Alternatif olmayan muhalefete alternatifler
Kemal S. ÇÖZÜM
Biden’ın seçimleri kazanmasıyla Türkiye’deki siyasi ortamın hareketleneceği, muhalefet ve iktidar üzerine çeşitli yorum ve hazırlıkların yoğunlaşacağı belliydi. Biden’ın, Erdoğan’ın da içinde olduğu bir takım Ortadoğu liderlerine karşı tavrı (telefonlarına çıkmama, cevap vermeme gibi) kimi kesimlerde beklenti ve umutları daha da arttırıp çoğalttı.
Ağırlıklı beklenti, Trump’ın akıl dışı politikalarının Dünya ve özelde Ortadoğu’da yeniden ele alınıp akılcı bir rotaya sokulmasıydı. Bu "akılcı" politikaların nasıl olacağı sorusunun cevabını çok fazla aramaya da gerek kalmadı, yeni dönemin "akılcı" politikalarının ipuçları Ortadoğu özgülünde şekillenmeye başladı. Şurası açık ki Trump’ın olmadığı gibi, Biden’ın da "Demokrasi, insan hakları" gibi hayalleri yoktur.
Emperyalistler açısından en "akılcı" politikalar sömürünün kalıcı ve sürdürülebilir olmasını garanti eden politikalardır. Herkes diktatörlüklerin sonunu getirecek yeni bir "bahar" beklerken ABD’nin Ortadoğu’da, tıpkı Trump döneminde olduğu gibi, İran (ve Rusya) dışında bir derdinin olmadığı kısa sürede açığa çıktı. Türkiye dahil diğer Ortadoğu diktatörlüklerine ise "biraz edep!" türünden bir şeyler söylenip ufak tefek rötuşlarla (uyarı, tehdit, kısmi yaptırım vb.) bu devranın devam edeceği anlaşıldı.
Küçük Burjuvazinin İdeolojik Egemenliğini Yaşıyoruz
Her gelişme ve olguyu emperyalist güçlerin-dengelerin durumuna göre ele alıp yorumlama ve buna göre konumlanma, etkisi-yaygınlığı küçümsenmeyecek bir bakış açısıdır. Marksist literatürde küçük burjuvaziye tescillenen, gücü temel alıp küçük çıkarlarla konumlanan bu "ara sınıf"ın bakış ve tavrı, günümüzde bırakalım siyaseti, neredeyse tüm dünyanın bakış ve tavrını belirlemektedir. Emperyalizm bir yandan ara sınıfları ortadan kaldırıp herkesi proleterleştirirken, diğer yandan ara sınıfların kafa yapısını-düşünce tarzını egemen hale getirmiştir.
Ülkemizde bunun en uç ve şaşırtıcı örneklerine tanık olduğumuzu belirtmek, herhalde gereksiz olacaktır. Çok söylendiği gibi Türkiye bir küçük burjuvalar ülkesidir. Daha önce de vurguladığımız gibi bugün "Tayyip gidici" vb. belirlemelerinin neredeyse yüzde 95’inin arkasında uluslararası gelişmelerin böyle bir bakış açısıyla yorumlanması vardır.
Tamam, yaklaşık 5-6 yıldır AKP ve RTE’nin tüm uluslararası kredisi tükenmiştir ve gitmesi istenmekte ve beklenmektedir. Ancak politikada, özellikle de birden çok gücün oluşturduğu dengelerin söz konusu olduğu uluslararası politikada, herkesin her istediği, istediği zamanda gerçekleşmemektedir. Hele ki Ortadoğu gibi bir bölge söz konusuysa, kafalarda dolaşan tilkileri 40 değil 80 olarak hesap etmek gerekir.
Örneğin bir İran konusu vardır. 1979’dan beri her üç beş senede bir sonunun geldiği iddia edilen Molla’ların yönetimindeki İran. Keza bugün bataklık olarak adlandırdığımız Afganistan, Irak, Suriye gibi ülkelerin durumu. Başta ABD olmak üzere emperyalizm tüm güçlerini seferber ettiği halde buralarda geldikleri aşama, en iyi haliyle bataklıktır. Birileri "ol" deyince olmuyor yani.
Türkiye’de olacak mı, olacaksa nasıl olacak, olmayacaksa neden? Olup olmamasına girmeden önce ne olmasının beklenip istendiğini açmak gerekiyor doğal olarak: Beklenti çok. İlk beklenti, AKP ve RTE’nin köşeye sıkıştırılıp iktidardan gönderilmesi dersek yanılmış olmayız herhalde. Arkasından iktidarın kendilerine verilmesi bekleniyor tabi ki. Demokratik hak ve özgürlüklerin "çağdaş ülkeler" düzeyine yükseltilmesi, insan haklarına saygı gösterilmesi vs. vs.
Sonuçta özgür-demokratik bir Türkiye’nin inşası… Peki bunu kim yapacak? "Muhalefet tabii ki…" diyemiyoruz, çünkü muhalefetin kendisi de birilerinin bu işi yapacağı, yapması gerektiği gibi bir beklenti içinde.
Bir iktidar programı-perspektifi olmayan, kitlelerin istek ve taleplerinden habersiz, haberli olsa da bunları sahiplenme, peşine düşme güç ve iradesinden yoksun, bütün potansiyelini kitlelerle sokak arasında bir barikat oluşturmaya; halk kitlelerini seçimden seçime sürüklemeye adamış bir muhalefetten de başka bir şey beklenemez zaten.
Gel gör ki, bu kadar uslu ve her şeye boyun eğip sırasını bekleyen bu muhalefete bir türlü bekledikleri icazet verilmiyor, "hadi sıra sende" denilmiyor. Acaba neden?
"Halk Kahramanları"yla Muhalefete Ayar Vermek de Bir Alternatif
Yukarıda da söylediğimiz gibi emperyalistler açısından önemli olanın kendi politikaları ve hedefleridir. Kullanacakları araçlar, destekleyecekleri güçler bu politikalara uyumları ve hedeflere ulaşmada yararlı olup olmayacakları gözetilerek seçilir.
Bu açıdan bakıldığında bir arayışın söz konusu olduğu, bu doğrultuda zemin yoklamalarına hız verildiği ancak hali hazırda AKP-RTE’nin yerini alacak alternatifleri bulamadıklarını veya hazırlayamadıklarını görmek zor değil.
Bu nedenle de (A), (B) ve varsa (C), (D) planlarının tümü için zemin yoklamasını sürdürüyorlar diyebiliriz. Son günlerde gerek uluslararası basında gerekse de ülkemizde, basına da yansıyan bazı gelişmeleri biraz yakından irdelediğimizde ne demek istediğimizin daha kolay anlaşılacağını umuyoruz. Örneğin herkesin demokrasi-özgürlük beklentilerinin en yüksek düzeyde olduğu bugünlerde, Soner Yalçın 25.02.2021 tarihli "Kanmayın" başlıklı yazısında, "Neoliberalizm çökünce dünya egemenleri, sola karşı yine otoriter ve faşist yönetim biçimlerine açık biçimde yöneliyor." diyerek beklentilere ters köşe yaptırıyordu. İnsan, özellikle de Avrupa ülkelerinden bir takım örneklerle desteklenen böyle bir iddia karşısında "Avrupa’da bunlar olursa bizde kim bilir neler olur" demeden edemiyor. Ancak ülkemizde de bu doğrultuda bir şeyler olduğu açık. Gerçi Başkanlık rejiminin yerleşmesine paralel olarak her gün biraz daha "yasallaştırılan" diktatörlüğün baskı ve keyfiliğini iliklerinde hissedenler olarak "daha fazla ne olabilir ki" diye düşünebiliriz, ama "beterin de beteri var" sözünü de unutmayalım.
Alaattin Çakıcı’nın devreye girdiği yer, tam da burası işte. Devlet Bahçeli’nin neredeyse iktidar meselesi haline getirip hapisten çıkardığı Çakıcı’nın ayağının tozuyla başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere herkese ayar vermeye çalışmasını "vaka-i adiye"den sayıp geçelim ama sonrasında Mehmet Ağar, Korkut Eken, Engin Alan gibi eski Kontrgerilla şefleriyle buluşmasını öylesine bir çay-kahve sohbeti deyip atlayamayız. Ki atlamamak gerektiğini Çakıcı’nın hemen bu buluşma sonrasında çıktığı "Anadolu gezisi" de ortaya koymuştur. Gittiği her şehir ve kasabada politik mesajlar veren, bölgedeki eski ilişkilerle konuşmalar, toplantılar yapan Çakıcı’nın ne yapmaya çalıştığını anlamak için kahin olmaya gerek yok. Hedef, tecrübeli MHP’li kadrolar eliyle, AKP’nin asıl olarak yurt dışında istihdam etmek istediği paralı askerlerine (SADAT) kardeş yurt içi örgütlenmeler oluşturmaktır. İlk adımlardan biri de, herhalde 1970’lerin "Komando Kampları"nın bugünkü versiyonlarını kurmak olacaktır (Kim bilir belki de çoktan kurmuşlardır). Ezilen halklara saldırmak için öncelikle eğitilmiş katiller sürüsüne ihtiyaçları var çünkü. Bu kez ne isim verecekler bu kamplara, hep birlikte göreceğiz. Bu girişimin MHP ve AKP’nin kendi planları olmadığı ne malum, her şeyi emperyalizme bağlamak bir abartı olmuyor mu diyenler olacaktır. Demeyelim, çünkü uluslararası basında Türkiye’deki politik ortama ve kişiliklere yönelik yayınların birden bire arttığı geçtiğimiz hafta, Guardian’da "Türk gangsterler gölgelerden sıyrılıp kamusal alana çıkıyor" başlıklı bir yazı yayınlandı ve o yazıda Çakıcı’nın yaşamı, bir gangsterin yaşamı olarak özetlendikten sonra son söz yine Amerika’ya bırakılıyor ve California Donanma Yüksek Lisans Okulu'ndan Profesör Ryan Gingeras’ın "Çakıcı gibi gangsterlerin yeniden ortaya çıkması, mafyanın geri dönüşünü değil, bu adamların Türk sağında halk idolleri haline gelme şeklini temsil ediyor" tespitiyle Çakıcı türünden katiller bir anda "halk kahramanı" haline getiriliyordu. Yeni dönemde Türkiye siyasetinin önemli figürleri olacakları söylenen bu halk "kahramanları"nın ne menem bir kahraman olduklarını bizler çok iyi biliyoruz aslında. Bu tiplerin fazla bir önemi yok ancak bu faşist diktatörlüğe kitle tabanı oluşturmaya hizmet edecek "halk kahramanları" planının ciddiye alınması gerektiği çok açık.(i)
"Muhalefet Gerekiyorsa Onu da Biz Yaratırız"
Ciddiye alınması gereken plan-projeler bununla sınırlı değil tabi ki. Yine uluslararası basında bir anda kadın politikacıların öne çıkarılması ve doğrudan RTE’ye alternatif olarak sunulması, sıradan muhabirlerin hayal dünyaları olarak ele alınamaz. 24 Şubat tarihli TIME dergisinde "Muhalefetin Güçlü(ii) Genelkurmay Başkanı", başlıklı, Canan Kaftancıoğlu’yla yapılmış bir röportaj yer aldı. Canan Kaftancıoğlu’nu değişik yönleriyle tanıtmayı hedefleyen bu yazı, bir yönüyle ve belki de esas olarak iktidara mesaj vermeyi amaçlasa da CHP ve K. Kılıçdaroğlu’nu da boş geçmiyor. Keza aynı tarihlerde Le Monde gazetesi de C. Kaftancıoğlu’nun yanında Meral Akşener ve Ş. Korur Fincancı’yı RTE’nin yolundaki en önemli engeller olarak gösteriyor ve artık Erdoğan’ın yıldızının sönüp bunların yıldızının parladığını yazıyordu.
Ş. Korur Fincancı’yı şimdilik bir kenara bırakırsak "uluslararası merkez"lerin asıl olarak C. Kaftancıoğlu ve M. Akşener üzerinden bir takım hesaplamalara giriştiğini ve bu türden yazılarla da nabız yoklamaya başladığını söyleyebiliriz. Özetlersek S. Yalçın’ın öngördüğü "otoriter ve faşist yönetim"lerin yanında böyle bir alternatif de var. Çiller’den sonra ikinci bir kadın başbakanınız-pardon başkanınız olabilir diyor uluslararası merkezler bize. Bir de S. Demirtaş’ın adının dahil edildiği bir takım senaryolar vardı. Bazı hazırlıklar yapıldıysa da bu koşullarda uygulanamazlığı görülüp gündemden çıkmış görünen bir proje olduğu için üzerinde durmaya değmez diyoruz. Elbette ki bütün bunlar sadece öngörü; henüz olabilir mi, nasıl olabilir ve olursa ne olur sorularının sorulduğu başlangıç aşamasındaki bir öngörü. Bu başlangıçların nasıl gelişeceği, hangi projenin uygulanabilir hale geleceği ise Devlet Bahçeli ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun tavır ve politikalarına bağlı. Fazla uzatmadan bazı noktaları vurgularsak: Devlet Bahçeli, gençliğinden beri bazı güçlerin aparatı olmaktan öteye gitmemiştir. MHP içinde öteden beri, A. Türkeş dahil, herkesin söylediği D. Bahçeli’nin MİT elemanı olduğudur. MİT yöneticisi midir? Kişisel geçmişi ve bugüne bakıldığında bunu söylemek zor, o çapta biri değil. 7 TİP’linin katledilmesinde de (araba-silah temini gibi lojistik hizmetler) MHP başkanlığında da (Egemenlerin ihtiyaç ve taktiklerine uygun tarzda siyasete müdahale etmek) bir aparat olmaktan öteye gitmemiştir. Ve şu an görünen o ki, Bahçeli’nin aparatı olduğu güçler daha sıkı ve sert bir rejim peşindeler.
K. Kılıçdaroğlu’na gelince: Genel kanı Kılıçdaroğlu’nun halim-selim, kişisel hırsı olmayan, demokrat biri olduğu yönündedir. Ancak CHP gibi hiziplerin belirleyici olduğu, bu hizipler çatışmasında İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Erdal İnönü, Deniz Baykal gibi kişiliklerin dahi tutunamadığı gerçeği de orta yerde duruyor. Ve Kılıçdaroğlu böyle bir partide, yıllardır ve üstelik bütün seçim hezimetlerine karşın başkanlığa devam ediyor. Yukarıda saydığımız özellikleri böyle bir süreklilik için hiç de yeterli değil, başka meziyetlerinin de olması gerekiyor ve görünen o ki, Kılıçdaroğlu’nun bu bilmediğimiz, görmediğimiz meziyetleri sandığımızdan çok çok güçlü. Bu verilerden yola çıkarak şunu söyleyebiliriz, sadece AKP ve RTE değil, CHP içinden de kim olursa olsun K. Kılıçdaroğlu’nu dışlayan tüm alternatiflere (C. Kaftancıoğlu veya bir başkası ve ne kadar demokratik bir alternatif olursa olsun) karşı büyük bir direnişe tanık olacağız. Sonuçta CHP’nin tercihi M. Akşener veya başka bir MHP-İslamcı kökenli biri olursa kimse şaşırmasın. Yukarıda belirttiğimiz gibi bazı şeylerin gerçekleşmesi için "ol" demek de, hayal kurmak da yeterli olmuyor. Bütün bunlar öngörüler, planlar ve birilerin olmasını hayal ettikleri şeyler. Tabi ki plan yapanlar, projeler oluşturanlar, hayal kuranlar sadece kötü insanlar değil, iyi insanların da hayalleri var ve olmalıdır. İyi insanlar bu hayallerini plana-projeye, örgütlenmeye ve eyleme dönüştürdükleri oranda kötülerin hayalleri de suya düşecektir. İyi insanların hayallerini örgütleme ve en yüksek perdeden haykırma zamanı gelmedi mi?
(i)
Son günlerde MHP’den kopanlara veya MHP ve yöneticileri hakkında olumsuz konuşanlara karşı yapılan saldırılar (en son olarak Selçuk Özdağ’ın ardından Levent Gültekin de bundan payını aldı) bu planın pek de soyutta kalmayıp adım adım uygulamaya geçtiğinin işaretleri olarak görülebilir. Ki geçmişte de MHP’nin ilk faaliyetleri bir yandan devrimcilere karşı canice saldırılar düzenlemek iken, ikinci sırayı A. Türkeş’in "davadan döneni vurun" emri doğrultusundaki icraatları olmuştur.
(ii)
İngilizce metinde kullanılan "Badass" kelimesi "güçlü, belalı, kabadayı" vb. anlamları taşıyor, ki hepsi de yazıda çizilen "Canan Kaftancıoğlu Portresi"ne uyuyor. Ancak biz burada "güçlü"yü kullanmayı tercih ettik.