Koray Düzgören
Hukuk katliamlarını 'Görünmez el'e mi, 'MHP'ye mi' bağlasak?
AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın Meclis'teki grup konuşmasını izliyorum.
Konuşmasına, 'Gezi olaylarının finansörü' suçlamasıyla bazı akademisyen ve sivil toplum örgütü yöneticilerine yönelik gözaltı haberleriyle başlıyor.
Bu operasyonu eleştiren ülkelere sert mesajlar gönderiyor.
Osman Kavala'nın da bu nedenle tutuklandığını ima ederek devam ediyor:
"Gezi Parkı ile ilişkili kişiler gözaltına alındı. Batı'dan ve malum çevrelerden açıklama geliyor. Dünyada bu işlerin finansörü olduğu gibi, Türkiye'de de finansörü olan kişiler var. Batı, bu kişileri içeri alınınca neden rahatsız oluyor? Kendi ülkenizde olunca feryad figan. Türkiye'de olunca akademisyendir falan filan. Siz bunları bizim külahımıza anlatın."
Erdoğan'ın sözleri, bana kalırsa sadece bu hukuk katliamlarını eleştiren uluslararası camiaya değil, bir süredir benzer uygulamaları iktidar koalisyonundaki güç çekişmelerine bağlayan ve adeta Erdoğan'ın sorumluluğunu ikinci plana indirgemeye çalışan bazı çevrelere ve kalemlere yönelik bir mesaj.
Tabii içinde böbürlenme, "Bakın biz bunlarla nasıl mücadele ediyoruz" diyerek belli kesimlere, iktidarı oluşturan güç odaklarına gönderme yok mu? Kuşkusuz var.
Üstelik yerel seçimler yaklaşırken ve işlerin hiç de iyiye gitmediği yandaş sondajlarda bile ortaya dökülmüşken tribünlere oynamak da var.
Gerekçe, amaç ne olursa olsun. Sonuç ortada ve bu sonucun sorumlusu açıkça Meclis'ten duyana duymayana sesleniyor:
"Kavala ve arkadaşlarını Gezi'nin sorumluları ve finansörleri olarak ben hapse attırdım" diyor.
NORMALLEŞME DERKEN 'GÖRÜNMEZ EL' DEVREDE
Peki, o kalemlerden biri geçen gün gerçekleştirilen gözaltılardan sonra attığı tweet'lerde ne yazmıştı?
"Büyük resim bize şunu gösteriyor: Birileri, Kaşıkçı cinayeti sonrası Ankara'nın yakaladığı manevra alanını, içeride akademisyen tutuklayarak daraltmaya çabalıyor. Peki bunlar kime hizmet ediyor? Sahi...?
Devam ediyor:
"Görünmez el" yine devrede. "Türkiye Kaşıkçı cinayetinden sonra geniş bir manevra alanı yakaladı. Avrupa ve ABD ile yakınlaşma yaşanıyor, içeride normalleşme arzusu telaffuz ediliyor. Tam o anda görünmez el devreye giriyor. Normal mi?"
Bir başkası ise, bugün yarın Türkiye'ye gelecek olan AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Mogherini ve AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Hahn'ın ziyaretine değinerek,
"Tam da önümüzdeki hafta Ankara'da Avrupa Birliği ile üst düzey görüşmelerin yapılmasından önce, akademisyenler, insan hakları savunucuları gözaltına alındı. İlginç..." mesajını atıyor.
Hakikaten çok ilginç. Bu görünmez el kimin eli?
Ülkede normalleşmenin konuşulduğu bir dönemde, iktidarın da Kaşıkçı cinayetindeki rolü nedeniyle geniş bir manevra alanı yakaladığı bir sırada bu gözaltılarla iktidara çelme atmak isteyen hangi güçler olabilir?
CEMAATÇİLERİN YERİNİ DOLDURAN MHP'LİLER
Bir başka kalem, bir Ankara gazetecisi ise, son hukuk cinayetlerinden ve gözaltı dalgasından bürokraside Cemaatcilerin yerini alan MHP'lileri sorumlu tutmayı uygun görüyor.
Bunu, bu konuda yakınan bazı AKP'lilerin kulislerde fısıldadıklarını naklederek yapıyor. Hukuk rezaletlerini Koalisyon içindeki AKP-MHP çekişmesine bağlama kolaycılığına başvuruyor.
