AKP mi yoksa MHP mi belirleyici ilişkisinde üçüncü bir durum yok mu? O halde duyduğumuz bu sesler ne?
Kemal BOZKURT
Olmaz denilenlerin olduğu bir ülkedeyiz ve hatta dünyadayız . Alakasız gibi görünse de görüntülü konuşmak 40-50 yaş için dahi dev ve sarsıcı bir olay değil mi? ‘Home Office’lerle başladığımız 2000li yıllara artık evden çalışmak, beyaz yakalılar için olağan olan durumuna gelmedi mi? Ve hatta evde ürettiğini, alışveriş uygulamaları ile satarak geçinen ama eskiden işçi olanları da biliyorum. Düne kadar ‘Youtuber’ desek çoğumuzun o ne diyeceği şeyin günlük hayatın bir parçası olduğu bir dönemdeyiz. Burada çok hoş bir tartışma çıkıyor ama konu dağılacağı için girmemeli, metnin beni sürüklemesine izin vermemeliyim! diye düşünsem de izin verin biraz da sürükleneyim. Youtuberlar olduğu için dil bu kelimeyi içine alıyor, dil bu kavramı ortaya attığı için Youtuberlar ortaya çıkmıyor. Dil her şeyden önce somut olarak, onu konuşacak olan ağıza, o olmazsa ele, göze ama mutlaka bir araca ihtiyaç duyar nihayetinde… Hoş, bir irade olarak Youtube kurulmasa Youtuber da olmazdı herhalde yahut en azından adı Youtuber olmazdı… Neyse, dağılmayayım daha fazla ama birazdan yazacaklarım da bu karmaşık gibi görünen ama aslında sarih olan durum içerisinde oluyor. O kadar ki ben gazetecilerin, siyaset bilimcilerin, sosyologların Youtube da yayınlanan ‘öyle mi yoksa böyle mi’ yayınları dinlemekten helak olmak üzereyim… Gerçekten de geleneksel yayın yapan televizyonları açmadan yaşıyoruz son birkaç senedir. Yeni bir dil gelişiyor, birbirlerinin dilini bilmeyen farklı ülkelerden çocuklar, emojilerle pekala konuşabiliyorlar da… Bu durumla birlikte dışarıda daha çok çalışmak zorunda kalan işçilerin, mesela kuryelerin durumu ise tam tersine eve girememe halini alıyor bir yandan da…
Neyse hayatımız, dilimiz bu hızla değişirken aklın da değişmeyeceğini zannetmiyorum elbette, Nihayet somut durum aklı da belirliyor…
Covid-19 pandemisi mesela bilimi ciddi anlamda belirleyici yapmadı mı? Eskiden modern tıbbın yetersiz kaldığı yahut daha yeni ayağa kalkmaya başladığı zamanlarda onun yerine tanrıdan beklenen sağlık; bu salgında, ibadethaneler dahi dünyanın dört bir yanında kapatılmak zorunda kalırken, bilimin açıldığı, herkesin dönüp baktığı günlük yaşamın bir parçası haline geldi. Her dinden insan, aşı bulundu mu diye gözlerini nereye çevirdi?
Neyse, bu giriş bölümünü bakalım Türkiye siyasetine nasıl bağlayacağım?
Akıl bu hızla değişirken genç nüfusun yoğun olduğu Türkiye’de eski bir dil ile siyaset ne kadar daha yapılabilir? Farklı partilerden genç nüfusun yüzde 87 oranında yurt dışına gitmek istediği bir yerde yaşam değişirken akıları ve dilleri daha ne kadar sabit kalabilir?
