Siyasi cinayet üreten zihniyetin kurbanı: Hrant Dink
Hrant, kimliğini büyük harflerle yaşamayan bir insandı. Evet bir Ermeni olarak kendi toplumunun yaşadığı acıları içinde duyumsuyor, uğranılan insani, hukuki haksızlıkları dile getiriyordu. Ama demokrasiyi, özgürlüğü bir etnik temel üzerinden değil, insani bir eksen üzerinden savunuyordu.
“Sadece muzaffer olanların anıtlarına bakan bir dünyaya şunu hatırlatmak gerekir ki, insanlığın hakiki kahramanları, fani saltanatlarını milyonlarca mezar ve dağılıp parçalanmış hayatlar üzerine kurmuş bu kişiler değil, aklın özgürlüğünün ve insancıllığın yeryüzünde kalıcı olarak yerleşmesi uğruna.. güç kullanmaksızın güce yenik düşenlerdir aslında.” Stefan Zweig
II. Abdülhamit, özellikle Rumları, Ermenileri içine alan ve siyasi birliği güçlendirecek olan reformları gerçekleştirmedi. Osmanlı üzerinden İttihad-ı İslam olarak gözüken politikayı devam ettirdi. Genç Osmanlılar da bu yolda yürüdüler. Başlangıçta büyük umutlar vaat eden II. Meşrutiyet de başarılı olamayınca imparatorluğun parçalanması ve çöküşü hızlandı.
İmparatorluk içindeki Hıristiyanların milliyetçilik akımlarının etkisi sonucu, etnik kimlikler üzerinden ulus-devlet kurmaya gitmeleri ve Balkanlarda Rumeli’nin kaybedilmesinin yarattığı travma İttihad-ı İslam politikasının değişmesine neden oldu.
İttihat ve Terakki, Müslümanlığın arka plana itildiği ve araçsallaştırıldığı, Türkçülük ideolojisinin ön plana çıkarılıp, Türkleştirme politikalarının vahşice uygulandığı bir politikaya geçti.
İttihat ve Terakki yönetimi, Almanların siyasi çıkarlarını da gözetip, onlarla işbirliği içinde şifreli telgraf teknolojisini kullanarak etnisite mühendisliği uygulamasına geçti. Rumlar ile Ermeniler tehcir ve katliamlara uğratılıp, malları, servetleri gasp edilerek binlerce yıldır yaşadıkları coğrafyadan silindiler. Balkanlardan ve Rusya’dan gelen Müslüman muhacirler boşaltılan yerlere yerleştirildi. İmparatorluğun ekonomik, toplumsal, kültürel belkemiği kırılmış oldu.
Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın talebiyle Dahiliye Nazırı Talat Paşa, her şeyin sonunu belirleyen 24 Nisan 1915 tarihli genelgeyi başta Osmanlı Ordusu Başkomutanlığı olmak üzere 14 vilayete ve 10 mutasarrıflığa gönderdi. 24 Nisan 1915 günü, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin örgütü Teşkilat-ı Mahsusa tarafından 250 Ermeni aydın ve siyasetçi evlerinden alınarak zorla sürgüne gönderildi ve katledildi. Bu tarih, Ermeni Soykırımı'nın başladığı gün oldu.
Tutuklanan Ermeni aydınları Osmanlı kozmopolitliğinin en mümtaz ve seçkin örnekleriydi. Osmanlı siyasi hayatına katılmışlar, seçimle meclise gelmişler, her derece okulda ders vermişler, II. Meşrutiyet’te, 1876 Anayasasında yapılan demokratik değişiklerde rol almışlar, Osmanlı toplumunun gelişmesi için çaba göstermişlerdi.
Aralarında eğitimci, gazeteci, doktor, eczacı, avukat, muhasebeci, din adamı, hakim tüccar, milletvekili, şair, Türkolog, sarraf, bilim insanı bulunan bir grup insan bulunuyordu. Dünyaca ünlü müzisyen ve din adamı Gomidas Vartabed bile tutuklanarak Çankırı’ya götürülmüş, evinde yapılan aramada belgeleri parçalanmış, bir kısmına da el konulmuştu.
