Koray Düzgören

Koray Düzgören

Suriye’de son perde: Cihatçılarla pazarlık, Kürtlerle savaş

Kürtleri Türkiye’nin bekası için tehdit olarak gören devleti yönetenlerin İdlib’de son çare olarak cihatçılarla pazarlığa oturduğu söyleniyor.

İdlib kuşatmasıyla Türkiye, Suriye’de yolun sonuna geldi.

Şam yönetimi, cihatçı teröristlerin hakim olduğu Türkiye sınırındaki 2 milyonluk kente karşı Rusya ve İran’ın da desteği ile operasyon yapmaya hazırlanıyor.

Yönetim, İdlib’i cihatçılardan temizleyerek Suriye’nin bütünlüğünü sağlamak istiyor.

Suriye coğrafyasında tutunma macerasında yolun sonuna geldiğinin farkında olan Türkiye, son bir umut, bu operasyonu engellemeye çalışıyor. Çünkü İdlib’deki cihatçı örgütlerin bir kısmı doğrudan, bir kısmı ise dolaylı olarak Türkiye’nin desteklediği ya da koruduğu örgütler. 

Suriye ve Rusya bu örgütler ya teslim olacaklar ya Türkiye tarafından kabul edilecekler ya da imha olacaklar diye dayatıyor.

Türkiye ise buna engel olmaya çalışıyor.

Bu örgütler olmadan Türkiye’nin orada kalmasının bir gerekçesi kalmayacak.

O zaman Rusya ya da Şam yönetiminin, Türkiye’ye Kürtler’i hiçe sayarak ödünler vermesi de gerekmeyecek.

Lafın kısası, Türkiye’nin elindeki kozlar tamamen tükenmiş olacak.

Rusya’nın Astana ve Soçi süreçleriyle aslında Türkiye’yi getirdiği nokta tam da bu oldu. Önce Doğu Halep, Guta ve diğer bölgelerdeki cihatçı güçler Rusya’nın bu planı çerçevesinde Türkiye tarafından ikna edilerek İdlib’e taşındı.

Daha sonra cihatçıların teslim olmaları ya da İdlib’den çıkartılması görevi de yine Türkiye’ye verildi. 

Bu amaçla Türkiye’ye Cerabulus ve Afrin ödülleri bahşedildi. İdlib’de gözetim noktaları kurmasına izin verildi.

Hedef, Türkiye’nin bu örgütler üzerinde doğrudan ya da dolaylı etkisini kullanmak, Türkiye’nin cihatçıları kan dökülmeden geri çekilmeye ikna etmesini sağlamaktı.

Türkiye başından beri bu planın farkındaydı ama Rusya’ya karşı elinde fazla bir koz yoktu. Dolayısıyla itiraz edemedi ama ayak sürüdü. Rusya’nın bu taleplerine karşı oyalama politikasına devam etti. Ayrıca örgütlerin bir kısmı da zaten geri çekilme planını kabul etmediler. Sonuna kadar savaşacaklarını açıkladılar.

Türkiye, zaman kazanıp bölgede yeni olup bittilerden medet umdu.

Ama verilen bütün süreler artık  bitti ve İdlib operasyonu başlamak üzere. Türkiye buna rağmen operasyonu engellemek için hala dört dönüyor.

TÜRKİYE OPERASYONU ENGELLEMEYE ÇALIŞIYOR

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, sürekli Rus yetkililerle görüşüyor, ricacı oluyor. Putin'le bile görüştü. Yetmedi, Savunma Bakanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan da Rusya’ya İdlib operasyonunun engellenmesi, olmazsa geciktirilmesi için ricacı olarak gönderildi.

Türkiye, bir ülkeyi parçalamak, bölmek isteyen dış destekli silahlı terör gruplarını korumak ve kollamak için 7 yıldır perde arkasında her türlü çareye başvuruyor.

Türkiye, önce Esad yönetimini devirmek, Suriye’de cihatçıların hakim olduğu bir yönetim kurulmasını sağlamak için elindeki her imkanı kullandı.

Savaşa girmesinin en önemli nedeni, Suriye üzerinden Ortadoğu’ya ilişkin ‘Yeni Osmanlıcılık’ hayalleriydi. Bu hayallere göre Erdoğan da Arap dünyasının lideri olacaktı.

Türkiye devleti bu amaçla dünyanın dört bir tarafından gelen cihatçıların Suriye’ye geçmelerini destekledi. Onlara para, silah sağladı, yaralılarını tedavi etti. Türkiye içinde konaklama, eğitim ve lojistik olanakları sağladı.

Ayrıca devlet, MİT ve başka kurumları eliyle muhalif adlar altında çok sayıda grubu organize ederek silahlı isyanı doğrudan destekledi.

Ülkenin kıt kaynakları, Suriye iç savaşına akıtıldı. Bunun dışında başbakan ve sonraları cumhurbaşkanına tahsis edilmiş örtülü ödenekten bu işler için milyarlarca dolar harcama yapıldı. Halen de yapılıyor.

Bunların hesabı ne Meclis’e ne de kamuoyuna verilmiş değil.

Şimdi yolun sonuna gelindiği halde Türkiye, -bazıları isim, bazıları ittifak değiştirmiş olsa da- birçok cihatçı grubu kullanmaya devam ediyor.