Son dönem MHP’nin AKP’ye açıktan Twitter üzerinden yazdıklarını konuşuyoruz. Onlar dili değiştirmese de seslendiği yeri değiştirdi. (Kısa bir dönem Twitter boykotu da yaptılarsa da…) MHP ve AKP’yi konuşmak zorundayız çünkü kurumların içinin boşaltıldığı, iktidar değişince kurumların da değiştiği bir yerde, hayatımızın da nasıl değiştiğini çok iyi biliyoruz artık. Standardımızın iktidar değişimine göre olduğunu, standart dışı bir durum yaşadığımızı biliyoruz. Hatta iktidarın kendi içinde değişiminin de yarınımızı nasıl etkilediğini de iyice biliyoruz…
Bir gün ‘hain’ ertesi gün ‘kahraman’ ilan edilebilirsiniz ya da tam tersi… Değişen siz değil iktidar olsa da değişmemiş gibi davranan da yine aynı iktidardır. Dili böyle yükseltince aşağı çekemezsiniz. Ancak somut durumu değiştirerek dili de değiştirebilirsiniz. İşte o somut durum değişmesin diye MHP çıkışlar yapıyor ya zaten. Ama o dahi kendi Twitter boykotuna kendisi uymuyor ve somut durumu değiştiremediği için konuşuyor ya…
İyi ama MHP, AKP’ye neden açıktan konuşuyor? Söylediklerini muhalefete söylüyor olamaz çünkü onun beğenmediği muhalefet hakkındaki fikirlerini sadece Cumhur ittifakı’na dahil olduğu zamanlarda değil, olmadığı zamanlardan da biliyoruz. HDP’nin kapatılmasını, milyonlarca insana ‘haşere’ diyerek toplu kırım istemesi şaşırtıcı bir şey mi oldu mesela? Şaşırtıcı olan Ahmet Türk’ün elinin sıkılmasıydı değil mi? O da geçti gitti işte…
90’lardan farklı bir söz mü bu duyduklarımız? İrade göstererek dilin yine değişmediğini görüyoruz oysa somut durum öyle mi? HDP bir gelenek olarak, 90’lardaki gibi yüzde 2-3 düzeyinde mi?
Dolayısıyla bu iktidarın sorumluluğunda olan duruma ilişkin bir zorlama bu. İyi ama neden açıktan yapılıyor hem de ısrarla? Özel alanlarda konuşma, anlatma, ikna etme olanağı ortadan kalkmış belli ki, en azından bu politikalar için. Yahut yarın için hazırlık yapılıyor. ‘Ben o kadar uyardım, siz de bunları duydunuz!’ demek için. Beğenmediği kişiler üzerine dahi açıkça ve sıkça konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan bu denli açıktan söylenenler üzerine neden konuşmuyor, bir imada dahi bulunmuyor? Bu sessizlik, olağanın dışında olan durumu anlatıyor. Erdoğan’ın olağanı bu mu? Erdoğan’ın olağanı bu mu? Erdoğan’ın olağanı bu mu? Yazı başlığının aksine MHP'nin sesliliği kadar Erdoğan’ın ona karşı sessizliği de durumu anlatmıyor mu?
Diyebilirsiniz ki her iki parti de iç içe geçmiş, aynı düşünüyorlar aralarında bir husumet yok. Ama aynı partiden dahi olmak anlaşmayı sağlar mı sizce otomatik olarak? Kendi partisindekilerle, ideolojik olarak yakın, aynı olduklarıyla bile anlaşamayan ve tasfiye eden bir parti, dışında olana geçici ve taktiksel bir birliktelik kursa da aynı ideolojiye sahip olsa bile anlaşıyor olabilir mi? Aynı fikre esas olarak sahip olsalar da Meral Akşener ve Bahçeli ayrılığı neydi o halde? ‘Kişilerin ne önemi var, ideoloji belirleyici’ mi diyorsunuz? Durun bir dakika lütfen! Öyle mi gerçekten? İdeolojisini terk ettiğini, uzun süre önce açıklayan Erdoğan ‘Milli Görüş’ gömleğini terk ettiğinde partisinde ayrılıklar mı olmuştu yani? Hayır, iktidar savaşlarında aynı görüşte olduklarından bile ayrılmış ve tasfiye edilmişlerdi. Esas olarak Batı ile kavga dahi onunla ayrı düşmek için değil, onunla ilişkiyi kendi bildiği gibi sürdürmek istemesiyle alakalı değil mi? Bu anlamda Abdullah Gül’den ideolojik olarak değil sadece yöntem üzerinden ayrışıyor. Usül içeriğin önüne geçip belirleyici olabiliyor pekala. Liderleri, tarihsel bir anda toplumun ortaya çıkardığını söyleyebiliriz ama bu kişisel özelliklerin belirleyici olmadığı anlamına mı gelir? Erdoğan’ın ideolojik olarak anlaşmasının değil kişisel tercihlerinin belirleyici olduğunu görmemiz için daha ne görmemiz gerekiyor? Sürekli dil değiştiren birisinin ideolojik olarak kavgası olamaz ancak ve ancak iktidar kavgası olabilir. Senelerdir itiraz ettiği ve benim bildiğim gibi olacak denilen para politikaları ve bu yolda harcanan 130 milyardan sonra Merkez Bankası’nın faiz politikalarına yol verilmesi de tam olarak bu değil mi? O yolu Erdoğan’dan gayrı kim verebilirdi?
