Tülay Hatimoğulları neden hedefte?
Hatimoğulları’na yönelik saldırıların nedeni, sadece olası bir barış sürecini baltalamak değil, aynı zamanda yeni bir çatışma zeminini örgütlemek.
AKP-MHP iktidarının barışı kurmak gibi bir niyeti olmayabileceğine dair şüpheli ve eleştirel yaklaşım ile barış olduğunda kendilerinin taslarındaki haklarının kepçelerle alınıp Kürtlerin tasına doldurulacağına dair hasetli yaklaşımı birbirine karıştırmamak gerekiyor. Şüpheli, ihtiyatlı ve eleştirel yaklaşım bu sürecin gerçekten adil bir barış ve demokrasi için verilen mücadelenin zeminine dönüştürülebilir. Hasetli yaklaşım ise süreci zehirleyebilir ve yukarıdan bir “anlaşma” sağlansa bile, bunun barışa evrilmesine engel olabilir, iktidara şimdikinden daha otoriter ve giderek totaliter bir rejim tesis etme fırsatı yaratabilir. İktidarın belli bir kanadı, tam da bu nedenle suyun bulanık kalmasından memnun, Erdoğan’ın “kadife eldiven içindeki demir yumruk” tehditlerinden medet umuyor olabilir.
Neticede Türkiye’de savaş ve çatışma yanlısı ve giderek hizipleşmeye başlayan kesimler, kişiler Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmelerin barışa evrilmesini engellemek için çeşitli hamlelerde bulunuyor, bulunacak.
Çünkü şu an barış isteyen kesimler, 2013-2015 sonrasından ne kadar ders çıkardılarsa, savaş isteyenler de tersi yönden o kadar ders çıkardılar. Dolayısıyla 2015’ten beri birbirlerine bilenmiş taraflar arasındaki hassas noktaları provoke ederek bir kez daha barış ihtimalini ortadan kaldırmanın mümkün olduğuna dair bilgileri ve deneyimleri var.
Bu kesimler açısından “yendik-yenildiler” söylem sahası, tarafların birbirlerine olan bilenmişliğinin ve güvensizliğinin zeminine oturtulduğunda son derece işlevsel. Yenenin yenilenle yaptığı anlaşmaya barış değil, teslim almak denir. Dolayısıyla barış karşıtları açısından taraflar arasında bu duyguyu yeşertmek, barış için kurulacak masayı daha baştan ayaksız bırakmanın en önemli araçlarından biridir ve şu anda bu yol deneniyor.
Bu nedenle barış karşıtları, başta DEM Partililer olmak üzere siyasi yöneticilerin açıklamalarını, hatta mimiklerini bile mercek altına almış; ufak bir işareti bile ortalığı ayağa kaldırmak veya süreci zehirlemek için kullanmaya çalışıyorlar, çalışacaklar. Üstelik önceki çözüm sürecinden farklı olarak iktidar bu sefer geniş toplumsal kesimleri sürece ikna etmek üzere seferber olmuş da değil.
SÜRECİ ZAMANA YAYMAK, ACELEYE GETİRMEK KADAR RİSKLİ
Haliyle barış karşıtları, süreç zamana yayılırsa etkili hiziplere dönüşmeye ve husumeti toplumsallaştırma konusunda ellerinin daha rahat olduğunu görmeye başlayabilir. Şu aşamada devletin kendilerine ne kadar alan tanıyacağına dair yoklama yapıyor, “barış” girişiminin bir Osmanlı oyunu olup olmadığını anlamaya çalışıyorlar. İktidarın, esas olarak da Erdoğan’ın bu süreçte mütereddit veya mesafeli görünmeye devam etmesi, söz konusu kesimlerin alanlarını genişletmelerini de beraberinde getirir.
Öte yandan, önceki çözüm süreci bitirilir bitirilmez bu kesimlerin içinden nasıl yıkıcı bir canavar çıktığını Cizre bodrumlarında insanlar yakılırken, öldürülenlerin bedenleri sokaklarda sürüklenirken, IŞİD barış talep edenleri katlederken gördük. Fakat söz konusu kesimler önceki süreç iki yıla yayıldığı için faşist zihniyeti örme konusunda yeterince zamana sahip olmuşlardı. Şimdi ise biraz gafil avlanmış gibi hissediyorlar.
AKP-MHP belki de Rojava’da ön almak için yeni sürecin hızlı ilerlemesini isterken, Kürt hareketi ve Öcalan da savaş yanlılarının kendilerine toplumsal-siyasal-askeri zemin yaratmalarını engellemek için acele ediyor olabilir, bilemiyorum. Süreci zamana yaymak, aceleye getirmek kadar risk faktörleri barındırıyor. Bu dengenin çok iyi kurgulanması elzem görünüyor.
HATİMOĞULLARI’NIN SÖZLERİ ÖCALAN’IN UYARISININ MEALİ
DEM Parti Eş Genel Başkanı Hatimoğulları’nın önceki gün (5 Ocak) Diyarbakır’da yaptığı bir konuşmada, “Tarihsel bir kırılma anından geçmekteyiz. Bu tarihsel kırılma anında, ya pozitif yönde bir kırılma gerçekleşecek; barışı inşa edeceğiz. Ya negatif yönde kırılmalar gerçekleşecek, her yer Gazze olacak” deyince çözüm karşıtları harekete geçti.
Hatimoğulları söz konusu ifadelerinde önceki çözüm sürecinin bitişiyle birlikte başlayan felaket dönemine atıf yapmıyor olabilir ama, sonuçta o dönem Şırnak, Cizre, Nusaybin, Yüksekova, Diyarbakır-Sur ve daha pek çok şehir ve kasaba bir nevi “Gazze” olmadı mı?
Ayrıca Türkiye’de yeni iç çatışmanın yaratacağı sonuçlara işaret etmek Kürtlere veya Türkiye’ye yönelik bir tehdit olarak okunacaksa, o zaman Devlet Bahçeli’nin 12 Kasım 2024 tarihli konuşmasındaki şu sözlerini de aba altından gösterilen sopa olarak okumak gerekiyor: “Devletin gücünü kaybetmesi ve egemenliğini bölüşmesi halinde sisin dağılarak farklılıkların genişleyen çatlaklardan sızması ve büyümesi kaçınılmazdır. İşte felaket de budur. İntisap veya vatandaşlık esasının büyüyen bu çatlakların yıkıcı etkisiyle terk edilmesi, devletin etnik kimlikler üstünde yeniden inşa edilmeye çalışılmasına yol açar ki, bu süreç kanlı ve çetin bir boğuşmaya çanak tutmak, davetiye çıkarmaktır.”
Üstelik Hatimoğulları 6 Ocak’ta yaptığı açıklamada çarpıtılan sözlerini tekrar kaidesine oturtarak şu ifadelere yer verdi: “Barışçı çözüm her türlü yıkımdan da kaçınmanın tek yoludur. Vurgulamak istediğim de bu konudur. Böyle bir dönemde tepki veya tehdit dili ile herhangi bir çözüm elde edilemeyeceğini tecrübelerle bilen bir partiyiz. Esas meselemiz, en sağlıklı şekilde barışçı ve demokratik çözümün gerçekleşmesi için adımlar atılmasıdır.”
Ayrıca Hatimoğulları 5 Ocak Diyarbakır konuşmasında devamla şöyle demişti: “O nedenle devletin aklına biz buradan seslenmek istiyoruz bir kez daha: İmralı’da gerçekleşen bu görüşme yetmez. İmralı kapıları açılmalıdır. Sayın Öcalan’ın barış için, Ortadoğu’nun barışı için de, sadece Türkiye için değil, bütün Ortadoğu’nun barışı için çalışabileceği fiziki koşulların sağlanması gerektiğinin altını buradan bir kez daha çiziyoruz.”
Hatimoğulları’nın konuşmasının önü kesilmeseydi, hemen öncesinde bu uyarıyı Öcalan’ın mesajına dayandırarak yaptığı da anlaşılacaktı: “Sayın Öcalan’ın heyetimize söylediği bir iki noktayı sizlerle paylaşmak istiyorum. 7 maddelik açıklamayı yaptık, onları elbette izlediniz. Sayın Öcalan şunu söylüyor: ‘Suriye’deki gelişmeleri herkes yakinen takip etmelidir. Filistin’deki, Gazze’deki gelişmeleri herkes yakinen takip etmelidir. Bugün emperyalist güçlerin bölgede oynamak istediği oyunlara baktığımızda Türkiye Kürdistanını da diğer bölgeleri de her yeri Gazze'ye çevirmek istiyorlar. Bu nedenle Kürt sorunu çözülmelidir. Bu nedenle onurlu bir barışa imza atılmalıdır’ diyor. Bizler de bu sözlerin arkasındayız.”
Zaten DEM Parti İmralı heyetinin aktardığı mesajında da Öcalan bu vurguyu net olarak şöyle yapıyordu: “Gazze ve Suriye’de yaşanan hadiseler göstermiştir ki, dışarıdan müdahalelerle kangrenleştirilmeye çalışılan bu sorunun çözümü artık ertelenemez bir hal almıştır. Bunun ciddiyetiyle doğru orantılı bir çalışmayı başarıya ulaştırmak için muhalefetin de katkı ve önerileri değerlidir.”
Dolayısıyla Hatimoğulları’nın konuşması, Bahçeli’nin ve Öcalan’ın birbirlerinden farklı cephelerden ve zihinlerden yaptıkları uyarının bir nevi meali niteliğinde.
HATİMOĞULLARI TAŞIDIĞI BEŞ KİMLİK NEDENİYLE HEDEFTE
Peki her iki taraf da bu sürecin başarıyla nihayetlenmemesi halinde felaketin kapıda olduğunu vurgularken, neden Hatimoğulları savaş ve çatışma yanlısı kesimlerin yürüttüğü nefret operasyonuyla sınanıyor?
Savaş yanlısı kesimler, İmralı heyetinde yer alan Sırrı Süreyya Önder’in “Türkmenliği”, Pervin Buldan’ın “Araplığı” ikna edici bir nefret söylemi yaratmadığı için, zaten uzun zamandır gözlerini diktikleri Hatimoğulları’na Diyarbakır’daki konuşması üzerinden ateş etmeye başladılar. Çünkü bu yeni hedef, tam da Suriye’de Arap Alevilere karşı nefretin körüklendiği, Türkiye’deki Alevilere yönelik nefretin yeni kılıfı olarak “siyasal Alevicilik” gibi kasti ucube kavramsallaştırmaların yapıldığı, Alevilerin devrik diktatör Esad’la aynı bohçaya soruşturularak hedef alınmaya çalışıldığı, Kürt hareketlerinin İsrail’le aynı çuvala sokulmak istendiği bir dönemde işlevsel görülüyor.
Hatimoğulları’na yönelik saldırıların nedeni, sadece olası bir barış sürecini baltalamak değil, aynı zamanda yeni bir çatışma zeminini örgütlemek. Sonuçta Hatimoğulları gençlik yıllarından beri mücadelenin içinde olan bir sosyalist, bir kadın olarak da, Arap ve Alevi olarak da DEM Parti’ye saldırmak için “uygun” bir isim.
1977 yılında Hatay-Samandağ’da doğmuş, lise yıllarında sosyalist mücadeleye katılmış, İnsan Hakları Derneği’nde yöneticilik yapmış, Amargi Kadın Akademisi ve Kadın Emeği Kolektifi’nde çalışmalar yürütmüş, Türkiye Barış Meclisi’nde, Demokrasi İçin Birlik Hareketi ve Halkların Demokratik Kongresi’nde yer almış ve yolları adım adım Kürt hareketiyle kesişerek önce HDP’den, ardından DEM Parti’den milletvekili olmuş ve nihayet partinin eş genel başkanı seçilmiş olan Hatimoğulları’nın serüvenini kişisel olarak görmemek gerekiyor. Hatimoğulları, DEM Parti’nin farklı kimliklerin buluşma noktası olduğunun da ifadesi.
O yüzden Hatimoğulları’nın taşıdığı kimlikler, onu bu ülkede bir sosyalist, bir kadın, bir Arap, bir Alevi ve nihayet DEM Parti Eş Genel Başkanı olarak birden fazla kesimin hedefi haline getirmeye ve onun üzerinden barış ihtimalini zehirlemeye ziyadesiyle uygun görülüyor. Ayrıca hedeflerden biri de DEM Parti’yi DEM Parti yapan farklılıklarından, bileşenlerinden koparmak ve daha “korunaksız” bir yapı haline getirmek, buluşma noktası olmaktan çıkarmak. Başka bir yazının konusu olarak, Selahattin Demirtaş’ın bu sürecin dışında bırakıldığına dair tezviratın arkasında da bu hedef yatıyor.)
Sonuçta sosyalist bir kadını, Türkiyeli bir Arap Aleviyi DEM Parti’nin eş başkanlığına getiren kapsayıcı ideolojik yaklaşım, hangi taraftan olursa olsun tekçi zihniyetlere karşı büyük bir meydan okuma olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla Hatimoğulları’na, sözleri çarpıtılarak yapılan eleştiriler DEM Parti’nin etnik, cinsiyet, inanç özgürlükçü, çoğulcu ideolojik çizgisine, nihayet yeni sürece karşı da bir saldırı olarak görülebilir.