rusya kültürel olarak Avrupalı olarak görülür. Yani kültürel olarak Rusya, Avrupa açısından "bizden biridir", öteki değildir. Örneğin Türkiye’yle Rusya’nın uluslararası sistemdeki rolü birbirine benzediği halde Avrupa’da Rusya’ya karşı kültürel bir ötekileştirme yoktur. Ama siyasi olarak Rusya, Avrupa’nın bir parçası olarak görülmez. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte Rusya hep gelişmiş Avrupa’nın siyasi yollarını, yapısını öğrenmekte olan ülke olarak çerçevelendirilir. Yani Rusya siyasi sistem açısından "geriden gelen, öğrenen ülke" olarak konumlandırılır. Yani Rusya, Avrupa açısından kültürel değil, siyasi ötekidir. Putinizm de Rusya’nın siyasi öteki olarak görülmesini güçlendiriyor.

Peki Putin veya egemen Rus siyaseti Avrupa’yı ne olarak görüyor?

Putin, "esas Avrupa benim, benim değerlerim de esas Avrupa değerleri" diyor.

Ne demek bu?

Putin’e göre geleneksel Hristiyan değerleri, ataerkillik, LGBTİ karşıtlığı Avrupa’nın esas değerleridir ve bunlar Avrupa’da kaybedilmiş, Rusya’da korunmaktadır. Putin kültürel değerlere, dine, milliyetçiliğe, egemenlik yapısına atıf yaparak "gerçek Avrupa değerleri bunlardır ve koruyucusu da benim" diyor. Ona göre "Rusya dışındaki Avrupa" bozulmuş, çürümüş olandır. Dahası Putin çoğu zaman Avrupa’yı değil, "batıyı" referans alır.

PUTİN AVRUPA’YI KÜÇÜMSER, ABD’Yİ MUHATAP ALIR

Batıdan kastı ABD mi?

Tabii, Putin Avrupa’yı küçümser, ABD’yi muhatap alır.

İkinci Dünya Savaşı’ndaki yıkımdan beri başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleri savaş sahası olmamaya özen gösteriyor. Hatta Avusturya’da herhangi bir savaşa dahil veya taraf olmak, "daimi tarafsızlık yasası" uyarınca yasak. Özellikle Almanya ve Fransa’nın Ukrayna işgaline yönelik tutumları ve güvenlik algıları, Avrupa’nın yeni bir silahlanma çağına adım atması ve yeni bir çatışma sahasına dönüşme tehlikelerine mi işaret ediyor?

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, özellikle Avrupa Birliği, kıtanın sivil entegrasyon gücü olarak ortaya çıkmış ve işin güvenlik boyutu da ABD ile NATO’ya devredilmişti. Fakat Ukrayna işgali, Avrupa’nın savunma mekanizmalarının güçlendirilmesi tartışmalarını tekrar gündeme getirdiği gibi NATO’yu da uyandırdı. Keza artık sadece Pasifik’e odaklanacağına dair sinyaller veren ABD, Avrupa kıtasında bir savaş söz konusu olduğunda orada bulunacağını net biçimde gösterdi. Buna ek olarak Avrupa’nın savunma mekanizmalarına dair tartışmalar da tekrar artıyor.

NATO ve ABD’nin askeri gücü varken, Avrupa’nın savunma mekanizmalarına dair tartışmalar niye artıyor?

Bir kere Ukrayna işgalinden önceye dayanan ve özellikle Fransa’nın ittirici rol oynadığı stratejik otonomi tartışmaları yeniden canlandı. Buna göre Avrupa artık jeopolitik bir aktör olarak daha fazla sahnede olmalı ve bunun için de dış savunma ve güvenlik mekanizmalarında, yeri geldiğinde ABD’den bağımsız biçimde hareket kabiliyetine kavuşmalı.

UKRAYNA İŞGALİ, ALMANYA’YI MACRON’UN STRATEJİK OTONOMİ ÖNERİSİNE HIZLA YAKLAŞTIRDI

Bu Macron’un iteklediği bir fikir, değil mi?

Evet, aynen öyle. Macron iktidara geldiğinden beri bunu itekliyor ama Almanya’yı ikna edemiyordu. Çünkü Almanya şimdiye kadar NATO’yu da işaret ederek buna gerek olmadığını, Rusya’nın da idare edilebilir olduğunu savunan bir dış politika benimsiyordu. Fakat Ukrayna işgali tam da burada bir yarılma yarattı ve Almanya’yı Macron’un stratejik otonomi önerisine hızla yaklaştırdı.

Peki Macron’ın bu önerisinin arkasında nasıl bir kaygı yatıyordu?

Çünkü Fransa, artık ABD’ye güvenilemeyeceğini düşünüyordu ve Trump’ın iktidara gelmesiyle bu argüman güçlenmişti. Macron’a göre ABD iç siyasi dengeleri kırılgan, ülkede çok derin bir kutuplaşma var ve bu koşullar altında ABD’nin Avrupa’nın güvenliğini sonsuza kadar koruyacağına inanmak güvenli değil. Dolayısıyla Avrupa kendi başının çaresine de bakmalı.

UKRAYNA İŞGALİ, AVRUPA’DA ABD’YE DAİR GÖRÜŞ AYRILIKLARINI CİDDİ BİÇİMDE TÖRPÜLEDİ

Ukrayna işgaline karşı ABD’nin sert tutumu, Macron’un bu anksiyetesini azaltmıyor mu?

