Anadilini yabancı dillere göre konuşmak ve yazmak
Nizamettin UĞUR
Geçenlerde bir dilcimiz Facebook sayfasında şöyle yazmıştı:
TV’de bir avukat adalet /ada:’let/ sözcüğünü /ada’let/ biçiminde seslendirdi...
Bilim dili yazım kuralı uygulanmış (iki nokta, kesme imi ve eğik çizgi kullanımı) bu cümledeki yazım ve noktalama sorunları üzerinde duralım önce.
Tırnak iminin, mantık bilimi dilinde özellikle uygulanan, dilbilgisinde de geçerli olan aşağıdaki kullanımına dikkat edelim lütfen.
Ayşe, iyi bir insandır.
"Ayşe", dört harfli bir sözcüktür.
Üzerinde durulmak istenen sözcük (ya da kavram) çift tırnak içine alınır. Sözcük ile göndergesi çakıştırılmış, bir bakıma özdeş kılınmış olur böylece.
Dilcimizin cümlesindeki bir eksiklik işte bu yazımla ilgili.
Alıntıladığım cümle, noktalama sorunları da giderildiğinde şu biçimi alır:
TV’de, bir avukat, "adalet" sözcüğünü /ada:’let/ biçiminde değil de /ada’let/ biçiminde seslendirdi...
Bu yazının asıl konusuna gelelim şimdi.
TDK’nin internetteki sözlüğünde sözcüklerin nasıl okunacağı da veriliyor artık. Hem yazıyla hem ses olarak. "Adalet" sözcüğünün açıklamasına bu sözlükte şöyle başlanmış:
(ada:let), Arapça ʿadālet
Buradaki iki nokta, solundaki harfin uzun okunması gerektiğini gösteriyor.
Yazım dilinde kullanımı zamanla azaltılan düzeltme imiyle (^) ilgili söyleyiş sorunları da giderilmeye çalışılıyor böylece.
Bu tür söyleniş ve okunuşları düzeltme işareti ile göstermeyi bazıları çok seviyor.
Arapça ve Farsça asıllı kimi sözcüklerin yazımında günümüzdeki anlayışın (TDK ve Dil Derneğinin yaklaşımlarının) dışında davranan bir kesim, eski İstanbul Türkçesine bağlılıklarını sürdürüyor.
Osmanlıca döneminde oluşan ve Cumhuriyet döneminde zamanla sönümlenmeye uğrayan bu ölçünlü (standart) dil (?) anlayışını sürdürmeye çalışanlar, sözcüklerin eski söylenişlerini daha doğru, daha ahenkli buluyor.
Dağınık bir kesim ise aklına estiği yerde kullanıyor düzeltme imini. Ya da kimi sözcükleri, düzeltme imi varmış gibi okuyor bilgisizce.
Her iki kesim de, Türkçenin, anadili olma özelliğini gözden kaçırıyor.
Aslında dilcilerimizin çoğu da kaçırıyor bunu.
Dilin gelişim ve değişimindeki ana dinamiğin nerede olduğuyla ilgili bir durum aslında bu.
Her ne kadar kimi dilbilimciler karşı çıksa da, Türkçede uzun ünlülerin olmadığı görüşü genel bir kabule dayanır. Dolayısıyla uzun ünlü bulunan sözcükler yabancı dillerden gelmedir.
Türkler uzun ünlüleri söylemeye yatkın değiller, sevmiyorlar, kullanmamayı tercih ediyorlar. Binlerce yıl içinde biçimlenmiş ağız yapısı ve söyleyiş alışkanlığı, uzun ünlülü alıntı sözcükleri kendi dillerine olabildiğince uydurma sonucu doğuruyor.
İslam uygarlığına geçişle birlikte Türkçenin Farsça-Arapça etkisine girdiğini biliyoruz. Ama bu etki üst tabakada ve yazı dilinde görülür daha çok.
Tanzimat edebiyatçılarıyla başlayan, Milli Edebiyatçılarla ana eğilim durumu kazanan yazı ve eğitim dilini Türkçeleştirme, halk diline yaklaştırma çabası, Cumhuriyet’le artarak devam etmiştir.
Bu çaba, salt aydınların, yazarların ideolojik talebi mi peki? Salt uluslaşma (millileşme) düşüncesine mi dayanıyor?
Yoksa esas olarak halk dilinin, yani büyük çoğunluğun gündelik dilinin bir baskısı mı bu gelişmelerde etkili olan?
Dilin doğal yapısına uyma eylemi uluslaşmanın zorunlu bir sonucu değil mi?
İslam uygarlığı yoluyla Türkçeye giren sözcükler işte bu süreçte zamanla azalırken, kalanlar da Türkçenin ses özelliğine uygun söylenişe dönüşür, dönüşmüştür de.
Bu sözcüklerde, bir dönem sonra, çok belirgin bir söyleyiş ve anlam farklılığına hizmet etmeyen düzeltme imleri atılmaya başlanır: adâlet > adalet, ilhâm > ilham, lâle > lale…[1]
Yazının girişinde sözünü ettiğim dil olgusu işte bu sürecinin göstergesi.
Düzeltme imi kullanımının giderek azaltılması salt dilcilerin, sözgelimi TDK’nin kararlarıyla ilgili değil yani.
Dilcilerin dışında başka dinamikler işin içinde. Asıl belirleyiciler daha çok başkaları.
Dilcimizin Facebook’daki cümlesine ilişkin pek çok şey yazıldı orada elbette. Doğru yanlış, ilgili ilgisiz… Bunların bir kısmını, adları atarak buraya alıyorum.
-Konuşurken özellikle eski sözcüklerde hangi heceyi uzatıp, hangisini kısa tutacağını bilmeyen öyle çok "okumuş" insan var ki
-Kürt hoca girmiştir Türkçe dersine... Olur öyle...
-Sağlık Bakanı da birçok kelimeyi benzer şekilde seslendiriyor. O da kürt. Ayıp değil dilleri dönmüyor. Lazların Türkçe konuşması gibi.. Eski Bursa, eski İstanbul en düzgün Türkçe konuşulan yerlerdi, yavaş yavaş bitiyor...
-Bunlara takılırsak tükçeyi hiç konuşamaz oluruz. Matbaanın gelişi bilmem kaç sene sürdüğü ülkemizde çok görülmez.
-Mîrim; okuduğu ders kitaplarında "adâlet" diye yazılsaydı böyle yanlış okumazdı.
-Türkçe'de olmayan uzun a sesi içeriyorlar. :) Aslında "adâlet" (a sesi uzun) ve "lāle" (iki l de ince ve a uzun) biçimlerinde yazılmalı bu sözcükler. Ama bizim aydınımız tembel; bilgisayarda ā harfini bulmaya üşeniyor. bu yüzden â'yı bile kullanmayan bir çoğunluk var. Fransızca'da söz gelimi "La Bible se réfère aux annales des ..." şeklindeki cümle başlangıcındaki "réfère" sözcüğünü "refere" yazarsanız, Fransa'da ilkokuldan mezun olamazsınız. Bizim aydınlarımızsa, söz gelimi "kâmil" sözcüğünde şapkalı â kullanırsanız, ya, "Türkçe'de ^ işareti yoktur!" ya da "Dili işarete boğmamak gerekir," diyerek bunun yanlış olduğunu söylerler.
-Şive yüzünden...düzeltmesi zor..
-Adalet olmuş lanet...
-Doğrusu, lanet değil lânet.
Görüldüğü gibi işin çok farklı yanları da var. Sosyolojik, ideolojik, trajik, komik…
Türkçe üzerine ahkâm kesenlerin daha sıradan yazım kurallarını bilmemeleri, bu kurallara uymamaları tam bir postmodern durum.
Melih Cevdet Anday’ın daha önceki bir yazımda aktardığım sözüyle bitireyim yazıyı:
Kimse yabancı kökenli bir sözcüğü doğru söylemek zorunda değil.
"Kimse"lerin gündelik dili, sokak dili esas belirleyicidir çünkü. Çünkü anadili sizin sandığınız gibi işlemez.[2]
[1] Hatta belirgin bir söyleyişin (rüzgâr, kâğıt…) ve anlam farklılığının belli olmasına hizmet eden (kar / kâr, ama / âmâ, hala / hâlâ…) düzeltme imi kullanımı bile sarsılıyor.
[2] Yanlış anlaşılmak istemem; şu anda az çok birlik sağlanmış söyleyiş ve anlamla ilgili kullanımların gereksiz olduğu iddiasında değilim. Ama dilin işleyişi ile ilgili durumlara ve uzun süreçteki dil belirleyicilerine dikkat çekmek istiyorum. Elbette ölçünlü (standart) dile uyulmalı ve özen gösterilmelidir.