Öcalan’la röportaj

Şu anki düğümü çözecek ve geleceğe dair netlik sağlayacak en sağlıklı yollardan biri, gazetecilerin İmralı’ya gidip Öcalan’la röportaj yapmalarına izin verilmesi…

Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki mesajıyla durulaştırdığı su, tarafların içine attığı taşlarla, özellikle de YPG’nin geleceği üzerinden tekrar bulanıklaşıyor.

Oysa Öcalan’ın 27 Şubat’ta DEM Parti heyetiyle yaptığı görüşmeden sonra PKK’ye ilettiği ve kamuoyuyla paylaştığı “silahları bırakma” ve “kendini feshetme” çağrısı son derece net ve anlaşılır bir dille kaleme alınmıştı: “Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.”

Aslında İmralı’dan silah bırakma çağrısı bekleniyordu ama Öcalan örgütün tamamen kendini feshetmesini isteyerek süreci çok daha ileri bir aşamaya taşıdı. Süreci başlatan Devlet Bahçeli, çağrının ertesi günü, 28 Şubat’ta “İmralı’da kaleme alınan açıklama baştan sona değerli ve önemlidir” açıklaması yaparken, bir sonraki gün de PKK Öcalan’ın çağrısına olumlu yanıt verdi; fesih kongresini toplayacağını ve ateşkes ilan ettiğini açıkladı.

Öcalan’ın sadece silahları bırakma değil, örgütü de feshetme çağrısı, ve PKK’nin de buna olumlu yanıt vermesi, sürecin akamete uğraması beklentisi içindeki kesimler açısından tam bir hayal kırıklığı, ezber bozucuydu. Savaştan, çatışmadan ve militarizmden beslenenler bir anda boşluğa düştüğü için, tutunabilecekleri başka dallar aradılar. İlk etapta çağrının neden önce Türkçe okunmadığına odaklanıldı ve ırkçı hezeyanlar eşliğinde bunun tartışması yapıldı. Ardından Öcalan’ın neden “terörist olduklarını” söylemediği, özür dilemediği vs, ipine sarılındı. Oradan da bir yol alınamadı. PKK’nin ateşkes ilan etmesi ve fesih kongresini topla yacağını açıklaması ise neredeyse elde hiçbir koz bırakmıyordu. Ve fakat militarist cenah bu sefer de çağrının YPG ve SDG’yi kapsayıp kapsamadığı sorusuna odaklandı.

27 Şubat’ta İmralı’ya giden 7 kişilik DEM Parti heyetindekiler verdikleri mülakatlarda, beyanatlarda bu çağrının SDG’yi kapsamadığını aktarırken, Sırrı Süreyya Önder ise 3 Mart’ta katıldığı bir TV programında bu çağrı için “ilkesel olarak herkesi kapsıyor” dedi ve ekledi: “Ama özgünlüğü olan yapılar içinde bir şart, şerh söz konusu değil. Bu iradeyi beyan etmişiz. Bu iradenin X alanda nasıl uygulanmasını da birlikte konuşalım, tartışalım; bir yere varalım” dedi.

SDG Komutanı Mazlum Abdi başta olmak üzere Suriye’deki tüm Kürt aktörler de Öcalan’ın çağrısının kendilerini kapsamadığını açıkladılar.

Fakat MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 9 Mart günü yaptığı yazılı açıklamada çağrının YPG’yi de kapsadığını ileri sürdü: “27 Şubat İmralı çağrısı PKK terör örgütüyle birlikte diğer bütün uzantı ve grupları açıkça bağlamaktadır. YPG’nin ve buna benzer terörist oluşumların anılan çağrıdan muaf ve istisna olduklarını iddia etmeleri, çatlak ses çıkaranların bu mesnetsiz görüşü bir plan dahilinde paylaşmaları örgütsel ve kurucu önderliğin doğasıyla tamamıyla çelişkilidir.”

Öcalan’ın çağrı metni 27 Şubat’tan beri sağdan-soldan yüzlerce tartışma programına, makaleye, uluslararası çapta habere, siyasi söylemlere konu oldu. Keza Almanya ve ABD başta olmak üzere pek çok ülke bu konuda açıklamalar yaptı, süreci desteklediğini ilan etti. Ama sonuçta sürece dair elimizdeki tek somut belge Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” başlıklı metni. Ve nihayet aradan geçen on günlük sürecin sonunda, Bahçeli’nin 9 Mart’taki açıklamasıyla birlikte, metnin içerdiklerinden ziyade içermedikleri ana gündeme dönüştü ve aslında artık Öcalan’ın tekrar devreye girmesi kaçınılmaz hale geldi.

Peki Öcalan tekrar, nasıl devreye girecek?

İmralı heyeti tekrar gidecek, metinde olmayanlara dair Öcalan’la görüşecek, adadan dönüp açıklama yapacak, o açıklama da yeni soru işaretleri yaratacak ve 27 Şubat’ta hızlanmış olan süreç giderek hantallaşıp provokasyonlara açık hale mi gelecek?

Elbette böyle olmamalı. Sürecin bütün aktörleri her gün basına açıklamalar yaparken, sosyal medya hesaplarını aktif olarak kullanırken, sürecin en önemli aktörü olan Öcalan’ın düşüncelerini bütünlüklü olarak aktarma şansı neredeyse sıfır. Belki de sürecin önündeki en büyük engel bu.

İmralı heyetinin diplomatik görüşmeleri devam ederken, sürece başka bir aktör olarak basının eşlik etmesi neden sağlanmıyor?

Bahçeli’nin “kurucu önderlik” olarak işaret ettiği Öcalan’ın tüm bu tartışmalara dair görüşleri, değerlendirmeleri ve aslında bütünlüklü olarak bu sürece dair nasıl bir tasarımı olduğunu mevcut yöntemle öğrenmenin imkânları çok kısıtlı.

Tarafların da, kamuoyunun da zihninde Öcalan’ın fikirlerine dair sayısız soru işareti var. Bu soru işaretleri giderilmedikçe, Öcalan aktif bir biçimde tartışmaların içine dahil olmadıkça, süreç hantallaşmaya, dolayısıyla provokasyonlara ve giderek zehirlenmeye açık hale geliyor.

“İmralı sürecine” dair mevcut düğümü çözmenin yöntemi ise gayet basit. Öcalan 25 yıldır temel bir aktör olarak İmralı’da tutulurken bir kez olsun gazetecilere konuşamadı. Oysa şu anki düğümü çözecek ve geleceğe dair netlik sağlayacak en sağlıklı yollardan biri, İmralı’ya gazetecilerin gitmesine izin verilmesi.

Gazetecilerin Öcalan’la görüşmesi, kamuoyu adına akıllardaki bütün soruları etraflıca sorup yanıtlarını alması, hem bu sürece, hem de Öcalan’ın tasarımına dair 27 Şubat’taki metinde olmayan her şeye dair netlik sağlayabilir.

Tabii İmralı’ya gidecek gazetecilerin kim veya kimler olacakları da son derece önemli. Sadece iktidara yakın bir gazeteciyi alıp Öcalan’ın karşısına oturtursanız, aktarılacak olanlar işi daha da karmaşık ve tartışmalı hale getirir, şüpheleri artırır.

Dolayısıyla belki de İmralı’ya bir-iki değil, farklı kesimlerden yayın organlarından çok sayıda gazeteci aynı anda gidebilmeli. Herkes kendi okuyucularının sorularını aktarıp yanıtları alabileceği gibi, böylesi bir kapsayıcılık, olası manipülasyonlara karşı da emniyet sübabı olur.

Aslında şu ana kadar Adalet Bakanlığı’na ben dahil pek çok gazeteci Öcalan’la röportaj yapmak için başvurdu. Fakat henüz kimseye olumlu veya olumsuz bir yanıt verilmiş değil. Belki de Devlet Bahçeli nekahet döneminde yürüttüğü telefon diplomasisinin bir parçası olarak Adalet Bakanı’nı bunun için arayabilir ve gazetecilerin İmralı’ya gidişinin yolu açılabilir. Tabii sürecin gerçekten netliğe kavuşturulması isteniyorsa…