Bizim cesaretsizliğimiz değil midir bunların bu cesareti?
Mazlum ÇETİNKAYA
Bu ülke sınır ve sinir ihtilalleri yapıyor hep, sınırına yakın herkes düşman, sinirine dokunan herkes ya hapishaneye atılıyor ya da helikopterden.
Ancak şunu da iyi bilmeliler, korku ve cesaret aynı memeden süt içmez, aynı memeden beslenmez.
Cesaretin süt verdiği memeye korku, korkunun süt aktığı memeye de cesaret yanaşamaz…
Cesaret bulaşıcıdır diyen insanlara şunu da bilmeliler, korku da bulaşıcıdır, korkaklık da...
Sevgi de bulaşıcıdır, inkâr da, yalan da...
Hatırlar mısınız 7 Haziran seçimlerini, o müthiş sonuçların alındığı dönemi. O dönem HDP'yi aktif destekleyen bir kişi olarak söylüyorum, insanların akın akın, yığın yığın, küme küme ortak bir hedefe yöneldiği o dönemi hatırlıyorum da...
Kendi köyüme gitmiştim, insanların büyük kısmı HDP’ye oy vereceğini söylüyorlardı ki öyle de oldu.
Bu bir cesaretin sonucu mu diye düşünmedim değil. Ama bunun, o dönemin koşulları, o dönemin şartları ve çıkar ilişkileri üzerinden bir araya gelmiş bir sonuç olduğunu sonraları fark ettim. O dönemin hararetiyle kavrulanların bugün başka bir yerlerde kavrulduklarını görünce…
Çıkar ilişkileri de bulaşıcıdır. İyi hatırlıyorum, yine o dönemde elinde çantası ile HDP genel merkez kapısında markalı telefonlarla konuşanlar, ihale hesabı yapanlar, panik atak gezinenler. Boynunda kravat ve takım elbise giyip HDP'li olanlar! Ellerinde güllerle Ankara'da Barış dağıtanlar... Bütün bunlar güzeldi ve keşke şu anda da bahsettiklerim iyi niyetlerini kaybetmeden yerli yerinde duruyor olabilseydi!
Sahi şu 15 Temmuz'dan sonra nereye gitti bütün bu çantalı çantasız adamlar!
Herkes bulunduğu bölgede, yaşadığı alanda o günleri bir güzel düşünüp, hafızasını da biraz geriye dönük çalıştırırsa ne demek istediğimi anlayacaktır bu yazıyı okuyanlar.
Geçen gün bir dostum; bana, seni alınganlıkların ve kırılganlıkların yönlendiriyor demişti. Belki de doğru söyledi, geçmişe dair kırılganlıklarımızın ve alınganlıklarımızın sebebidir biraz da bu hatırladıklarım.
O dostuma cevap olarak, seni de algılar yönlendiriyor galiba, demiştim.
Ama bu algılar her yerden gelen algılar, sadece bir yerin algısı değil seni besleyen rüzgârlar seni dal gibi sallıyor, yaprak gibi döküyor, demek istedim.
Siyaset de öyledir, dal gibi sallar bazen, yaprak gibi döker, sonun hazin ve hazan olur....
Hayatında iki defa Şırnak'a gitmemiş olanların kalkıp Kürt sorunu üzerine ahkâm kesmesi ve belirleyici olması ya da olmaya kalkışması çok hazin ve hazandır.
Eğer bugün Kürt halkı yeniden bir cesaret elbisesi giyinip sokağa inip serhildanlara başlasa ve bazı kazanımlar elde etse, bunlar da sağımıza solumuza doluşacaktır yine, ama tehlikenin geldiği gün ise bu tarz insanlar meydanlarda görülmezler.
Bugün bu coğrafyada insanlar devlet helikopterine konulup aşağı atılıyorsa ve atılan insanlar ölüyorsa…
Bu hangi cesaret, nerenin ve neyin cesareti!
Bu cesaret, devletin cesareti mi yoksa bizim cesaretsizliğimiz midir?
Tolstoy gibi başını alıp gitmek istiyor insan bazen!
Çok yorgun bir ülke oldu burası, çok yoran bir ülke ve sadece yormuyor yarıyor da, insanın kalbini, insanın değerlerini, insanın hücrelerini bölünüyor her olay karşısında.
Bir devlet bir bozuk saat kadar mı olamaz!
Bir tane, yahu bir tane doğrusu olamaz mı bir devletin!
Sevgide cesarettir, sevgide bulaşıcıdır ama içten geliyorsa, ama gerçekten derinden ve solumaktan geliyorsa, insanın kendisine ait bir iç sevgi ise, çıkar ve bir strateji üzerine kurulmamışsa sevgi bulaşsın, her yerimizi yesin, yutsun öyle bir sevgi…
Ama bu topraklarda ötekini sevmenin böyle olmadığını yaşanan pratiğimiz bize gösterdi gösteriyor…
Sonra aşk bulaşıcıdır, inanç da, kavga da, eğer içten bir yerlerden geliyorsa…
HDP’yi sevmek içten gelmeli, derin bir anlamdan doğmalı, HDP’yi sevmek, öteki olanı sevmekle, haklarına saygı duymak ile olur.
Ötekinin haklarına saygı duymak, o saygıyı seslendirmek de bir cesaret işidir.
İçten bir sevgi ve cesareti hiç bir rüzgâr yerinden sökemez, kessen de gövdesinden onun kökleri onu yeniden göğertir.
İçten sevmek budur aslında.
Cesaret ve inanç güçten gelir ama her güçlü de cesur olmuyor!
Aydın, sanatçı, yazar, şair, bilim insanı isen bir ateşten gömleğin olmalı ve bu ateşten gömleğini her an giyebileceği bir yere asmalısın. Aydın insan, yukarıda bahsettiğimiz durumlarda da her an bu gömleği giyebilendir… ve bu gömleğin içinde yandığı gün de hesap kitap yapmayandır, yazan çizen insan!
Son olarak adamın biri kalkıyor gücünü kine ve nefrete dönüştürüyor, insanları helikopterden atıyor, seçilmiş belediye başkanlarını cezaevlerine…
Oysa bizim gücümüzün de artık bir öfke ateşine dönüşme zamanı değil mi?
Acaba bütün bu olanlar, egemenlerin cesareti midir yoksa bizim cesaretsizliğimiz midir?