Çankırı ve Ayaş’a götürülenlerin toplam sayısı, öldürülenlerin ve sağ kurtulanların kaç kişi olduğu konusunda çeşitli tespitler yapılmıştır. Nesim Ovadya İzrail’in devletin kayıtlarına da yakınlık gösteren tespitine göre bu iki yere götürülen 250 kişiden hiçbir yargılama yapılmadan öldürülen 174 kişiye karşılık 76 kişi sağ kurtulabildi. Toplu infazlar devlet görevlilerinin gözetimi altında, yollarda bekleyen çapulcu çetelere yaptırıldı.
24 Nisan 1915’in ve bu tarihte İstanbul’daki Ermeni aydınlarının ölüme gönderilmesinin anlamını Rober Koptaş şöyle ifade etmekte: ”Eğer Ermeni halkını koca bir beden olarak düşünürsek, 24 Nisan o bedenin başının kesilmesidir.” Nesim Ovadya’nın da tespitiyle bir başkaldırıyı bahane eden İttihat ve Terakki hükümeti Ermeni toplumunun başını kopardıktan sonra suçsuz vatandaşlarını kitlesel olarak ölüme göndererek yok etmişti.
Cumhuriyet, 1924’ten başlayarak bu politikayı aynen sürdürdü. Türkleştirme politikaları bireysel ve toplumsal temelde, ekonomi ve kültür alanlarında zorbalıkla uygulandı. Bu politikalardan devlete çok uyumlu davranmalarına rağmen Yahudiler de nasiplerini aldılar.
1934 Trakya olayları, Varlık vergisi uygulaması tek parti politikalarının devamıydı. Muhafazakar sağ bir parti olan DP iktidarı döneminde de 6-7 Eylül olayları yaşandı. İlginç olan söz konusu politikaları üreten zihniyet açısından Türkçülüğü, ulusalcılığı ön plana alanlarla Müslümanlığı alanlar arasında bir fark bulunmamasıydı.
Farklı olanları katliamlar, siyasi cinayetler ve linçlerle yok eden rejim, yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen meseleye sağduyuyla bakan, Türkçe ve Ermenice yayımlanan haftalık Agos Gazetesi’nin genel yayın yönetmeni Hrant Dink’i hedef seçti.
Ancak Hrant’ın hedef olarak belirlenmesinde etnik kimliği kadar hayatın ve toplumun içine taşıdığı değerlerin ve bu değerler uğruna yaptığı mücadelenin etkisi vardı. Hrant Dink, 19 Ocak 2007’de gazetesi Agos’un önünde planlı bir şekilde kalleşçe arkasından vurularak öldürüldü. Hrant,1909’dan katledildiği tarihe kadar öldürülen 62. gazeteciydi.
Hrant , ruh halini son yazısında "ürkek güvercin" benzetmesiyle anlatıyordu. Bu ruh halini anlamaya çalışırken bile yüreğimiz acıdı. Vicdanımız yara aldı. Sadece farklılıklarımızla birlikte bizi barış içinde yaşatacak gerçek bir demokrasinin yollarını arayan, bu konularda düşünen, yazan, konuşan, vicdan sahibi, insaniyet değerlerine bağlı, topluma ışık tutan, değerli bir gazeteciyi hedef tahtası haline getirmeye kimin ne hakkı vardı?
2002 yılında Urfa'da verdiği bir konferansta "Ben Türk değil Türkiyeliyim ve Ermeniyim" dediği için "Türklüğü aşağılamak" suçundan dolayı üç yıl süren bir yargılama sonucu beraat etti. 13 Şubat 2004'te yayımlanan bir makalesindeki bağlamından çıkarılan sözleri nedeniyle 301. maddeden "Türklüğe hakaret" suçlamasıyla yargılandı ve aksi yönde verilen bilirkişi raporuna rağmen 6 ay hapis cezası aldı ve cezası ertelendi.
