Zelig

Hayatım boyu bir kez bile "Kandırıldım" demedim. Demem de…
İnandığım sözden konjonktür gereği vazgeçmedim. Vazgeçmem de…

ORHAN ALKAYA

Hayır, Bolzano’daki dokümanter sinema okulundan bahsetmeyeceğim.
Kızımı o okula göndermek için ikna çalışmaları yaptığım şu sıra, Woody Allen’ın 1983’te çektiği müthiş filmini hatırlamam ise, ülke ile çocuk arasındaki bağlaşımdandır olsa olsa.
Woody, bu filmini "mokümanter" (mocumentary) diye sınıflamış. Kendi adlandırmasıyla yani, "sahte dokümanter".
Filmin kahramanı Leonard Zelig, bir tür "bukalemun".
İçinde bulunduğu her ortamın kılığını kıyafetini değil yalnızca, rengini, şeklini, biçimini, fizyonomisini de edinebilen bir fenomen Zelig.
"O kadar uzun bir zamandır hayatın hengâmesinde kaybolmuştur ki, hep tek başına oturur, sessizce boşluğa bakar," Zelig.
"Bir sıfır"dır. "Bir gayri-insan. Rol yapan bir ucube… Bütün istediği uyumlu olmak, kendine ait olmak, düşmanlarına görünmez olmak ve sevilmektir."
Uyum da sağlayamaz, ait de olamaz ama…
Zelig düşmanlarının aidiyetindedir.
Zelig kılıktan kılığa girer. Zenci olur, obez olur, yahudi olur, ta Papa XI. Pius olup enselenene kadar.
O başarısızlığı sonrası "ultimate conformist" olduğu söylenir.
Filmin Susan Sontag’la, Saul Bellow’la açıldığını henüz yazmadığımı fark ettim. Mocumentary işte!
Müthiş bir doktora denk gelir. Bizim, Polanski’den mülnem "Rosemery’s Baby" ile tanıdığımız Mia Farrow’dur o oyuncu. Yani Dr. Fletcher.
Fletcher âşık olur Zelig’e. Onu çözmeye çalışırken, yavaş yavaş.
Filmin mottolarından Mobby Dick’i (Herman Melwille) okumadığı halde okuduğunu söyler seansta.
Zelig’in ilk tepkisi "i’ts natüre" olur.
Doktor Fletcer Zelig rolüne büründüğündeyse, "Ben hiç kimseyim. Ben hiçbir şeyim," der Zelig.
Zelig çözülmektedir. Dahası gelir:
"Erkek kardeşim beni dövüyor. Kızkardeşim erkek kardeşimi dövüyor. Babam, kızkardeşimi, erkek kardeşimi ve beni dövüyor. Annem babamı, kızkardeşimi, beni, erkek kardeşimi dövüyor. Komşular ailemizi dövüyor. Aşağı bloktan insanlar komşularımızı ve ailemizi dövüyor."
Zelig’in açımlayıcı doktoru Fletcher, Zelig için "Endişe ettiğim bir başka husus ise,güçlü kişiliklerle birlikteyken, kendi kişiliğini kaybetmesiydi," diyor.
Zelig, iyileşme sürecine girdiğinde, yani kişiliği "geri geldiğinde", kendisiyle uyuşmayan herhangi birine tahammül edememektedir.
Zelig’in forsu sönerken, ardı ardına skandallar boşanır. Lita Fox, Helen Gray, First Church of Harlem’de evlendiği kadın, arabasını parçaladığı adam, evini iğrenç bir renge boyadığı kadın…
Zelig özür dilemeye başlayacaktır:
"Apandistini aldığım beyefendiye ne diyeceğimi bilemiyorum."
"Daha önce hiç çocuk doğurtmamıştım. Buz masasında yapılır sanıyordum."
Hayatım boyu bir kez bile "Kandırıldım" demedim. Demem de…
İnandığım sözden konjonktür gereği vazgeçmedim. Vazgeçmem de…
Yalan söylemeyi öğrenmedim, öğrenmem de…
Dövüşmek isteyene, emin misin? diye sordum. Hâlâ sorarım.
Zelig’i yüz yüze davet ediyorum.
Artık Zelig aranmaktadır. Hayırlısı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Orhan Alkaya Arşivi