AKP’ye kim dava partisi olarak bakıyor uzun zamandır? Öyle olsa ‘davadan ayrılmayın’ diye gidenlere seslendiklerinde, gidenler güçlü bir biçimde davanız sadece iktidar olmak, ilkeleriniz yok diye güçlü bir biçimde söyleyebilirler miydi?
Bu arada Bahçeli ikince kez İyi Parti’ye ‘evine dön’ dedi, ‘bitsin bu çile!’ diye de ekledi. Arada İyi Parti ile köprüleri atan bir dil kullansa da şimdi yıkılan köprüyü yeniden yapmak istiyor. Ancak sosyal ilişkiler köprü inşasındaki mühendislik gibi olmaz. İnsan koptuğu yere asla dönmeyebilir, geçtiği köprüden bir daha asla geçmeyebilir. O yıllar içinde on köprü yapsanız da artık üstünden geçen olmayabilir. Ve her yeniden yapılan köprü artık aynı köprü de değildir. Önceki çağrınızdan farklı olarak, ikinci kez aynı şeyi söylediğinizde bunun etkisinin de artık daha zayıf olduğunu bilirsiniz, hatta çağrı yaptığınıza güç atfettiğinizi de bilirsiniz. Bir deneyimle, köprüyü sağlam yapmış olsanız dahi eğer ertesi gün yıkacağınızı bildiğiniz bu köprüyü, o kadar da sağlam yapmamanız gerektiğini de bilirsiniz. Sizin bildiğinizi başkaları da bilmez mi? Bilmese kendince başarılı olabilir mi? O halde hep zayıf köprülerle, üstünden düşeceğiniz köprüler dönemine de kendi elinizle gelmiş olursunuz. Çarpıcı olan bir diğer mesele ise çile çekenin kim olduğu? Meral Akşener mi? MHP’den daha yüksek bir oya yüzde 13’lere ulaşmış bir parti genel başkanı olarak çile değil ama siyasi ‘sefa’ çekiyor diyebiliriz. İktidarın ortağı olduğu halde çile çeken kim o halde? Kim neden çile çekiyor olabilir?
Üstelik seçmenini Cumhur İttifakı’na ikna edemeyeceğini de uygun bir şekilde anlatmadı mı çoktan Meral Akşener? Gerçekten de öyle olmalı . ‘MHP den neden ayrıldık o halde?’ demeyecek mi bunca İYİP seçmeni? Zoru başarmış ve bu politikalarla büyümüşken neden vazgeçsin kendini büyüten durumdan? O büyürken, kim oy oranıyla küçülüyor mesela?
Ancak üçüncü durum dediğim durum burada ortaya çıkıyor; yazı çok uzadı direkt girmeliyim konuya: AKP ile CHP ittifak kurarsa işte o zaman İYİP de seçmenine anlatabilir durumu. ‘CHP ile beraber kişisel çıkarlarımız için değil, ülke için koalisyon kuruyoruz’ demek çok kolaylaşır, seçmeni de ikna edebilir…
Ancak bir diğer sorun da buraya çıkıyor; özellikle Kürt meselesinde, AKP ile aynı şeyleri yapacaksa bu koalisyonun ne anlamı var? MHP gitmiş, diğerleri gelmiş olunca ne olur? -ki belirleyici olan İYİP ve HDP’ dir- O her şeye rağmen onca tutukluya rağmen oyunu yüzde 13lere çıkarmadı mı? O daha büyük zorluklar altında büyümedi mi? Yeni bir zorlu durum onu küçültür mü?
Bir sabah güne Cumhur İttifakı’nın dağıldığı, büyük bir tartışma yaşanarak iplerin atıldığı haberiyle başlayabiliriz de. Hatırlayın, Ahmet Necdet Sezer’le Ecevit’in ‘Anayasa Kitapçığı Fırlatılması Olayını’… Onlar da ideolojik olarak birbirine yakındı değil mi? Uzaklar mıydı? Hem AKP hem MHP her iki ittifak partisinin de olur olmaz zamanlarda ‘ittifaka bağlıyız’ açıklamalarını nasıl izah edebiliriz aksi halde? Böyle bir sorun yoksa sürekli bağlılık bildirmek neden?
İttifak dağıldığında MHP ile kim ittifak yapar? CHP mi İYİP mi HDP mi? Barajı geçemeyeceği ve bir başına kalacağı muhakkak, ne ki erken seçim çağrısı yapar ve şans verdiği ama bu şansı kullanamadığını söyleyerek AKP’yi hezimete uğratan parti olarak kendini anlatırsa o ayrı…