Bu düş asla bitmeyecek

Başkanlık sistemi tartışmaya açıldığında, ben de eğer başkanlık kurulunca ne olacağını merak ediyorsanız, Türki Cumhuriyetlere bakın demiştim.

1989’da Fransız Devriminin 200. Yılında Doğu Avrupa’daki "Halk Demokrasileri" çöküverdi. (*) Hemen arkasından Sovyetler Birliğinin dağılması geldi. Bu tarihin garip bir tecellisi idi. Tam da 1789 devriminin 200. Yılında!

Rosa Luxemburg, daha çok erken bir dönemde 1917 Devriminin yumuşak karnı olan "demokrasi" sorununa işaret etmişti.

Tek parti rejiminde Sovyet klamenturası denen yeni bir sınıf yükseldi. 

Kapitalist dünyanın parlayan yıldızı Çin Halk Cumhuriyetinin Komünist Parti tarafından yönetilmesi ilginç!

"Proletarya diktatörlüğü", bir anlamda Marx’ın ilksel sermaye birikiminin aracı oldu.

Ve bir gün, "Komünist Partisi" siyasal iktidarı terk ediverdi. Bakalım Çin’de daha nelere tanık olacağız? Uygur kampları sadece bir haberci.

1936 Sovyet Anayasının olumlu yanlarından biri, kendi kaderini tayin hakkını tanımasıydı. Hiç olmazsa dağılma barışçıl bir biçimde gerçekleşti. 

Öte yandan yükselen yeni Sovyet klamenturasının çocukları "kendi kaderini tayin hakkını" kullanan eski Sovyet Cumhuriyetlerinin yeni "Başkanları" oldular ömür boyu.

Eski Çeka/NKVD/KGB elemanları ise yükselen oligarkların korumaları!

"Demokrasi" ise, insanların baş talebi!

Ve onlardan biri de Yeni Çar olmaz mı? Korona günlerinde, Putin’in yükselişini anlatan harika bir dizi izledik. Putin, 2038’e kadar Başkanlığı garantiledi, anayasal değişiklik ile.

Ortodoks Kilisesi desen, baş destekçi!

Neymiş ya bu Anayasal değişiklik. Biz anayasal değişiklik filmini gördük daha önce!

Zaten Trump başkan seçilince, şimdi ne olacak sorusunu yöneltenlere, Türkiye’ye bakın dememişler miydi, yarı şaka.

Başkanlık sistemi tartışmaya açıldığında, ben de eğer başkanlık kurulunca ne olacağını merak ediyorsanız, Türki Cumhuriyetlere bakın demiştim. 

Maşaallah Sovyet nomenklaturasının elemanları onar yılları deviriverdi. Bizim neyimiz eksik, Kemalist devlet erkanı içinden mütedeyyin klatura yükselmesine şaşırmamak lazım. 

Oysa, bu yumuşak karın niteliği olan demokrasi sorununun çözümü bizzat 1905/1917 devrimlerinden sonra bütün dünyayı silkeleyen Sovyet/Şura/Konsey kavramında yatmaktaydı.

Ve bu kavram, 1. Dünya savaşı sonrası Anadolu’yu silkelemişti. 1920 Eylülünde Baku’de toplanan Doğu Halkları Konferansına, Anadolu’dan 245 delegenin katılmış olması, sadece coğrafi yakınlıkla açıklanamaz.

pastedGraphic_1.png

Napoleon nasıl 1789 Fransız Devriminin mirasını satışa çıkardı ise, yükselen Sovyet nomenklaturası da 1917 devriminin mirasını satışa
çıkardı.  

Bu aynı zamanda Ekim Devriminin o dönemin insanında yarattığı büyük umudu da yansıtmaktaydı.

Bundan dolayı, 1920 Bakü Konferansının parlayan yıldızlarından biri olan Mustafa Suphi ve arkadaşlarının, 1921 yılında Anadolu yolculuğunu başlatmalarının bizim paşalarda yarattığı korku son derece anlaşılır bir şey.

pastedGraphic_2.png

1920 Baku Konferansı delegelerinden Türk feminist Naciye Suman

Düşünün ki, Ankara’da daha CHP kurulmadan Meclis’te var olan bir partiydi, Halk İştirakiyun Fırkası (**) ve Nazım beyi 1920 yılında İçişleri bakanı seçtirecek bir güce sahipti. 1921 Ocağında bir yandan Mustafa Suphiler katledilirken, bir yandan THİF kapatılıyor, Dr. Nazım hapsediliyordu. 

Aynı 1921 Ocak ayında, sola kayan Çerkes Ethem’in Yeşil Ordusu tasfiye ediliyordu.

Bu tarihten itibaren, yani daha cumhuriyet kurulmadan, Ankara rejimi tarafından sol, bir tehdit olarak algılanacaktı. Ve bu hep devam edecek, DP döneminde zirve yapacaktı.

Denizler, Mahirler, İbolar vampirik rejimin, Demirellerin, paşaların korkulu rüyası olacaktı.

1921 yılı Londra ile Ankara’nın flört etmeye başlamasının tarihi idi. Sonuç alma zaman alacaktı Londra ile, ama Paris ile daha 1921 Ekiminde uzlaşılacaktı. 

Ama "Yunan" karşısında zafer ise Sovyet desteği sayesinde sağlanacaktı.

Paris/ Londra desteği ise, ne "Yunan" ın, ne "Ermeni" nin işine yarayacak, ortada bırakılacaklardı ansızın. 

Ama tarihin garip bir tecellisi, 1917 Devrimi olmasa, onun yarattığı Yeni Dünya hali oluşmasa, ne Ermenistan Cumhuriyeti ne de Türkiye Cumhuriyeti var olabilecekti bugün.

Sonuç: emperyalizmin desteğine inanıp güvenme, kendi halkının gücüne ve halkların kardeşliğine, karşılıklı saygısına inan.

1917 devriminin başarısının özünde de bu yatıyordu.  Ve bu düş asla bitmeyecek! 1789 Devrimi gibi.

Ortalığı 1930’lar Avrupası gibi "Şefler", "Reisler", "Başkan"lar kaplasa bile.

(*) Halk demokrasilerinin dağılma sürecine ilişkin bak: Doğu Avrupa Dosyası, derl. Ragıp Zarakolu, Dünya Sorunları Dizisi 7, Alan Yayıncılık 1990.

(**) Erden Akbulut, Mete Tunçay, Halk İştirakuyun Fırkası 1919-1923, İletişim Yayınları 2016.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi