'Benim Annem Cumartesi'

'Benim Annem Cumartesi'
Ne yazık ki geçen yıllara ve değişen iktidarlara rağmen siyasi tarihinin ve yönetim zihniyetinin değişmemesinden dolayı ne kayıplar ne de failler hakkında değişen bir şey olmadı.

Özgür CHE


Bir yandan ölümler bir yandan direnişler ve bir yandan kabullenilmeyen gidişler…

Nasıl başlasam, nasıl anlatsam ki? Bazen yazmak istersin ama bir türlü o boşluğu dolduramazsın. Dünyanın en zor işi olsa gerek. Bazen bu hayatta kendimizi her şeye hazırlayabiliriz ama sevdiklerimizin gitmesine ve onları kaybetmeye kendimizi bir türlü alıştıramıyoruz ve zaman dursun istiyoruz. Ne kadar istesek de zaman durmuyor ve fark etmesek de dünya dönmeye devam ediyor. Gidişler acıtıyor, yaşama heyecanının yerini hüzün, acı, gözyaşı alıyor. Ardından bir düğüm saplanır yüreğe ve yokluğu acıtır canımızı. Bazen konuşamazsın tek bir kelime bile çıkarsa o düğümlerin ardından boğulursun. Kocaman bir delik açılır yüreğimizde ve sadece çaresizce bakarız gidişlerin ardından. Tıpkı, Cumartesi Anneleri’nin ansızın bir sabah gözaltına alınan evladına son bir kez baktığı gibi…

Evet, kabullenilmeyen gidişler ve kayıplar ardından Cumartesi Annelerinin direnişleri ve haykırışları tam tamına ‘Sekiz yüz Yirmi Dokuz hafta oldu’. Ansızın bir gün gözaltında ya da zihinlerde kalan ‘Beyaz Toroslarla’ kaybettirilen çocuklarının, kardeşlerinin ve yakınlarının solmuş fotoğraflarıyla meydanlarda adalet arayışı, kayıplar ve faillerin bulunmasına yönelik direnişleri tam tamına 5 bin 803 gün… İşkence gördüler, tehdit edildiler, yerlerde sürüklendiler,  baskılarla, davalarla, hapisle korkutuldular ama hiçbir zaman pes etmeyip direndiler çocuklarının ve yakınlarının akıbetini sordukları için.

Geçmişi darbelerle süslü olan, sabah erken kalkanın darbe yaptığı bu ülkede bu acılar tekrar yaşanmasın diye bu direniş sürdürülür Galatasaray Meydanı’nda ve birçok şehirde. Ve yine bu ülkede cumartesi oldu mu bir sessizlik doğar beyaz başörtülü annelerimin çığlığı karşısında. Evet çığlıklar! Bu çığlıklar iktidarlar tarafından unutulmaya yüz tutulmuş çığlıklardır. Her acı, her çığlık beraberinde bir direniş getirir acılar ve acılardan daha sert kimi şeylere karşı. Tıpkı  33 yıl boyunca pes etmeden direnen ve "Benim evladım gelir diye kapıyı bacayı açık bıraktım. Gün geçti, ay geçti, sene geçti benim çocuğum gelmedi. Benim çocuğum ölmüşse cenazesini bana versinler" sözleriyle aklımızda yer edinen Cumartesi Anneleri'nin sembol isimlerinden, oğlunu göremeden hakkın huzuruna çıkan Berfo Ana’yı ve faillerin bulunmasına yönelik direnen anneleri hatırlayalım ve unutmayalım.

Türkiye’de 1980-90 yılları arasında süregelen askeri cunta döneminde ordu-polis tarafından kaybedilen çocuklarının ve yakınlarının akıbetinin peşine düşen Türkiye’de "Galatasaray Meydanı" olan adalet arayışı mücadelelerinin 1995’ten günümüze kadar toplumsal belleğimizde yer edinmiş. Hakikat ve adalet arayışı mücadelesi çerçevesinde belleğimizde derin izler bırakarak kolektif hafıza ve toplumsal bellekte halen dipdiridir. Devletin elinde kaybedilen, çocuklarını arayan annelerinin; söz konusu hareketlerin meydana geldiği tarihsel, kültürel ve sosyolojik farklılıkların toplum hafızasında yerinin taze tutulması her hafta cumartesi günleri annelerin oturma eylemleri ile tekrar tekrar hatırlanmaktır. Kayıpların bulunması ve faillerin yargılanması için o meydanda bulunan annelere destek ve faillerin yargılanmasında sivil toplum kuruluşları ve bu sorumluluğu üstlenen nice insanların; devlet eliyle ordu-polis tarafından gözaltında kaybedilen insanların yasını tutarken aynı zamanda militarist zihniyetle yönetilen bir devlet gerçeğini de açığa çıkarmaktadır.

Ne yazık ki geçen yıllara ve değişen iktidarlara rağmen siyasi tarihinin ve yönetim zihniyetinin değişmemesinden dolayı ne kayıplar ne de failler hakkında değişen bir şey olmadı. Hatırlatma ve unutma yolu ile inşa edildiğinde toplumsal dinamikler arasında bellek, kimlik, tarih, hakikat ve adalet ile olan ilişkisinde faili meçhul cinayetlerin açığa çıkmasıyla resmi bellek olarak yer edinir. Devlet erkiyle geçmiş ile yüzleşme bağlamında kolektif bir mücadele sahasında Cumartesi Anneleri’nin hakikat ve adalet mücadelesinde, hafızanın artık değişken misyonu ile hakikatleri araştırma ve nasıl temsil ettiği de görülmektedir.

Hakikat ve adalet talebi aynı zamanda toplumsal bellek hafızası talebidir. Genel olarak Türkiye’de bir kayıp sorunun olduğunu ve bu kaybedilen insanların, sorumlulardan hesap sorulması üzerinde toplumsal bellekte devlet gerçeğini ortaya koyarak bu ülkenin karanlık döneminin gerçekliğinin halen devam etmesine de vurgu yapmaktadır.

Evet hiçbir şeyi unutmamaya çalışırız. Bunca verilen mücadeleyi unutamayız. Çünkü asıl yenilgi unutmaktır. Oysa insan bellekten bellekse unutmaktan ibarettir. Yine de unutulmaya karşı direniriz. Çünkü hafızanın unutmaya karşı verdiği mücadele, ezilenlerin otoriteye verdiği mücadeleye benzer. Bundandır ki Cumartesi Anneleri’nin verdiği mücadele Türkiye’de barışın, adaletin ve direnişin sembolü olarak karanlığı aydınlığa dönüştürecektir. Böylelikle Cumartesi Anneleri’nin verdiği hak ve adalet arayışı, inatla yaşam haklarının canı pahasına ne olursa olsun sürdürdükleri mücadelede devleti yönetenlere karşı cezasızlık, inkâr ve adaletsizlik politikalarına karşı bir meydan okumadır.

Öne Çıkanlar