Abdülkadir Budak ve şiirinin anlamı
Halim ŞAFAK
Çocukluğunu ve ilkgençliğini hatta daha fazlasını İstanbul yani merkez edilmişin dışında yaşamış/geçirmiş ve hala yaşamakta olan şairlerin onunla kurdukları olumlu/olumsuz ilişkilere rağmen onun da dâhil edildiği bir dünyanın şiirini yazdıkları söylenebilir. Bu kesinlikle önemli bir geçmiş ve bugün değerlendirme olma özelliğini baştan beri bünyesinde bulunduran geçmiş ilgisine bağlı olarak her zaman kapsayıcı olmuş şiirsel bir eğilimdir.
Bunun dünyanın bugündeki hali karşısında ve ayrı bir tartışma konusu olan kültür endüstrisinin kendini orda gerçekleştiriyor olması bir yana İstanbul’da yaşayan şairleri de hem etkileyen hem de içine alan merkezin yanında tutulmaya çalışılan ihtiyatla hayatının doğusunun da yetersiz bir biçimde dahil edilmeye çalışıldığı ve tekten örnekler dışında genelde ulusçu özellikleri baskın olan bir Anadolu ve imgesi oluşturduğu söylenebilir. Bu gerçekliğin bildik İstanbul-taşra ayrımı dışında başka bir değerlendirmeyi ve tartışmayı ihtiyaç kabul ettiği açıktır.
Özellikle İstanbul ve dışında etkili olan anlamla ve iyi bir dünya arzusu arasındaki ilişkisi baştan beri sorunlu kimi politik öğelere rağmen apolitikliği büyük ölçüde benimsemiş bugünün dünyasının ve onun teknolojisinin belirlediği ve çoğalttığı bir şiir ve onun belirlediği dünya karşısında bu şiirin cumhuriyetten bu yana oluşturduğu sorunlu bulunabilecek birikim şehir ve kır ayrımı tartışmalarında aynı şiirin baştan beri bünyesinde bulundurduğu biçimsel ve söylemsel sorunlara rağmen iyi bir imkân olabilir.
Söz konusu şiirde ötekinin ve geride kalan geçmiş ve etkisi ve hızı tartışılamayacak hale gelmiş kapitalizm, modernizm ve onların teknolojisi karşısında bütün canlıları, hayatı ve ilişkileriyle kırın insani (azaltılmış insanmerkezli denilebilecek) olanı temsil ediyor olması yine bugün karşısında fazlasıyla önemli bulunabilir. Bu birikimin bugüne dönük itirazının, bugünün içinde ya da değil bugün ve gelecek önerisinin (ister bireysel olsan ister toplumsal olsun) önemli olacağını da söylenebilir. Aynı şekilde bu şiirin Ahmet Oktay, Ahmet Erhan gibi örneklere bakarak bu tartışmanın insan ve etrafının yaşadığı eve (mekanlara) bakarak da otoritelerin ve müteahhitlerin belirlediği şehirsiz şehirler karşısında geniş anlamda mekânsal ve insani içerimlerinin olmasından dolayı da iyi okumak gerekiyor.
Bu yıl ellinci şiir yılını kutlayan Abdülkadir Budak ve şiiri içinde benzer bir iddia da bulunulabilir. Bu noktada yukarıda da belirtilenlerın ışığında Abdülkadir Budak’ın şiirinin biçimsel ve söylemsel olanın öncelenmediği bağlamsal bir değerlendirmeyi hak ettiğini sanıyoruz.
Abdülkadir Budak’ın şiirinde hayati ve şiirsel mekanı Hafik, Kayseri, Malatya, Sincan, İstanbul gibi şehir ve kasabalar oluşturur. Baskın olan ise İstanbul’un dışında büyük ölçüde kır olarak ele alabileceğimiz ya da kır olmadan açıklayamayacağımız azaltılmış insan merkezli bulunabilecek bir dünyadır. Bu aynı zamanda bu haliyle ömrü billah sürmesinin mümkün olduğu iddia edilebilecek bir bugün ve geçmiş tartışması ve karşılaştırması olarak da anlanabilir ve kabul edilebilir.
Buysa yakın ve uzak geçmişten gelen halk kültürünü baştan kendine dâhil eder. Halk kültürü dediğimiz şeyi halk edebiyatı olarak anlamak mümkündür. Halk şiiri, destanlar, masallar yani sözel kültür bu edebiyatın ve kültürün asıl oluşturanıdır. Abdülkadir Budak bu kültüre divan edebiyatını ve bir zaman sonra yaşadığı dünyaya bağlı olarak modernist şiir ve kültürü de dahil eder. Özellikle halk ve divan şiiri burada izleksel ve içeriksel olduğu kadar biçimsel ve söylemsel bir etki nedenidir. Aynı birikim şehir ve onun modernizm karşısında ikisinin karşılaştırılmasından çıkan itirazın da kaynağıdır.
Bu tabii büyük ölçüde coğrafyası fala belirtilmemiş ya da belirginleşmemiş Anadolu ve imgesinin etkili olduğu bir şiirdir. Ne var ki Anadolu ve imgesi toplumsal ve politik anlamdan çok daha çok bireysel ve kişisel düzeylerde ortaya çıkar, bunun dışında kalan bireysel ve toplumsal tarihlere ve orda geçen trajedilerle pek ilgilenmez.
Çünkü buradaki Anadolu ve imgesi ordaki insan hayatına dair verdiği ipuçlarına ve belirtilere rağmen kır ve orda yaşayan insanla ilgilidir. Bir bakıma kır ve ahalileri insan ve onun modernizmi karşısında yine kişisel bir itiraz olarak canlılar yani kır ahalileridir.
Av, avcı gibi imgeler, en başta bitki ve hayvanlar gibi içerenleriyle doğa, anne, baba, etraf, masal ve destanlar, aşk, sevgi gibi izlekler hem insan ilişkilerini hem de insanın kırla onun ahalileriyle kurduğu ilişkileri şiirde tartışmanın imkânıdır. Şehirle kurulmayla başlanan sorunlu ilişkiyle birlikte bu bir karşılaştırmaya ve toplumsal sonuçlar da çıkarılabilecek kişisel bir itiraza da dönüşür.
Buradaki itiraz tamamıyla isyan etmek ve direnmekten çok anlamaya ve neden böyle olduğu sorusuna odaklanır. Böylelikle anlamaya ve anlatmaya çalışma hem de neden böyle sorusunu ısrarla kendine sorma kırı geçmiş olarak şiirde tutarken şehri ve onun modernizmini sorgulamanın şairi getirdiği nokta insanın bir zehir olduğu ve bu insan prototipi ve onun dünyası karşısında yaşamanın zorluğu ve bu zorluğun hem hayati hem de şiirsel sonuçları ve kalıcı bir biçimde yaşanmakta olan acıdır. Geçmişle daha sonra da bağını koparmamış olsa da bu yaklaşımın Abdülkadir Budak’ın şiirinin birinci dönemini oluşturduğu iddia edilebilir.
İkinci dönem ise şiiri kadar şairin kasabaya/şehre (Sincan,Ankara) kalıcı olarak yerleşmesini tarih olarak alabilir. Bundan sonrası daha fazla evdir yani ev zamanı’dır, çocuklardır, yeni ve eski etraftır. Şiirin yeni nesne ve özneleri bir yandan da kendi babalığını (iki çocuk büyümüştür) yaşananın bir sonucu olarak izlek olarak şiirine çıkmamak üzere dâhil ederken bu durum şairin kendi babasını da kitap düzeyinde ele almasını da sağlar.
Bu dönemde tartışmayı kışkırtan hatta yine hayati ve şiirsel bir sorun haline getiren mekan olarak şehir ve onun modernizmi kadar artık kapatılma mekanlarından biri olarak kabul edebileceğimiz ve hala ev demekte direndiğimiz konuttur, bilmem kaçıncı kattaki apartman dairesidir ve konut hayatın yaşandığı/geçtiği asıl mekandır.
Ne var ki Gaston Bachelard’ın müthiş bir ruhsallık yüklediği ev geride kalmış onun yerini geçen ve şaire düş gördürmeyen konut ve onun sentetizmi hem şair hayatı hem de şiiri için başka bir sorun ve olgu haline gelmiştir. Buysa konutun bütün nesne ve özneleriyle (hayat arkadaşı, şair, kız ve oğlan çocuklar) şiire dâhil olması demektir. Artık tamamen geçmiş olarak kabul etmemiz mümkün olan kır ve onun mekânları bugünün onun asıl yaşandığı konutu tartışma ve eleştiri konusu etme nedenidir.
Böyle bir dünyada öznelerin birbirine sevgisi ve saygısı, birlikte yaşama ve olma arzusu tek başına yetmeyeceğinden şiire yansıyan bir çatışmanın ama ona rağmen yine bir birlikte yaşamanın ve olmanın çıkması kaçınılmazdır.
Kır etrafı çitle bir bahçe ve onun içindeki evdir/damdır, dağdır, ovadır ama şehir artık ve daha çok saksıdır. Şair bunun karşısında da yine geçmişten aldığı destekle konutu bütün sorunlarına ve yaşattıklarına rağmen birlikte yaşama imkânı olarak kabul eder ve insanı acı ve yalnızlık başta olmak üzere bütün duygularını ve bunun doğurduğu ve kişiliği haline getirdiği duygu değerlerini ve insani izlekleri bunun içinden kimi yerde tekrar etme pahasına ya da böyle bir tehlikeyi göze alarak şiirinin konusu haline getirir. Şair modern dünyaya ve onun şiirine bağlı olarak dünya şiiriyle kurduğu ilişkiyi de dünya şairlerini yazarak bu birikime dâhil eder. Bu da modernizme karşı şiirsel bir değerlendirmedir.
Buraya kadar belirtilenlerin ışığı altında Abdülkadir Budak’ın kır ve şehir ilgisi ve ikisiyle kurduğu ilişkinin şiirinin asıl belirleyeni olduğunu ve bunun sorunlu olduğu kadar onsuz olmanın mümkün olmadığı kesinlenmiş bir etraf da oluşturduğu belirtebilir.
Bu aynı zamanda merkezine insan, baba ve şair olarak Abdülkadir Budak’ı alan ve sorun çıkarmaya eğilimli bir ben ve biz (etraf) tartışmasıdır. Bu yüzden de fazlasıyla bireysel ondan çok kişiseldir. Buysa Abdülkadir Budak’ın şiirini yıllar önce belirtildiği gibi şairin kendine bakmayı baştan beri öncelediği ve düşünce çıkarmayı kışkırtan ve hayati bir ben ve biz değerlendirme ve bunu ısrarla sürdürme gibi bir anlamı sahiplenmesini sağladığı gibi kıra ve şehre bağlı olarak başta insan olmak üzere canlıların başına gelenler, yapıp ettikleri ve insanın bundan çıkarması gereken sonuçlar açısından önemli bir şiirsel birikim haline getiriyor.
Abdülkadir Budak’ın toplu şiirlerinin yer aldığı "Dalgın Rüzgar" ve "İştahlı Makas"ı (Yazılıkağıt Yayınları, 2020,Ankara) ürettiği ve yaptığı kır ve şehir, ben ve biz değerlendirmeleri ile hem kır hem de bugündeki şehir hayatının önce insan sonra bütün canlılara yönelik hem olumlu hem de olumsuz anlamda yol açtıkları kimi zaman acı, keder ve yalnızlık duygusuyla, kimi zamanda umutla ele alındığı ve şiir konusu edildiği için okumak gerekiyor.