O da diğerleri gibi gözaltıların AKP-MHP iktidarı ile AB arasındaki yakınlaşma ve diyalogun başladığı sürece denk gelmesini kuşkuyla karşılıyor ve "Tam da Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında uzun süredir beklenen önemli bir toplantının öncesinde geldi son gözaltı dalgası" diyerek AKP'ye yönelik operasyonun zararlarını açıklamayı sürdürüyor:
"Türkiye'nin ABD ile ilişkilerinin kötüleşmesi ve ABD yaptırımlarına karşı AB ile benzer çizgide yer almasından itibaren belli bir ısınma gözleniyordu. Yani sadece yurt dışındaki Türk araştırmacıları cezbetmek amacıyla yapılan girişimleri değil, Türkiye'nin AB ile yeniden yakınlaşma çabalarını da zora sokucu bir niteliği oldu son gözaltı dalgasının."
İnsanın "Vah vah!" diyesi geliyor. Erdoğan tam da normalleşme adımları atma hazırlığındayken bu gözaltı operasyonu gerçekleşmiş!
Sonra da Ankara'nın karanlık kulislerinden bir söylentiyi fısıldıyor.
AK Parti çevrelerinde son zamanlarda bir kuşkunun baş gösterdiğinden söz ediyor. "Acaba Emniyet ve yargıdan temizlenen Cemaatçilerin yerini alan ve çoğu MHP çizgisindeki kadrolar da kendi siyasi gündemleri uyarınca bulundukları devlet görevlerini istismar ediyor olabilirler mi?"
Resmi beyanlara yansımasa da özel sohbetlerde dile getirilmeye başlanan bir görüşmüş bu.
Tıpkı Cemaatçilerle ortakken onları devletin en önemli kadrolarına yerleştirip sonra da bütün kötülüklerin onlar tarafından gerçekleştirildiğini söyleyip, "Aldatıldık" demeye benziyor.
Sanki devlet kadrolarına, yargı bürokrasisine MHP'lileri yerleştiren AKP iktidarı ve onun lideri değilmiş gibi...
ERDOĞAN'IN TALİMATI: AİHM KARARI BİZİ BAĞLAMAZ
Bu konulardaki vahim hataları ve hukuk katliamlarını kulislerde fısıldayan AKP'liler kapı arkalarında ağlaşmak yerine, önce kendi sorumluluklarını ortaya koymak zorundalar. Ülkede olup biten hukuksuzluklar, insan hakları ihlalleri ve hâkim olan vicdansızlık ortamının sorumluluğunu başka yerlerde aramasınlar.
Aslında 'Gerçek sorumluyu aramak' oyununun arkasında yine aynı amaç yatıyor. Erdoğan ve çevresini bu işin sorumluluğundan kurtarmak.
Bu Ankara gazetecisi, AKP'nin icraatlarını yansıtırken eleştiriyormuş gibi göstererek aynı şeyi yapardı. Sorumluyu başka yerlerde aramayı tercih ederdi. Hatta bazan, "Danışmanları Erdoğan'ı yanıltıyor olmasın?" şeklinde sorular sorardı. Şimdi köşesi yok ama kendi bloğunda yine bildiği yolda devam ediyor.
"İşin içinde MHP kadroları var, Erdoğan'ı zor durumda bırakıyorlar" demek istiyor.
Buna rağmen Erdoğan, bütün hepsinin müthiş öngörülerini boşa çıkartırcasına Meclis konuşmasında ne diyor?
"Bu uygulamaların arkasında ben varım. Ne yapılmışsa benim kararımla yapıldı."
Sonra aynı gün, yani dün açıklanan Demirtaş'la ilgili AİHM kararı için de dönüp talimatını veriyor:
"AİHM kararları bizi bağlamaz. Bugüne kadar örgütle ilgili çoğu kararlar hepsi aleyhte. Karşılığında yapabilecek çok şeyler var. Karşı hamlemizi yaparız. Terör devam ediyor" diyor.
Yani, "Yine terörü bahane edip bırakmayız" demek istiyor.
Bu durumda yarın mahkemeler, daha önce Mehmet Altan, Şahin Alpay ve benzeri AİHM kararlarına ilişkin yaptıkları gibi yapıp, Demirtaş'ın serbest bırakılmasını reddederlerse, dönüp MHP'yi mi suçlayacağız?
Ya da "Görünmez bir el' mi arayacağız?