Ayrıca Özgür Suriye Ordusu adı verilen (ÖSO), bir kısmı Suriyeli, ama bir kısmı da Türkiye’den devşirilmiş cihatçılardan oluşturulmuş paralı militanlar grubunu da kendi askeri gibi kullanıyor.

Cerabulus, El Bab bölgesinin ve Afrin’in işgalinde bu cihatçı güçler kullanıldı.

Geçtiğimiz günlerde bu örgütün militanlarının ‘kendilerine ödenen Türk lirasının dolara karşı değer kaybetmesi ile zarara uğradıklarından’ şikayet ettikleri haberleri çıktı. Maaşlarının daha değerli olan Suriye parası ile ödenmesini talep ettiler.

Böylece Türkiye insanı kendilerinden esirgenen paraların cihatçı teröristlere ödendiğini, üstelik ödenen paranın asgari ücretin çok üstünde olduğunu da bu vesile ile öğrenmiş oldu.

Buna rağmen Suriye’deki savaş ve PKK ile mücadele gerekçesiyle harcanan paraların, yaşanılan ve daha da yaşanılacak ekonomik krizin en önemli nedenlerinden biri olduğu gerçeği konuşulmuyor bile.

TÜRKİYE’NİN İDLİB İÇİN ÖDEYECEĞİ DİYET

İdlib için ABD ve Batılı bazı ülkelerden yeni bir kimyasal saldırı provokasyonu ya da engelleme gelmezse (Rusya böyle bir girişimi şimdiden deşifre etti) bu operasyon gerçekleşecek. Türkiye ise artık operasyonu önleyemeyeceğini anlamış bulunuyor.

Yetkililerin Rusya ile gerçekleşen görüşmelerden sonra yapılan karşılıklı açıklamalardan, Türkiye’nin bütün derdinin Kuzey Suriye’de Kürtlerin herhangi bir kazanım elde etmeyeceklerinin garantisini aradıkları anlaşılıyor.

Rusya ile görüşen yetkililer dönüşlerinde lafa İdlib'le değil Kuzey Suriye ile başlıyor.

‘Kuzey Suriye’nin Türkiye için önemine ve o bölgedeki istikrara’ atıf yapılıyor. İdlib sonra geliyor.

Türkiye İdlib nedeniyle yeni bir mülteci dalgasının olmasından da endişe ediyor. Çünkü Türkiye’nin elinde, Avrupa’ya istediği şantajı yapabilecek kadar Suriyeli mülteci var. Yenilerine ihtiyacı yok.

Belki biraz da İdlib’de sayıları 50 bini bulduğu söylenen profesyonel cihatçı militanlardan dolayı endişeleniyor olabilir.

Son günlerde Türkiye’nin İdlib’de, Rusya ve Suriye’nin yok edilmeleri gereken teröristler olarak nitelendirdikleri El Kaide kökenli gruplarla pazarlık yaptığı haberleri geliyor.

Tabii bu pazarlıkta yine milyon dolarların etkili olacağını tahmin etmek zor değil.

Öyle anlaşılıyor ki, teröristleri ikna etmek için yine Türkiye’nin milyarlarca dolar açık veren bütçesine ya da başka kaynaklara müracaat edilecek.

Böylece belki yine milyonlar harcanarak aynı cihatçılarla farklı isimli yeni örgütler kurularak Rusya, Suriye ve İran kandırılmaya çalışılacak.

"İşte bu cihatçı örgütler parçalandı. Onlardan yeni ılımlı örgütler ortaya çıktı" denilecek.

Türkiye’nin sürekli söylediği bu değil mi?

"Cihatçı örgütleri yok edelim tamam ama, ya ılımlı örgütler ne olacak?" deyip duruyor Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu.

Artık bu masala kim inanır? Bu ayrı bir konu.

Öyle anlaşılıyor ki Türkiye, İdlib’den neyi kurtarabilirsem kardır diye düşünüyor.

Muhtemelen bu cihatçılardan bir kısmını ilerde kendi ihtiyaçları için milis gücü olarak kullanmak amacıyla Türkiye’ye alacaktır. Kafkaslardan ve Çin’in Uygur Bölgesi’nden gelen cihatçılar bu kategoride değerlendiriliyor.

Ama asıl plan, bu eli kanlı cihatçıları Türkiye’nin işgali altındaki Kürt bölgelerine yerleştirmek ve böylelikle de Kürtleri buradan tamamen uzaklaştırmak... Sınırın öte tarafındaki nüfus yapısını değiştirmek...Böylece Kürtlerin sınırdan uzaklaştırılacağı zannediliyor herhalde

Netice olarak Türkiye İdlib’te büyük bir sürpriz olmazsa ağır bir bedel ödeyecek gibi görünüyor. Üstelik  İdlib’ten sonra sıra Afrin, Cerebulus ve El Bab’a gelecek.

Şam yönetimi ve Rusya, İran’ın da desteği ile Türkiye’nin Suriye topraklarını hızlıca terketmesini isteyecek. Bu kaçınılmaz bir sonuç.

Bir yandan da Türkiye’ye giriş yapan cihatçıların neden olacağı sorunlar yaşanmaya başlanacak.

Kürtleri Türkiye’nin bekası için tehdit olarak görüp, kafa kesici cihatçı teröristlerle pazarlık yapmayı tercih eden devlet aklı bu işte...

Dileriz ödenecek bedel ağır olmaz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi