Lozan Yakın Doğu'ya barış getirdi mi?
Bölge halklarının tamamının gözü, kulağı Lozan’daki görüşmelerdedir. Lozan ve Ankara arasında mekik dokuyan heyetler bölge halklarının iradesini dışlayan antlaşmaları engellemek için uğraşmışlardır. Filistin halkı bunlardan biridir.
Lozan’ın tam isminin “Yakın Doğu Sorunları Üzerine Lozan Konferansı” olduğunu okul kitaplarından öğrenmek pek mümkün değil. Pekala, niçin Yakın Doğu ismi konulmuş Konferans’a? Bu isimle hangi coğrafyaya işaret edilmekte?
Sorumuzun yanıtı için başvurduğumuz Google’da karşımıza çıkan Dünya Tarihi Ansiklopedisi’nde şöyle bir açıklama yer alıyor: “Yakın Doğu, arkeologlar ve eski tarihçiler tarafından Güneybatı Asya bölgesi (özellikle Akdeniz, Karadeniz, Hazar Denizi, Kızıldeniz) ve Basra Körfezi'nin çevrelediği alanı kapsayan bölge olarak kabul edilmektedir.”(1)
Günümüzde yerine çoğunlukla Orta Doğu tabiri kullanılan Yakın Doğu, Konferans kapsamında Osmanlı Devleti’nin Balkanlardan Kuzey Afrika’ya uzanan topraklarının yayıldığı coğrafya için kullanılmıştır.
Zira Konferans’ta Osmanlı Devleti’nin bütün bu coğrafyaya yayılmış egemenliği hakkında kararlar alınmıştır. Yine bu coğrafyada, başta büyük çoğunluğu oluşturan Türkler, Kürtler ve Araplar olmak üzere bütün halkların kaderine dair önemli kararlara imza atılmıştır.
Bu anlamda Lozan Antlaşması, 20. yüzyılın yeni dünya düzenine uygun olarak “Yakın Doğu”nun dizayn edildiği antlaşma olacaktır. Galip ve muktedir olan İngiltere ve Fransa’nın ve dahi diğer Batılı güçlerin mimarlığında, onların çıkarlarını esas alan bir düzenin inşa edildiği antlaşmadır.
Bu coğrafyada birkaç yüzyıl boyunca hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nun varisi olarak Antlaşma masasına oturan Türkiye temsilcileri, belirlenen sınırlar dışında bütün topraklar üzerindeki haklarından vazgeçtiğini ilan etmiştir. Ancak bu vazgeçiş halkların kendilerini yönetmesi doğrulmasında değil, manda yönetimlerini dolaylı olarak tanıma biçiminde olmuştur.
Antlaşmanın 16. maddesine göre Türkiye “belirlenen sınırlar dışında bulunan topraklar üzerindeki her türlü hak, sıfat ve egemenliğinden vazgeçmiştir”. 17. maddede ise Mısır ve Sudan’ın isimlerini vererek bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçtiğini belirtir. Bu vazgeçişte, coğrafyanın halklarının kendilerini yönetmesine dair bir hüküm koymaktan özellikle imtina edilir.
I.TBMM’deki tartışmalarda Lozan Heyetine yapılan eleştirilerden biri de Arap çoğunluğun bulunduğu coğrafyaya dair yukarıda zikredilen maddeler olacaktır. Bu konuda 5 Mart 1923 tarihli gizli celse zabıtlarına bakılabilir. Birçok mebus yapılanın kabul edilemez olduğunu “Bizden ayrılan memleketlerimizin hasımlarımızın esaretine bırakıldığını, hem de Misak-ı Milli’nin ilkelerine aykırı olarak hareket edildiğini” söylemiştir.(2)
Zira Misak-ı Milli’nin birinci maddesinde “Arap çoğunluğun bulunduğu ve işgal altında kalan kısımların geleceği, ahalisinin serbestçe vereceği oylara göre belirlenecektir” der. Bu konuda Arap aydınlarının Ankara ile yakın temas içerisinde oldukları ve destek beklediklerine dair çokça bilgi ve belge var.
Bölge halklarının tamamının gözü, kulağı Lozan’daki görüşmelerdedir. Lozan ve Ankara arasında mekik dokuyan heyetler bölge halklarının iradesini dışlayan antlaşmaları engellemek için uğraşmışlardır. Filistin halkı bunlardan biridir.
“Filistin gazetelerinde ise Osmanlı Meclis-i Mebusanının ilan ettiği ve Türk İstiklâl Harbinin ana programı olan Misak-ı Millîye göre Filistin’in kendi geleceğini belirleme hakkı olduğuna yönelik haberler ve yorumlar yer almaktaydı…
14 Kasım 1922 tarihinde bir Filistin heyeti İstanbul üzerinden Ankara’ya gelerek görüşmelerde bulundu. Bu görüşmelerde Filistin heyeti Türkiye’den Lozan görüşmelerinde Osmanlı Devleti egemenliğinden çıkan ve halkı Müslüman olan topraklarda Misâk-ı Millinin uygulanmasını ve Türkiye’nin Arap dünyası ile ilişkisini kesmediğini ilan etmesini istemişlerdir.”(3)
Batılı devletler, geçen zaman diliminde bölge halklarını iki kez hayal kırıklığına uğratmışlardır. İlki savaşı sona erdiren Wilson Prensiplerinde yer alan “kendini yönetme” ilkesinde vazgeçilmesidir. İkincisi ise kendi kaderine hâkim olmak yerine sömürgeciliğin yumuşatılmış biçimi olan manda uygulamasının kabul edilmesidir.
Maalesef bu hayal kırıklığına bir üçüncüsünü de Lozan Antlaşması eklemiştir. Türk heyetinden manda uygulamasına karşı bağımsızlık kararına destek bekleyen halklar, o desteği bulamamışlardır.
İsmet Paşa müzakerelerin ilk etabının kesildiği gün, yani 4 Şubat 1923’te, Hicaz (bugünkü Suudi Arabistan), Suriye, Filistin ve Irak’ın bağımsızlığını desteklediğini ilan eder. Ama Lozan görüşmelerinin ikinci aşaması 23 Nisan 1923’te başladığında bu talep Türk heyetinin gündeminden düşer.(4)
Bütün bu hakların pazarlık konusu yapıldığı ve sonuçta halkların kaderini belirleyen kararların bu müzakerelerde alındığı muhakkak. İstanbul’da Fransızca yayın yapan La Tribune d’Orient (Şark’ın Gazetesi) 10 Ağustos 1923 tarihli sayısında bu konuda hayli sert bir değerlendirmeye yer vermiş:
“Mısırlılar ve Araplar Lozan’da yapılan barıştan alenen hoşnutsuzlar, bu onlara son derece acı veriyor çünkü Türk milliyetçiliğinin sunağında kurban edildiler. […] Bu kutsal egoizm çok kolayca planlanmıştı; anlaşılamayan ise Türklerin onlara bel bağlayan ve yardımlarından ya da verdikleri sözlerden kuşku dahi duymayan Mısırlı ve Arap dindaşlarını kandırmaları ve bunu yaparken Misak-ı Millîyi oyuncak etmeleri. Lozan Antlaşması Müslüman Doğu’ya gerçekten barış getirecek mi?”(5)
La Tribune d’Orient’in bıraktığı yerden devam edecek olursak kalıcılığıyla övünülen Lozan Barış Antlaşması, geçen 102 yılda Yakın Doğu’ya barış getirdi mi? Hiç bitmeyen savaşlar, etnik, mezhepsel-dini çatışmalar, soykırıma varan katliamlar, göç hareketleri.
Gözlerimizin önünde devam eden Filistin dramı, Suriye’de dikiş tutmayan rejim inşasının yarattığı iç savaş, Irak’ta bitmeyen kaos, Türkiye’de 100 yıldır sürüp giden Kürt çatışması. Bütün bunlar 20. yüzyılın başında kurulan yeni dünya düzenin ürünleri değil mi?
Ulus inşası temelinde dayatılan toplum mühendisliği kimin projesiydi? Halkları ve inanç gruplarını inkâra ve yok etmeye varan politikaların mimarı, ortağı ve uygulayıcıları kimlerdi?
Lozan’ı sadece “yeni Türkiye Devleti’nin tescil belgesidir” diye kutsayarak bu tartışmalardan sıyrılmak mümkün mü? Yada “Araplar Birinci Dünya Savaşı’nda bizi arkadan vurdu” diyen sığ bir akılla tarih defterini kapatabilir misiniz?
Bugün Yakın Doğu yeniden dizayn edilirken, muktedirlerin sofrasından bir payda bize verilsin diye bekleyenlerin, 20. yüzyılın ulus-devletçi projelerinde ısrar edenlerin, tarihe ve hakikate ters düşenlerin halklara ve kendi toplumlarına vereceği ne olabilir?
(1) https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-16/yakin-dogu-orta-dogu/
(2) Bu konuda en sert muhalefeti yapanlardan biri İzmit Mebusu Sırrı Bey ve Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’dir. Sırrı Beyin 5 Mart 1923 oturumundaki konuşması oldukça dikkat çekicidir:
“SIRRI BEY (İzmit) (Devamla) — Bu arazi ve cezireler üzerinde ilhak ve istiklâl herhangi bir şekli idare hakkında ittihaz edilmiş ve edilecek kararları tasdik edecektir, diyor. Bu nedir? Bizden ayrılan memleketlerdir. O halde bizden ayrılan memleketlerimiz için hasımlarımız her ne karar ittihaz etmiş ise onu kabul etmiş olacağız. Meselâ, yarın diyecek ki ben Irak’ı ilhak ettim; Fransa, ben Suriye’yi ilhak ettim; İngiltere Mısır benim himayemdedir. Cenubi Kürdistan bir hükûmet denildiği zaman, biz münakaşasına bile girmeye bakmaksızın, derhal onu bu muahede ile şimdiden tasdik etmiş oluyoruz ve misakı millî ahkâmını bununla bizde iptal etmiş oluyoruz ve biz bizden ayrılan garp memalikinin mukadderatını kendi ahalisinin reyine terk etmiş idik. Gönlüm isterdi ki bura bu ahitname tanzim edilirken Heyeti Murahhasamız ve onunla beraber bu ahitnameyi tetkik eden Heyeti Vekilemiz desin ki, bizden ayrılan memleketlerin hâkimiyetini sekene-i mahalliyenin lehine terk ettik. İşte o vakit biz misakı millimizin mefadine muvafık hareket etmiş olurduk. Bunu yapmayışı o kıtaatı, o milyonlarca Müslümanı Hristiyan esareti altına vermiş oluyoruz ve o da bizim elimizle oluyor. Hem bu kadar Müslümanın kanına giriyoruz ve hem de misakı millimizin mefadını öldürmüş oluyoruz. “
(3) Halil İbrahim Çelik, İngiltere Mandası Yönetiminde Kudüs ve Türkiye’nin Kudüs Politikası (1917-1948), Medeniyet ve Toplum Dergisi, 2024, Sayı 8, sayfa 248-269.
(4) https://thelausanneproject.com/2023/07/24/lozani-anlamak/
(5) La Tribune d’Orient, 10 August 1923. Aktaran https://thelausanneproject.com/2023/10/18/kutsal-egoizm/