Hrant, duruşmalarda saldırılara uğradı. Amaçları çok açık belli olan bu saldırganların hakaretleri, tehditleri, fiili tecavüzleri, savcı ve hakimleri tehdit edip baskı altına almaları seyredildi. Hatta bu grup medyada sivil toplum örgütü olarak tanıtıldı ve görüşleri önemsendi. Medya olayı çıkarı doğrultusunda kullanırken, baro sessiz kaldı.
Hükümet, özellikle Adalet ve İçişleri Bakanları bu saldırıların ve gerisindeki oluşum ve zihniyetlerin üzerine gitmedi. Göstere göstere gelen tasarlanmış bir cinayete siyasi iktidar, bürokrasi, medya tarafından göz yumuldu ve cinayet çok kolay işlendi.
Bu cinayet Türkiye'nin kaldırabileceği bir cinayet değildi, çok önemli bir kırılma noktasıydı. Hükümet cinayete giden süreci değerlendirmeyerek, büyük bir aymazlıkla izleyip tavizkâr bir tutum takındı. Türklüğü, cumhuriyeti aşağılamak gibi soyut, ifade özgürlüğünü yok eden, faşist uygulamaların aracı durumuna gelmiş, daha önce de 159. madde olarak aynı anlayışla kullanılan bir maddeyi samimiyetsiz gerekçelerle kaldırmayan hükümet, ayrıca açık hedef haline gelmiş, sürekli yoğun tehditler alan Hrant Dink'i koruyamayarak ağır bir hizmet kusuru işledi. Bu gerekçelerle hükümetin hem hukuki hem siyasi sorumluluğu doğmuş oldu..
Yine Hrant’ın Valiliğe çağrılıp bir vali muavininin yanında iki istihbarat görevlisi tarafından tehdit edilmiş olması tam bir skandaldı. Bu işin içinde olanların tamamı suç işlediler. Hükümetin bu skandallar zinciri üzerinde oturması, muhalefetin bu skandallar üzerine gitmemesi rejimin çürüdüğünün en önemli göstergesiydi.
Hrant, kimliğini büyük harflerle yaşamayan bir insandı. Evet bir Ermeni olarak kendi toplumunun yaşadığı acıları içinde duyumsuyor, uğranılan insani, hukuki haksızlıkları dile getiriyordu. Ama demokrasiyi, özgürlüğü bir etnik temel üzerinden değil, insani bir eksen üzerinden savunuyordu. Kimliğine ve toplumuna da eleştirel bakabilen bir anlayışı sergiliyordu. Onun için önemli olan insandı.
Demokratik kimlik siyaseti, kendisinin ve dünyanın belirsizliğinin farkında olan, tartışmaya açık, bu yüzden de kendisine belli bir mesafe ve ironiyle bakan, ötekine özen gösteren ve yaşamın zenginliğine saygı duyan bir etiğe dayanır. Hrant, böyle bir anlayışın bilincinde olan ve bunu yaşamında da gösteren bir gazeteciydi.
Cinayeti işleyen kişi 16 yıl sonra serbest bırakılırken, devletin cezasızlık pratiği bu siyasi cinayette de asıl azmettiricileri ve planlayıcılarının ortaya çıkarılmaması sonucunu doğurdu.
Hrant Dink Vakfı, onun daha adil, özgür, barışçıl bir Türkiye ve yeryüzü umudunu başarıyla yaşatmaya devam ediyor.
Sevgili Hrant.
İki şey yüreğime oturdu. Birincisi o son yazındaki aslında ruh halini anlattığın “ürkek güvercin” benzetmesi. Bu ruh halini anlamaya çalışırken bile içim burkuluyor. Bu senin ne kadar duyarlı bir insan olduğunu ve nasıl insafsızca bir baskı altında tutulduğunu gösteriyor. Seni anlamamış olmak ve yalnız bırakmak nasıl bir vicdani yüktür? Yüreğimi burkan ikinci şey boylu boyunca uzandığın yerde görünen ayakkabının altındaki yırtıktı. O yırtık, toplumun vicdanında derin bir yara açtı. O yırtık özverinin, dürüstlüğün ve vicdanın bir simgesiydi. 19 Ocak 2007