AKP çürümüş devlettir: Devlet, dağılan AKP'dir

AKP çürümüş devlettir: Devlet, dağılan AKP'dir
Bilindiği üzere, AKP’nin seçim anlayışı, “kazanana kadar seçim”dir.

Kemal S. ÇÖZÜM


Uzak-yakın tarihe bakın kendiliğinden iktidarı teslim eden bir diktatör bulamazsınız.

Biraz daha özelleştirip bakmaya devam edelim; kendiliğinden iktidarı bırakan bir İslamcı var mı?

Onu da bulamazsınız!

Bir kez ele geçirdikleri iktidarı bırakmazlar-bırakmamışlardır, son demine kadar bu devranı sürdürmek isterler.

Şu veya bu şekilde orada kalmanın, yetki ve olanakları elde tutmanın yollarını-gerekçelerini yaratıp sonra da bunu, yasal ve de organik olarak kendilerine bağlı ve aynı zamanda suç ortakları olan, polis-jandarma-ordu-yargı gücüyle sürdürmeye çalışmışlardır.

Diktatörler seçim kaybetmezler, bu nedenledir ki tarihte seçimle giden bir diktatör yoktur.

Tarih boyunca diktatörler gön-de-ril-miş-tir…

Bir Dizinin Sezon Finalini Bekler Gibi…

Haftada en az bir videoyla, devletin kirli işlerinde maşalıkla başladığı "mafya" kariyerini, AKP adına, AKP ile birlikte ve devletin koruması altında nasıl sürdürdüğünü, hem de belgeli-kanıtlı bir şekilde anlatan küçük "Reis" Peker karşısında, büyük "Reis"in, aynı zamanda devletin başı-cumhurbaşkanı da olan AKP "Reis"inin düştüğü durumu, hem de bir tiyatro, bir dizi gibi herkes izliyor-görüyor.

Bu durumu salt AKP’nin, Reis’inin, bakanlarının, bürokratlarının, hâkim ve savcılarının, ordusu ve polisinin vb. kirliliği, rüşvetçiliği, hırsızlığı, soygunculuğu vb. olarak ele alamayız.

Burada sergilenen bu çürümüş-asalak yapı ve kişiliklerin bizleri nasıl yönettiğidir.

Burada sergilenen devletin kiri-pası, asıl olarak da çürümüşlüğü ve acizliğidir.

AKP artık çürümüş devlettir; devlet artık dağılan AKP’dir.

Her kesimden resmi muhalefetin, aydınların, sanatçıların, sendikaların, meslek örgütlerinin vb. vb.nin tepkisi nedir diye sorduğumuzda karşımıza çıkan manzara da pek olumlu değildir. Tamam, "kabul etmiyoruz", "lanetliyoruz", "sindiremiyoruz", "yakıştıramıyoruz" vb. vb. ama sonuca baktığımızda elde kalan: Sıfır!

Hep birlikte tarafların karşı hamleleri beklenirken, kimse "gelecek bölüm"de neler olabileceği veya sezon finalinde(*) bizleri nasıl bir sürprizin beklediği konusunda yorum yapmanın ötesine geçmiyor.

Umut Fakirin Ekmeği Mi?

Zaten çok zayıf olan sistemin kendini, pisliklerini temizleme dinamikleri, AKP iktidarıyla neredeyse tamamen tükenmiş-tüketilmiş durumdadır. 17-25 Aralık sonrası çok açık bir şekilde görülen bu tükenmenin vardığı nokta, bugün artık kimsenin düşünemeyeceği, hayal edemeyeceği boyutlardadır. Herkesin kendiliğinden dağılmasını çökmesini beklediği veya bir "üst akıl"ın alaşağı etmesini istediği AKP-Tayyip diktatörlüğü bugün büyük oranda tükenen ama yine de sistemi ayakta tutmaya yeten dinamiklerin üzerinde oturmaktadır.

Bu noktada hayal görmeye, hayallerle avunmaya gerek yok.