Her ne kadar Ukrayna işgali sürecinde ABD hâlâ Avrupa’nın güvenliği konusunda nasıl bir konumda olduğunu göstermiş olsa da, bunun kalıcı olup olmayacağına dair şüpheler, Macron’un önerisini güçlü tutmaya devam ediyor. Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler arasındaki iktidar değişikliği ABD dış siyasetinde belirleyici olmaktan çıktığında ancak, Macron’un önerisinin etkisi azalabilir.

Yani AB ancak ABD’ye olan güvenini yitirdiğinde yeni bir silahlanma stratejisi benimseyebilir, öyle mi?

Evet, Avrupa’nın yolu ABD’nin tutumuyla doğrudan ilişkili olacak. Öte yandan AB, dış politika belirlemelerinde oy çokluğuna değil, oy birliğine göre hareket eder. Ukrayna işgalinden önce de bu kaidenin kaldırılması yönünde ciddi tartışmalar vardı. Çünkü oy birliği kuralı, AB’nin dış politikada hızlı ve anlamlı aksiyonlar almasının engelleyebiliyordu. Dolayısıyla yakın gelecekte bu kaidenin kaldırılması da gündeme gelebilir.

RUSYA VE UKRAYNA ARASINDAKİ SAVAŞ AYNI ZAMANDA YÖNETİM ŞEKİLLERİNİN DE MÜCADELESİ

Avrupa ülkelerinde ABD’ye bakış konusunda temel bir görüş birliği var mı?

Hayır, özellikle Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin ABD’ye bakış açısıyla diğer AB ülkelerinin bakışı arasında fark var. Doğu Avrupa ülkeleri için ABD ve NATO’nun Avrupa’daki varlığı elzemdir. Bu ülkeler hiçbir zaman ABD ve NATO’dan bağımsız, özerk bir savunma fikrine sıcak bakmazlar. Fakat aynı bakış başta Fransa ve Almanya olmak üzere diğer ülkelerde egemen değildi. Ukrayna işgali ise Avrupa’da ABD’ye bakış konusundaki ayrılıkları ciddi bir biçimde törpüledi.

Yakın zamana kadar AKP’nin propaganda aktörleri Putin, Trump ve Erdoğan olmak üzere üç dünya liderinin varlığından bahsediyordu. Trump gitti, Ukrayna işgalinin sonucuna göre Putin’in akıbeti de belli olacak. Erdoğan açısından da eski "güçlü lider" imajının uluslararası alanda pek bir karşılığı kalmamış gibi görünüyor. Böylesi bir durumda Türkiye’nin kendisini Ukrayna işgali sonrası "yeni Avrupa’ya" uyarlaması nasıl mümkün olabilir?

Demokrasiye geçmeyen bir Türkiye’nin, önümüzdeki dönemde oluşacak yeni Avrupa mimarisinde etkin ve güvenilir bir aktör olması mümkün değil. Çünkü mevcut savaş sadece Rusya ve Ukrayna arasında gerçekleşen, jeopolitik bir savaş değil. Bu aynı zamanda bir yönetim şekillerinin de mücadelesi. Putin, hiçbir denge-denetleme mekanizmasına tabi olmayan otokratik bir liderin neler yapabileceğini gösterdi. ABD zaten Trump’la tehlikeyi görmüş, Avrupa da Putin’le birlikte bunu deneyimlemiş oldu.

Dolayısıyla Türkiye’de ciddi bir demokratik dönüşüm oluşmadığı sürece, önümüzdeki dönemde AB farklılaştırılmış entegrasyon politikasını derinleştirse bile, Türkiye’yi bu sürece dahil etmeyebilir. AB şimdiye kadar nasıl ki Rusya’ya "idare edilmesi gereken ülke" olarak bakıyorduysa, Türkiye’ye de öyle bakıyordu. Tabii mülteci anlaşması ve Türkiye NATO üyesi olduğu için de bu böyleydi. Türkiye bundan sonra da "idare edilmesi gereken ülke" olarak görülebilir ama ciddi bir demokratik dönüşüm olmazsa, demokrasinin de belirleyici bir etmen olduğu yeni Avrupa mimarisinde yer alması çok zor görünüyor

UKRAYNA İŞGALİYLE KÜRESEL ÖLÇEKTE DEMOKRASİYE İLGİ ARTABİLİR

Trump, Putin, Orbán, Erdoğan, Bolsonaro gibi otoriter liderlerle birlikte küresel ölçekte popülist, otoriter liderler alanının daha da genişlediği ve demokrasinin sonuna gelindiği tartışmaları yapılıyordu. Sizce Putin’in Ukrayna işgaliyle birlikte dünyada demokrasi değerlerini ne bekliyor?

Bence Ukrayna işgaliyle birlikte küresel ölçekte demokrasiye ilgi artacak. Yakında, demokrasi döneminin bittiği tartışmalarının sonuna gelebiliriz. Son on yıldır siyaset bilimindeki en büyük tartışmalardan biri popülizmin yükselişi, liberal uluslararası düzenin çöküşüydü. Ukrayna savaşıyla birlikte ABD’de Trump, Rusya’da Putin, Türkiye’de Erdoğan, Macaristan’da Orbán, İtalya’da Salvini, Fransa’da Le Pen gibi liderlerin ve onların temsil ettiği yönetim biçimleri giderek güçten düşebilir. Ukrayna işgali hakikaten çok büyük bir olay ve yıllara yayılacak küresel sonuçları olacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İrfan Aktan Arşivi