Kravatlı adamlar ve Dünya Çevre Günü

Dev bir şantiyeye dönmüş Türkiye'de, kalkınma, büyüme, gelişmişlik adı altında iş makineleri, hafriyat kamyonları mega projeler inşa etmek için durmadan doğanın canına okuyor.

Stockholm'de 1972'de gerçekleştirilen ve uluslararası alanda, çevre hakkının dile getirildiği ilk toplantı olarak kayıtlara geçen BM Çevre ve İnsan Konferansı, çevre sorunlarına yönelik politika arayışları açısından bir milattır. O gün alınan bir kararla, 5 Haziran günü Dünya Çevre Günü olarak kabul edilir. Çevre hakkı açısından, "İnsan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları temel hakkına sahiptir" ilkesinin yer aldığı bildirinin kabul edilmesi nedeniyle de ayrı bir öneme sahiptir. 

 

Çevre hakkına yönelik bu tanımın ilk kullanımının üzerinden 45 yıl geçmesine rağmen, çevre koruma bir yana çevreyi artan bir hızla kirletiyor, talan ediyor, yok oluşa sürüklüyoruz. Çevre koruma, her zamankinden giderek daha fazla bir insan hakları mücadelesine dönüşüyor.

 

Birleşmiş Milletler'in 2017 yılı Dünya Çevre Günü'nün teması ise "Doğaya Dönüş" olarak belirlendi. Hep birlikte bir düşünelim bakalım, Türkiye'de hangi doğaya dönüş?

 

Dev bir şantiyeye dönmüş Türkiye'de, kalkınma, büyüme, gelişmişlik adı altında iş makineleri, hafriyat kamyonları mega projeler inşa etmek için durmadan doğanın canına okuyor.

 

Kısa vadeli ekonomik hesaplarla, toplumsal mutabakat ve çevresel uygunluk aranmaksızın sadece yandaş işadamları güruhunun çıkarları doğrultusunda yanlış yerlere yanlış şekilde santraller dikiliyor, plansız köprüler, otoyollar, kanallar, havalimanları inşa ediliyor.

 

Ekolojik, ekonomik, sosyal ve hatta sağlık maliyetleri yüksek enerji politikalarıyla ülkenin tüm enerji üretimi kömür karanlığına ve termik santrallere teslim ediliyor. 

 

Korunan alanların koruma statüleri kaldırılıyor, meralar, milli parklar, ormanlar, tarım alanları, sulak alanlar, zeytinlikler, doğa koruma ruhunun yanından bile geçmeyen kararlarla ranta, talana, yağmaya kurban ediliyor. 

 

Ekonomik ve sosyal gelişmeye engel olmaksızın çevre değerlerini ekonomik politikalar karşısında koruyarak, yeni projelerin çevreye olabilecek potansiyel etkilerinin değerlendirildiği ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) süreçleri ayak bağı görüldüğü için tamamen ortadan kaldırılıyor. 

 

Türkiye'nin tüm nehirleri, akarsuları, dereleri plansız, hesapsız HES'lerle, barajlarla çevreleniyor, su varlığı bu yanlış projelerle kurutuluyor. Göller boşaltılıyor, sanayileşme ve kentleşme baskısıyla giderek daha fazla yok ediliyor.

 

Dağlar deliniyor, her yana açılan taş ocaklarıyla, madenlerle içleri kazılıyor, denizler envayi çeşit sanayi atığıyla, küllerle, molozlarla, dökülen hafriyatlarla, yapılan ve yapılmak istenen limanlarla, gemi söküm tesisleriyle kirletiliyor. Deniz altından petrol boru hatlarıyla, planlanan nükleer santrallerle deniz ekosistemi tamamen tehlikeye atılıyor.

 

Ovalar, yaylalar, ormanlar kime hizmet ettiği belirsiz, yurttaşların itirazlarına rağmen otoyollara, yapılaşmaya, imara açılıyor.

 

OHAL kapsamında devreye giren, hükümetin stratejik proje bazlı yatırımları hızlandırarak, tabiat varlıkları ve SİT alanlarına yapılacak yatırımları tüm denetim mekanizmalarının dışında tutmasını içeren Madde 80, ÇED Yönetmeliği ve Kentsel Dönüşüm Yönetmeliği'nde yapılan değişiklikler, SİT alanlarının statülerinin değiştirilmesi, hukuk yollarının kapatılması gibi uygulamaların her biri doğanın idam fermanları haline geliyor. 

 

Türkiye'de doğal varlıklarla birlikte tüm kültürel ve tarihi varlıklar dev bir çarkın dişlisinin arasında sıkışıp kalmış, öğütülmemek için direniyor. 

 

Çevre ve yaşam alanları mücadelesi yürütenler itibarsızlaştırılıyor, korkutulup sindirilmeye çalışıyor hatta geldiğimiz noktada çevreciler doğa için mücadele ederken katlediliyor. 

 

AKP iktidarının epeydir alışkanlık haline getirdiği Meclis'ten geçirilen torba yasaların içine monte edilen yasa ve yönetmeliklerle yaşam alanlarına yasal katliamlar uygulanıyor. Adında çevre, orman, su geçen bakanlıklar eliyle yönetilen bir doğa yıkımı organizasyonu yaşanıyor.

 

Türkiye'nin ekolojik geleceğini işte bu tablo ipotek altına almış durumda. 5 Haziran Dünya Çevre Günü'nde takım elbiseli, kravatlı adamlar nasıl çevreci olduklarına dair basın açıklamaları yayınlayacaklar, ellerine tutuşturulmuş metinlerden hiç inanmadıkları konuşmalar yapacaklar, betona teslim edilmiş yerlerde törenler düzenleyip, manasız yerlere fidan dikecekler. Bütün o şuursuzlarıyla otoban kenarlarına ağaç dikmeyi, kaldırımlara, meydanlara, yollara çiçeklerle süs yapmayı çevrecilik sanmaya devam edecekler. Suyu, elektriği, gıdayı, doğanın kaynaklarını bol bol tüketmeyi sürdürecekler. Sonra siyasetçisiyle, belediyesiyle, iş dünyasıyla her geçen gün yeni inşaatlar, yeni yollar, yeni köprüler yapmak üzere elele verecekler. 

Kravatlı adamlar yılda bir gün çevrecilik oynasın, çevre ve yaşam alanları mücadelesi 5 Haziran Dünya Çevre Günü'nü, bu yıl Finike ormanlarını madencilik faaliyetlerine karşı savundukları için katledilen Ali ve Ayşin Büyüknohutçu çiftine adıyor...

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Cengiz Arşivi