Türkiye Halklarının özgürlük-demokrasi, insanca yaşama özlem ve isteği, Biden’ın da Avrupa Birliği liderlerinin de umurunda değildir. Onlar açısından önemli olan uluslararası ve ikili ilişkilerde kendilerine sorun çıkarmayan bir Türkiye’dir. Bugüne kadar da AKP-Tayyip diktatörlüğü, zaman zaman dengesizlikler sergilese de onlar açısından eldekilerin en iyisidir.

Emperyalist merkezlerin, BOP’un (Büyük Ortadoğu Projesi) eş başkanı ilan edilen bir Tayyip Erdoğan’a ve İslamcı bir Türkiye’ye bölgede hala ihtiyacı vardır. Tayyip Erdoğan’ın yıpranmışlığı şu anda önemli bir sorundur ancak aynı işlev ve etkinliğe sahip bir alternatifin bulunamadığı da ortada. Özetle birkaç kez sifonu çekme aşamasına gelseler de çekemediler. Ki sifonu çekseler de yerine getireceklerinin bundan beter olacağı neredeyse kesindir.

Diğer bir beklenti ise ekonomik çöküntü nedeniyle AKP iktidarının daha fazla devam edemeyeceği ve şu veya bu şekilde yıkılacağı beklentisidir. Daha çok liberaller tarafından teorisi yapılan bu beklenti yıllardır gündemden düşmez ve her zaman inananı-savunucusu çıkar. Korkut Boratav Hocanın vurguladığı gibi böyle bir beklenti "basit-mekanik ekonomizm"den kaynaklanır ve "Türkiye’nin aydınlık fikirli, ilerici solcu güçlerinin ‘kriz gelir Erdoğan, AKP gider’ kolaycılığına sığınmaması"(**)(abç) gerekir.

En önemli beklenti ise seçim beklentisidir. Bu beklentiyi ele aldığımızda ise karşımıza bir umutlar silsilesi çıkar: İlk umut bir erken seçimin olmasıdır. Bu umudun gerçekleşmesi de başka bir umudun, iktidarı erken seçime ikna etme umudunun gerçekleşmesine bağlıdır.

Erken seçim olmadı mı, o zaman umudun adresi 2023 seçimleridir. Ne var ki bu umudun gerçekleşmesi de bir umutlar silsilesine bağlıdır. Öncelikle AKP-Tayyip diktatörlüğünün savaş-terör veya herhangi bir gerekçeyle seçimleri iptal etmemesini umut etmemiz gerekiyor. Diyelim bu umudumuz gerçekleşti, bu kez de desteklediğimiz parti veya adayların seçime katılabilmesine yönelik bir umudumuz olacaktır. AKP iktidarının istediğini hapsetme, yıllarca içerde tutma keyfiyeti somut örneklerle ortadayken böyle bir umudun gereksizliği iddia edilemez herhâlde.

Her şey tamam, seçimler (erken veya zamanında) yapılacak diyelim, ama bizim ara vermeksizin umut etmeye devam etmemiz gerekiyor. Seçimlerin hilesiz-engelsiz gerçekleşmesini, oyların çalınmamasını-değiştirilmemesini ve asıl önemlisi de sonuçların kabul edilmesini umut etmemiz gerekmez mi? Bilindiği üzere, AKP’nin seçim anlayışı, "kazanana kadar seçim"dir.

Diyelim ki bütün bu umutlarımız gerçekleşti ve iktidar el değiştirdi. Bu kez de yeni umutlara kaptıracağız kendimizi. Yeni iktidarın 20 yılın hesabını sormasını, Tayyip’le (tıpkı Kenan Evren ve 12 Eylül şürekasına yapıldığı gibi) anlaşmamalarını, Tayyip ve suç ortaklarının geride kalan yaşamlarını kendilerine tahsis edilen saraylarda-villalarda değil de hak ettikleri cezaevi hücrelerinde geçirmelerini umut etmemiz gerekecek.

