Murat Aksoy
İstanbul seçimi Davutoğlu ve Babacan’ı nasıl etkiledi?
YSK’nın İstanbul’daki seçimin yenilenmesi kararı, sadece İstanbulluları değil tüm ülkeyi siyasi bir belirsizliğe soktu.
Bu belirsizliğin en somut yansıması ekonomik krizin daha da derinleşmesi olarak karşımıza çıktı. Mesela döviz fiyatlarının artışını önlemek için piyasaya gerek Merkez Bankası (MB) gerekse kamu bankaları aracılığıyla yapılan müdahaleler ne yazık ki şimdiye kadar istenen etkiyi göstermedi.
Dövizin artmaması için yapılan her müdahale günlük/saatlik düşüşler dışında kalıcı bir etki yaratmadı. Döviz fiyatlarının sürekli baskılanma çabasının maliyeti, MB rezervlerinin eksiye düşmesi oldu.
HUKUK YOKSA EKONOMİ İYİLEŞMEZ
MB’nin kendi araçları ve kamu bankaları aracılığıyla dövize yaptığı müdahalenin sonuç vermemesinin nedeni, ülke yönetiminde hukukun değil keyfiliğin kurumsallaşmasıdır.
Ve bu, sadece İstanbul seçiminin yenilenmesi ile ortaya çıkan durum değildir: Seçim sonrasında da bu keyfiliğin ortadan kalkacağına dair bir işaret de ne yazık ki yoktur.
Döviz fiyatlarının baskılanmasının temel amacı bu artışın, enflasyondan işsizliğe, faiz artışından bütçe açığına kadar domino etkisi ile ekonominin her alanına yapacağı olumsuz etkinin azaltılmasıdır. Ama şu da bir gerçek ki, döviz fiyatlarının düşmesi MB araçlarıyla değil siyasi olarak hukuka yeniden dönüş ile mümkündür. Adalete, demokrasiye ve özgürlüğe yeniden dönüş ile mümkündür.
SADECE MADDİ KAYNAK İÇİN Mİ?
Siyasi iktidarın (ve siyasi ortağı MHP’nin) İstanbul’u kaybetmemek için verdikleri mücadelenin motivasyonu için pek çok gerekçe sıralanıyor.
Bunların başında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği "İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder" sözü var.
Gerçekten bu ifade bundan sonra sıralanacak pek çok gerekçenin üstünde.
Ekrem İmamoğlu’nun kısa süreli belediye başkanlığı adaylığı sürecinde gösterdiği performans ve ortaya çıkan gerçekler belediye kaynaklarının büyük miktarlarda İstanbullulardan çok yandaş vakıf, dernek ve kişilere aktarıldığını gösteriyor.
Aynı şekilde belediyenin yaptırdığı işlerin ihalelerin verildiği özel şirketler, bu ihalelerin bedellerinin de piyasa fiyatlarının çok üstünde olması da bu kapalı devre sistemin nasıl işlediğine dair pek çok şey gösteriyor bize.
Bu vakıf, dernek, kişi ve özel şirketlerin ise siyasi iktidarın yukarıdan aşağıya giriştiği toplumsal mühendislik projesinde birer organik taşıyıcı kurum, kişi ve şirketler olduğunu söylemeye sanırım gerek yok.
Belediyeden vakıf, dernek, kişi ve şirketlere aktarılan bu kaynakların kesilmesi elbette, bu kurumların siyasal alandaki etkiledikleri siyasiler üzerindeki baskıyı arttırmalarına yol açıyor.
Ve şimdi hepsi tam saha pres ile belediyeyi kaybetmek istemiyor. Kaybetmek istemedikleri, İstanbul’dan çok belediyeden gelen kaynaklar.
YENİ ARAYIŞLAR İÇİN TAKVİM SONBAHAR
İstanbul seçiminin iptali ve yeni seçimin 23 Haziran’da yapılacak olmasının bir sonucu da, AK Parti çevresinde olan siyasi arayışların partileşme takvimlerini ertelemesi oldu.
Normal şartlarda bu ay sonu ya da Haziran ortasına kadar partileşme kararı almış olan iki siyasi arayışın bu tarihi, Eylül sonuna ertelemiş olması. Her iki arayış da, İstanbul seçimlerinin sonuçlarını görmek istiyor. Elbette bu arayışlara yakın duran kişiler de.
Uzun süredir konuşulan bu siyasi arayışlar AK Parti içinden geliyor. Birinin başını eski Başbakanlardan Ahmet Davutoğlu yaparken diğerinin başını eski Ekonomi Bakanlarından Ali Babacan çekiyor.
Bu iki arayışın gerek siyasallaşma gerekse siyasi hedefi gerekse siyasal ortakları birbirinden hayli farklı.
DAVUTOĞLU’NUN HEDEFİ AK PARTİ'NİN İÇERİSİ
Ahmet Davutoğlu’nun başını çektiği hareket, duydukları rahatsızlık nedeniyle yakın geçmişte AK Parti’den kopmuş ya da siyaseten tasfiye olmuş isimlerden oluşuyor.
Bu açıdan AK Parti’yi içeriden dönüştürme hedefine kilitlenmiş ve Davutoğlu’nun başbakan olduğu dönemi kendine bir "altın çağ" olarak gören ekip.
Nitekim, Ahmet Davutoğlu'nun geçtiğimiz günlerde yayınladığı 15 sayfalık siyasal metin incelendiğinde, kendi siyasal tarihine yönelik hiçbir özeleştiri yokken, "dava" kavramı ile bir anlamda mevcut siyasal miras sahiplenilmektedir.
Bu açıdan Davutoğlu mevcut AK Parti iktidarına alternatif değil onu içeriden dönüştürerek yumuşatma hedefindedir.
BABACAN’IN HEDEFİ DIŞARIDAN DÖNÜŞTÜRME
Ahmet Davutoğlu’ndan farklı olarak eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül destekli Ali Babacan ise AK Parti’nin kuruluş ve ilk döneminin mirasına sahip çıkma hedefinde. Partileşme sürecinde yanındaki isimler bu dönemin siyasileri ve o dönemin siyasetini halen sahiplenmeye devam eden yeni isimler olacak.
Uluslararası alanda ekonomik uzman olarak Babacan’a duyulan güven, onu bir siyasi aktörden çok teknokrat yönü ağır basan bir siyasetçi gibi algılanılmasına yol açsa da; bu durum ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullarda bir avantaj.
Kısaca Babacan, AK Parti’nin içinden değil uzunca süredir parti dışında kalan, partiye eleştirel duran kadro ile yola çıkacak. AK Parti’yi içeriden değil dışarıdan dönüştürme hedefinde.
Mevcut AK Parti Meclis grubunda destekçileri olan her iki siyasi hareketin ajandasını İstanbul seçimleri değiştirmiş durumda.
İstanbul’un AK Parti tarafından kaybedilmesi bu iki siyasi hareketin partileşme sürecinin de hızlanması anlamına geliyor.
Evet, AK Parti, İstanbul’u kaybetmek istemiyor. Bunun sadece yandaş vakıf, dernek kişi ve şirketlere akan kaynağın kesilmemesi için istemiyor. Davutoğlu ve Babacan'ın başını çektiği alternatif siyasi partilerin kurulmaması için de bunu istiyor.
Çünkü biliyorlar ki; "İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder."