131.182 kardeşime: Söke söke döneceksiniz!

Sıkıyönetim ve OHAL gibi rejimler, adı üstünde, geçicidir. Bitince, 'Bir daha kamu hizmetinde istihdam edilmemek üzere…' türünden yasaklar da biter ve hakkını arama evresi başlar.

Sorgusuz-sualsiz işlerinden atılıp aileleriyle birlikte açlığa mahkum edilen ve sayıları şu anda net 131.182 olan kardeşlerime yazıyorum bu yazıyı.  

Tek Adam Rejimi 3 aşamadan geçerek oluştu:

1) Anayasa’yı, daha da kötüsü, hukuk’u hiçe sayan idari kararlar ve OHAL KHK’leri yoluyla kendi kendine fiilî yetkiler verdi ve sizleri attı;

2) Sonra bu fiilî yetkileri, Anayasa’ya ve hukuk’a tamamen aykırı biçimde yasalaştırarak hukukî görünüme büründürdü.

3) Şimdi de, bu aşamaları çeşitli yandaş ağızlardan tekrarlatarak kabul ettirmeye çalışmakta:

Nasıl olmuş olursa olsun hiç önemli değildir. İster fiilî ister hukuki, hiç fark etmez, Sayın Cumhurbaşkanımız artık ülkenin tek ama tek hakimidir. Her şeyi Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkararak halleder. Bu kararnamelerle kanun bile değiştirir.

Karşısında durmaya kalkışacakları hüsran beklemektedir!

Daha da veciz bir özet lazımsa, "Solcu olmam Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ilişkimizi etkilemiyor"   demiş  olan Başdanışman Mehmet Uçum şöyle söyledi ("çatışma" ve "uyumsuzluk" kelimeleri yerine "muhalefet" koyarak okuyunuz):

"Sistem, çatışmaya elverişli değil. Bireysel tercihlerle çatışma olursa da onu tasfiye etme imkanlarına sahip. Çünkü tek irade var. Bir gecede bu uyumsuzlukları yaratanlar gider, yerlerine işi doğru yapacak kişiler gelir".

Şimdiiii, bütün bunların da tümünü özetlemek isterseniz, Türkçede ironik olarak kullanılan bir özdeyişimiz mevcut:

"Deşilmiş Gözün Davası Olmaz".

***

Oysa, öyle bi olur ki. Değil sivil OHAL, 12 Eylül askerî darbesinin sıkıyönetim döneminde bile mis gibi oldu:

1) Dünya çapında tartışmasız kabul edilen bir genel hukuk kuralıdır: Sıkıyönetim ve OHAL gibi rejimler, adı üstünde, geçicidir. Bitince, "Bir daha kamu hizmetinde istihdam edilmemek üzere…" türünden yasaklar da biter ve hakkını arama evresi başlar.

2) Üstelik, Türkiye’de bu olanağı sağlayan bir Danıştay kararı mevcut: Yüksek Mahkeme’nin 07.12.1989 tarihinde aldığı E. 1988/6, K. 198904 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı.

"Sıkıyönetim geçici bir rejimdir, aldığı kararlar sıkıyönetim süresiyle bağlıdır. Sıkıyönetim kalkınca bu kararlar da otomatikman yürürlükten kalkar, herkes görevine iade edilir" diyen bu karara göre, OHAL kalktığı tarihten (şu durumda, 18 Temmuz 2018) itibaren dava açılabilir. Çünkü "İlanihaye, ölene kadar haklardan mahrumiyet, mağduriyet olmaz."

***

Ne diyorlar, Tek Adam bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarırmış, engellermiş…

Biraz zor engeller. Çünkü yukarıda sözünü ettiğim Danıştay kararı değil kararnameyle, kanunla bile değiştirilemez ve herkesi bağlayıcıdır. Tabii, TC hukuk dinlemez bir diktatörlükse, onu bilemem!

Ne diyorlar, "Zor, oyunu bozar"mış.

Bozar ama, bunun fiyatı çok ağırdır. Tek Adam Rejimi buna niyetleniyorsa, bu sefer artık çıkamamacasına gayri meşruluk çukuruna düşecektir. Çukurun sonu meçhuldür.

Tek Adam Rejimi’nin Aşil topuğu, çürük halkası da buradadır zaten.

***

Askerî sıkıyönetim sırasında bu sürecin nasıl geliştiğini ve eğer aynı Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyorsak yine nasıl gelişeceğini, sizlerle ilgili olduğu kadarıyla anlatayım.

İki sebeple anlatayım:

1) Tek Adam Rejimi’nin kulağına küpe olsun ki sonra "Aldatıldım, bilmiyordum," demesin yine;

2) Hem siz masum ve mazlum insanların yüreği soğusun, hem de hak aramanın parmak şaklatır gibi kolay olamadığını, sabır ve metanetten sonra şimdi de önünüzde bir mücadele dönemi olduğunu görerek kendinizi hazırlayın.

***

12 Eylül askerî darbesi, 1402’likler diye meşhur olan bi halt etmişti: 1402 s. Sıkıyönetim Kanunu Md. 2’yi kullanarak, yaklaşık 5.000 kamu görevlisini "bir daha kamu görevlerinde çalıştırılmamak üzere" deyip görevlerinden sorgusuz-sualsiz attı.

Aynen şu anda sizlerin, net 131.182 kişinin atıldığı gibi.   

Dava bile açamıyorduk.

Aynen şu anda sizlerin açamadığı gibi.

Şahsıma gelince, beni daha önce 06 Kasım 1982’de de YÖK marifetiyle atmış olan SBF’nin atanmış Dekanı Necdet Serin, ki şu anda her biriniz için bir veya birkaç Necdet Serin vardır sanırım, idare mahkemesi kararıyla geri dönme hakkını kazandığımı bildiren telgraftan 10 dakika sonra çektiği görülen telgrafla, bir de 1402’yle attı!

Tazminat davası açmayayım diye önce göreve iade telgrafını çekmiş, 10 dakika sonra tekrar atmıştı… 

Burnumu suyun üstünde tutmaya çalışıyordum: Evimi bölüp yarısını pansiyon vererek; köpeğim Efe’nin yavrularını satarak; dil öğretmenliği, inşaatçılık, ansiklopedi editörlüğü yaparak…

***

O sırada, komşu Hukuk Fakültesinden asistan arkadaşım, şu anda o da emekli profesör, Dr. Metin Günday şöyle dedi: "Olağanüstü yasalar ve hükümler, sadece olağanüstü dönemlerde geçerlidir. Ankara’dan sıkıyönetim kalkar kalkmaz üniversiteye başvuracaksınız. Rektörlük reddedecek. O ret yazısına dava açacaksınız."

1969’dan beri çalıştığım Mülkiye’me dönmek için A.Ü. Rektörlüğüne Ankara’dan sıkıyönetimin kalktığı 20.07.1985’te başvurdum.

Nasıl ki Mehmet Altan davasında AYM kararını uygulamayan ve 12 Cumhuriyet çalışanını mahkum eden yargıç, Erdoğan tarafından şimdi Yargıtay’a atandıysa; Necdet Serin de mükafaten rektör yapılmıştı ve bu başvurumu 10 gün sonra, 30.07.1985 tarih ve 1301 sayılı imzasıyla reddetti.

Bunun üzerine Metin Günday gönüllü avukatım olarak Ankara 6. İdare Mahkemesinde dava açtı. Mahkeme, 12.11.1986 tarih ve 1986/931 sayılı kararıyla beni görevime iade etti.

Fakat Rektörlük Danıştay’a başvurdu ve 5. Daire 17.03.1987 tarihinde 2’ye 3 aldığı 1987/318 sayılı kararla, göreve iademin yürütmesini durdurdu.

Bunun üzerine 02.04.1987’de tekrar görevden atılmış oldum. 1971 darbesinden beri dördüncü atılışım.

İstedikleri kadar atsınlar; zırnık kadar şüpheniz olmasın arkadaşlar, haksızla kararlı mücadele eden sonunda kazanır. Danıştay 5. Daire’ye tekrar başvurduk ve Daire bu sefer 28.03.1990 gün ve 1990/651 sayılı kararıyla, Ankara 6. İdare Mahkemesinin hakkımdaki olumlu kararını oybirliğiyle onadı.

Kimse bugün hukuk o kadar bile yok demesin; unutmayın, bizim zamanımızda ne AYM olanağı vardı, ne de AİHM.

***

Biliyor musunuz, işimiz bitmemişti. Başka 1402’lik arkadaşlar için de farklı farklı yargı kararları çıktığı için olay Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kuruluna gitti. Nihayet, buradan 07.12.1989 tarih ve E. 1988/6, K. 198904 sayılı tarihî karar çıktı:

Sıkıyönetimin kalktığı tarihten başlamak üzere, mali ve sosyal hakları da (maaş, emeklilik, vb.) vererek, bütün 1402’likleri görevlerine iade etti. Ben de Ağustos 1990’da yuvama, Mülkiye’me döndüm.

Davayı açışımdan tam 5 yıl sonra, yani.

***

Sevgili kardeşlerim:

Şimdi önünüzde belki de yıllarca sürecek bir hukuk mücadelesi var. Ama herhalde ki bugüne dek ailecek gösterdiğiniz sabır ve metanet, bu mücadeleyi mecbur kılıyor.

Zaman alacaktır. Ama unutmayın:

1) Şu andaki halinizden memnun olduğunuzu sanmıyorum; tek çareniz hukuksuzlukla mücadeleyi ulusal ve uluslararası hukuk yoluyla yapmak;

2) Şu anda önünüzde olan bu olumlu örnek bizlerin elinde yoktu ama mücadeleye tereddütsüz giriştik;

3) Sadece kendiniz için mücadele etmiyorsunuz; çocuklarınızın özgürlüğü yani istikbali için ediyorsunuz. Bunu onlara da borçlusunuz.

Gazanız şimdiden mübarek olsun! 

Not: Bu yazının başlığını merak ettiyseniz: Kasım 1982’de atılışımı bana bildiren sarı zarfı kapıdan girerken elime tutuşturdukları anda Mülkiye’nin Sütunlu Salon’unu bangır bangır inleten bir cümleden alınmadır:

"Herkes dinlesin: Bu fakülteye söke söke döneceğim!"

Hakeeem, anlarsın ya!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Baskın Oran Arşivi