Ne kadar çok umudumuz var değil mi?

O kadar çok şeyi umut ediyoruz ki, bir noktadan sonra, bunlar umutsuzluk kaynağı oluyor.

Şarkılarımız
rüzgara çıkmalıdır... (***)

Bu kadar pisliğe batmış bir iktidarın nasıl olup da hala ayakta kalabildiğine şaşırmak gayet insani ve ahlaki bir tepkidir. Ayıplamak, kınamak da öyle.

Ancak şunu da anlamak gerekir ki bu iktidarın hala ayakta kalmasının en büyük nedenlerinden biri ve belki de temeli bu insani-ahlaki tepkilerin, politik tepkiye dönüşmemesidir.

Siyasi iktidarların değişimini belirleyen, özellikle ülkemizde, ahlaki nosyonlar değildir. Hele ki "adam çalıyor ama çalışıyor" gibi bir saçmalığın atasözü haline geldiği düşünülürse, sorunu ahlaki platformdan çıkarıp politik platforma taşımak kaçınılmazdır.

Elbette ki politik platformun riskleri vardır. En küçük protestoda dahi karşılaşılan dizginsiz polis terörü olsun, ardından savcılık-mahkeme eliyle verilen cezalar olsun, hepsi de bir amaca yöneliktir: Korkunun egemenliği…

İnsan korkar, normaldir. Salt kişisel-psikolojik özelliklerden de kaynaklanmaz bu korku. Sahip olunanlar (salt mal-mülk anlamıyla değil), yani göze alınacak kayıpların büyüklüğü, bulunulan ortam-ilişkiler ve etkileşimin derecesi, sahip olunan değerlerin gücü-yerleşikliği vb. bir sürü etken korkuyu yaratan veya büyütüp küçülten unsurlardır. Burada iktidarın şiddetinin derecesini-yoğunluğunu ve bunun belirleyiciliğini özel olarak vurgulamaya gerek dahi yok.

Kişisel boyutta böylesine belirleyici olan korkunun siyasal platformda yeri yoktur, olmaması gerekir. Politik stratejiler-taktikler, savunulan ideolojik-siyasi çizgiye bağlı olarak objektif ve subjektif koşulların tahlilinden yola çıkılarak belirlenir.

Bu anlamıyla ele aldığımızda ülkemiz devrimci "Sol"unun eksiklikleri sayılamayacak kadar çoktur. İdeolojik yetersizlik ve buna bağlı olarak siyasi çizgilerdeki belirsizlik, programsızlık, örgütsüzlük, kendiliğindencilik, kitleden kopukluk vb. vb.

Ancak çok açık ve yüksek sesle vurgulayarak tekrarlamak gerekir ki, umut yine de bu "Sol"dadır.

Bu "Sol"un siyasal-tarihsel deneyimi-birikimi bugünkü baskı rejiminin engellerini aşacak zenginliklerle doludur. Bu zengin birikim ve tecrübe siyasal cesaretle ele alınıp günümüze uyarlandığında gidişatın tersine çevrilmesi işten bile değildir.

Elbette ki cevap verilmesi gereken sayısız soru vardır, nasıl, nerede, kiminle, neyle, vb. vb.

Bütün bu soruların cevabı siyasi pratikte bulunabilir ve bugüne kadar da öyle olmuştur. Kenardan, masa başından sorulan her soru temelsiz olduğu kadar, cevapsız da kalmaya mahkumdur.

Soruların gerçek boyutlarıyla biçimlendiği yer de cevapların kendini dayattığı yer de siyasal pratiktir.

(*) Sezon finali diyorum çünkü kimse bu "dizi"nin bitmesini istemiyor; hemen herkes "anlatsınlar, birbirini yesinler biz de seyredelim" modunda

(**)Birgün.net, 09.11.2015, Korkut Boratav’la söyleşi…

(***)N. Hikmet, Şarkılarımız.

Öne Çıkanlar