2021 geçen yıldan farklı olacak mı?
Halit ERDEM*
2020 yılını geride bıraktık. Giden yıl üzerine birçok değerlendirme yapıldı; günlük sıkıntıların üzerine binen ağır küresel salgının da yarattığı kötümser ruh haline karşın geleceğe umutla bakmak gerektiği de sıkça dile getirildi. Umudu büyütmeye ihtiyacımız var; bu doğru, ama nasıl?
Küresel salgın her gün yüzlerce insanımızın canını almaya devam ediyor. Korku, bilinmezlik, çaresizlik insanların yaşamını altüst etti. Yaşlıları, gençleri evlere kapattılar. Milyonlarca emekçiye salgından korunma hakkı tanınmadı. Hayatlarına karşın çalışmaya zorlandılar; İSİG Meclisi 2020 yılı iş cinayetleri raporunda salgında ölen işçilerin isimlerini açıkladı. İşyerleri kapanan, çalışamayan, günlük yaşamını sürdürmek için çalışmaya mecbur olan milyonlarca emekçi çaresiz bir bekleyiş içinde.
Sendikaların rolü ne oldu?
Türkiye’de yüz yılı aşkın bir sendikal mücadeleden ve günümüzde gelişmiş, kurumlaşmış sendikal örgütlerden söz edebiliriz. Sendikal örgütlenme sol çevrelerinde önemle üzerinde durdukları bir meseledir. Ve elbette önemlidir. Ancak nasıl bir sendika ve nasıl bir sendikal mücadeleye gelmeden bir oyun gibi sahnelenen asgari ücret sürecine bir göz atalım: Beşer kişilik işçi, işveren ve hükümet üyelerinden oluşan Asgari Ücret Komisyonu son toplantısını 2020’nin son günlerinde yaptı. İşçi kesiminin sözcüsü üç işçi konfederasyonu adına Türk-İş idi. Bu üç konfederasyon daha önce bir araya gelmiş ve en az sınırın 3000TL civarında olmasını gerektiğini açıklamışlardı. Hükümet ve işveren oylarıyla kabul edilen ve Türkiye’de ortalama ücret haline gelen; milyonlarca işçinin bir yıl alacağı ücreti belirleyen rakam açıklandığında, işçi kesimi adına Türk-İş televizyon ekranından bu sefalet ücretini kabul etmeyeceklerini açıklamakla yetindi.
Hayal kurmak ve işe koyulmak
Aradan daha bir ay geçmeden asgari ücret zamlarla, pahalılıkla eridi. Bir işi olan emekçiler hayatlarını sürdürme çabası içinde, Türk-İş’in açıklaması unutuldu, gündem değişti ve iktidar yoluna devam ediyor. Sormak istediğim soru şu? Bu üç konfederasyon, ortak karar altına aldıkları şekilde, sözgelimi asgari ücretin, 3000TL olması için işçilere bir çağrı yapsaydı ne olurdu?
Üç konfederasyonun örgütlü olduğu yerlerde değil, tüm işyerlerinde çalışanlar, üretimi, ulaşımı durdurur, hayatın emekçilerin sırtında döndüğünü bir defa daha hatırlatırdı. Devlet bu kırılgan ekonomiyi yürütemez, işçinin, yoksulun, emekçinin boğazından, ekmeğinden kestiği parayı bu kadar pervasızca savaşa, israfa, talana harcayamazdı. Emekçiler buna dur derdi. Benim hakkımı ver, yoksa ihkak-ı hak diye bir kanun var bunu ben alırım derdi. Emeğin, alın terinin değeri bir defa daha gündeme gelir, otururdu. Ve neden yapılamadı? Sızlanmakla, boyun eğmekle bir yere varılmıyor. Umutsuzluğa da mahal yok. Hayal kurma ve işe koyulma zamanı.
Talep ve savunma
Tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de işçi sınıfı mücadelesine devam ediyor; sendikalar güçlerini toparlamaya çalışıyor, ortaya çıkan yeni olguları, şartları dikkate alarak programlarını revize ediyor, döneme uygun yeni mücadele yapıları ortaya çıkıyor. Ancak bunların içinden eskimiş olanı, neyin önemli olduğunu bulup çıkarmaz isek; daha önce olanı tekrar ederek farklı sonuçlar bekleriz.
Tarihimize baktığımızda büyük mücadelelerin belirleyici karakterinin bir hakkın talep edilmesi ya da kazanılmış bir hakkın korunması uğruna verilmiş olduğunu görebiliriz. Yani "talep etme" veya "direnme". Söz gelimi 1908 ilan-ı hürriyet grevcileri hükümetten daha iyi ücret ve çalışma şartları talep ediyordu, istisnalar dışında bu günümüze kadar sürüp geldi. Bir talep veya koruma yani savunma mücadelesi. Oysa dünden farklı olarak, işçi sınıfı ve emekçiler kendi istedikleri dünyayı, "Yeni Yaşamı" bugünden inşa etmeye başlamaları mümkün mü?
Öncü güç ve "yığınlar"
Geçmişte olduğu gibi bu günde tüm kurumsal yapılar, partiler/sendikalar yığınları "nesne" olarak görmektedir. Emekçiler iradelerini teslim ettiği temsili kurumların karar ve yönlendirmesiyle; kuşkusuz haklarının, çıkarlarının korunacağına inanarak mücadele vermektedir. Partilerde de, sendikalarda da işçi ve emekçi yığınlar karar vermez; "yukarda" alınan kararlara uyar/uygular. Temsili demokrasinin nimetlerinden yararlanarak "iktidarda/yönetimde" olanlar, "çoğunluğun yararına" karar verme hakkını titizlikle elinde tutar. Oysa tarihte, mücadele pratiklerini incelediğimizde; üyelerine söz ve karar hakkı tanıyan sendikaların, üyelerine insiyatif tanıyan siyasi hareketlerin bu prensiplere bağlı kaldıkları sürece başarılı sonuçlar aldığı biliniyor. Yani emekçiler "özne"; sözünü söyleyen, karar veren olmalıdır.
Mücadele alanı sınırlı
Bir diğer temel unsur; devlet, siyasi ve iktisadi örgütlenmelere, bunların faaliyetine sınırlarını kendisinin belirlediği alan içinde, yasalar çerçevesinde "izin" verir. Bu yasalar da kapitalizmin ihtiyaçlarına göre sürekli değiştirilir. Ayrıca sendikaların kurulmasından bugünlere devlet, biryandan yasaları düzenlerken, içerden de kendisine bağlı yönetimler oluşturma sürecini hep işletti. Sendikaların gücünün arttığı dönemlerde uzlaşmalar olsa da, yasa yapma yetkisi hep devletin elinde kaldı, emekçinin sözü dinlenmedi. Burada da yine dönüp tarihe baktığımızda nerede, yasalar zorlanmışsa ve nerede yasal sınırların dışına çıkılmaya, değiştirilmeye çalışılmışsa yeni hakların kazanıldığı görülebilir.
KURUCU, DEĞİŞTİRİCİ OLMA HAKKI
Burada artık nisbeten yeni bir kavram üzerinde durabiliriz. Kitlelerin enerjilerini ve aşağıdan yükselen taleplerini yansıtan "kendiliğinden hareketlerin" son dönemlerde oldukça yaygınlık kazandığı bilinmektedir. Bu gelişmelerin umut yarattığı ve yeni eylem ve fikirlerin esin kaynağı olduğu da bir gerçektir. Ancak bütün bu çabaların yeni bir yaşam perspektifi, hedefi yoksa sürekli tekrar edilegelenden farkı olmaz. Değiştirici olma, yerine bir şey koyma, alternatif üretme ile örgütlü olma kilit kavramlardır: bunlar üzerinde düşünülmelidir.
Kuruculuk kavramı; nasıl yaşamak istediğimizi hayal etmek ve bu amaca varmak için önümüzdeki en somut sorundan başlayarak bu amaç doğrultusunda politika üretmek, bunu örgütlemek, kurumsal hale getirmek ve bu yolda yürümektir. İşe mikro boyutta "örgütlü yapıların" kurulması ile başlanmalıdır. Bu yapılar da üstten, talimatlarla, kararlarla kurulamaz. Mikro boyut, sınırları görülebilen, ulaşılabilen yaşam alanları; mahalle, köy, sanayi bölgesi ve iş alanlarıdır. Bu birimlerde yaşayan ve ortak hayallerini gerçekleştirmeyi önüne amaç olarak koyan örgütlü insanların kendileriyle birlikte istedikleri, arzu ettikleri yaşamı kurma; değiştirme, dönüştürme iradesini ortaya koymalarıdır.
Sözünü söyleyen, karar veren; özne
Bu güne kadar sonuç alınamayan, mücadelenin sürekliliğini sağlayamayan örgüt yapılarından farklı olarak Yeni bir yaşamı inşa etme sürecinde her emekçi "özne"dir, karar vericidir, sözünü söyleyendir. Kurallarını kendilerinin koyduğu yapılarda bir araya gelen ve değiştirici misyon üstlenen her birim kurumsal öznedir. Karar alır, kararını hayata geçirmek için güç biriktirir. Mahalle ile fabrika, fabrikalar arası, bölgesel, ülke çapında koordinasyon kurar. Ortak hedefler belirler, bunların gerçekleşmesi için mücadele eder. "Yeni bir yaşam"dan herkesin farklı bir beklentisi olabilir, herkesin farklı bir hayali olabilir. Ama hiçbir işçinin, emekçinin bugünkü gibi yaşamak istemediği açıktır. Eşitsizlik, adaletsizlik, işsizlik, güvencesizlik, dikkate alınmama, hor görülme, milli gelirden hak ettiği payı alamama, bunun gibi cehennemin sınırında yaşamaya mecbur edilme yerine; alternatif bir yaşamın temellerini döşemeye, inşa etmeye başlamanın önünde hiçbir engel yoktur.
Antikapitalist içerik
Bu mücadele aynı zamanda antikapitalist bir içerik taşır. Emek cephesinin söz gelimi, asgari ücretin ne kadar olacağı ya da güvencesiz çalışmaya karşı üzerinde çalışılmış bir programının başarıya ulaşması kapitalizmin emekçiler üzerinde kurduğu hegemonyayı, işleyişi bozan, kapitalizmin dayatmalarına karşı emekçilerin kendi çalışma düzenini kurmaya yönelik ilk adımlardır. Bu sürecin her aşamasında sendikalar, işçi sınıfının ve emekçilerin taban örgütlenmelerinin ürettiği politikaların geliştirilmesi, bilgi akışının sağlanması ve koordinasyonu üzerinde ve yasal temsiliyetin sağlanmasında önemini ve yerini korur. Bu örgütlenmeler, emekçilerin bir araya gelerek bir amaç için, irade ortaya koyarak, mücadele vererek, kendilerinin kuracağı demokratik toplumun temel taşları, nüveleridir. Böyle bir kurucu irade, demokrasiye inananları, aydınları bir fikir, bir amaç, bir hedef etrafında toplayarak, demokratik toplumun temellerini atacaktır.
2022 yılının asgari ücretini bu irade ile belirlemek ve bunu sermayeye, devlete kabul ettirmek için, böyle bir hedefin öne konulması mümkün mü? 2022’ye kadar aşağıdan gelen bu veya benzer sorunlarla ilgili çözüm ve öneriler karşısında Türk-İş veya öteki sendikalar sadece muhalefet şerhiyle yetinebilir mi?
Geleceğimizi neden biz ellerimize almıyoruz?
* Erzurum 1949 Sanat Enstitüsü tesviyecilik bölümü mezunuyum.
1969 yılında Ankara'da, daha sonra İstanbul'da tesviyeci olarak çalıştım.
1975'de DİSK'e bağlı Türkiye Maden-İş Sendikası’nın İstanbul-Pendik 4.Bölge temsilciliğine, 1977'de Merkez Yürütme Kurulu'na seçildim.
12 Eylül 1980 darbesi ile DİSK ve DİSK'e bağlı sendikaların kapatılmasından sonra, yurt dışında, Avusturya’da dayanışma çalışmalarını örgütledim.
1992 yılında DİSK davasının sonuçlanması üzerine Türkiye'ye döndüm.
T.Maden-İş sendikası ile Otomobil-İş sendikasının birleşmesi sonucu kurulan Birleşik Metal-İş Sendikası’nın Genel Sekreterliğine seçildim. 1996 yılında sendikadan ayrıldım.
1968’de başlayan siyasi çalışmalarımı Halkların Demokratik Partisi PM-Yedek üyesi olarak sürdürüyorum.