Bu zamanda muhalefet alanını terk eden iktidarın alanına girer
Kemal BOZKURT
CHP’den istifa eden üç vekilin aslında bir yerden başka bir yere objektif ve açık ifadesiyle muhalefetten iktidara geçtiğini dikkatini meseleye veren herkes bilebilir. İktidarın HDP’yi hedef alması gibi onlar da bu yüzen CHP’den uzaklaştıklarını anlatırken başka bir yere de iyice yakınlaşıyorlardı. Anlaşılan HDP seçmeninin desteğiyle büyükşehirlerin kazanılması canlarını sıkmış, kazanmamayı yeğlemişlerdi. Gerçekten öyle olduğunu yani büyükşehirleri bir an muhalefetin kazanmamış olduğunu düşünelim: Genel seçimlere nasıl giderdi muhalefet? Erken seçim çoktan yapılmıştı bile… Seçimleri muhalefetin kazandığı halde insanların, acaba seçimle gitmezler mi, acaba kaybedecekleri seçimi yaptırmazlar mı diye tedirgin olduğu bu zamanı daha ağır yaşayacağımız muhakkak. Umut var mı yok mu tartışması dahi yapılamazdı.
İttifak tartışmalarının yoğunlaştığı bir dönemde bu kadar çok gidiş gelişin durduk yere olduğunu düşünmemeliyim elbette. Ekonomik kriz yoğunlaştıkça ittifak tartışmaları da yoğunlaştı. Siyaset bilmeseniz de bu istifaların iktidara yaradığını bilebiliriz. CHP’den istifa edenler de, Saadet YİK üyesi Oğuzhan Asiltürk de iyi siyaset bildiklerini iddia ettiklerine göre bunu hepimizden daha iyi biliyorlardır. Onların bildiğini yaptığı şeyin ne olduğunu yaşamsal sıkıntılarımız arttıkça biz de gayet iyi biliyoruz.
Çünkü nihayet herkesin yönettiği yönetmeye çalıştığı kendi yaşamı var ve karmaşaları, ne olup bittiğini insan kendin yaşamındaki zorluklardan da bilebilir…
Kişisel olanın büyük versiyonu ülke siyaseti, daha büyüğü de uluslararası ilişkiler gibi bence. Her komşumuzu komşu ülke olarak da düşünebiliriz. Kavgalı olduğunuz ya da pek anlaştığınız komşunuzla neler yaşadığınızı komşu ülkelerle ilişkilere de pekâlâ benzetebilirsiniz. Aile içi ilişkilerde bunun daha mikro alanı… Geçen sene apartmanımızın ortak bahçesindeki komşuların diktiği farklı ağaçların birbirlerinin önünü kapaması üzerine büyük bir tartışma çıkmış karşılıklı teyakkuz haline geçilirken herkes kendi mavi vatanını değil ama ‘yeşil vatanını’ tartışmaya başlamış komşular kendi aralarında ittifaklar yaparak birbirlerinin ağaçlarını, çiçeklerini yolarak, dallarını kırarak parçalamak için saldırmışlardı… Ne yazık ki ağaçlar için tüm girişimlerim, doğa da sınır olmadığına, insanın koyduğu sınırlarda kimsenin özgür olmayacağına dair ilkesel konuşmalarım da sorunu çözememişti. Aynı partiye oy verdiklerini günlük politik sohbetlerimizden sebep bildiğim insanlar arasında bu sorunun çıktığını da söylemeliyim. Aynı partide, fikirde olmak aynı tavrı göstermek anlamına gelmeyebiliyor bazen. Bahçemiz bir süre kupkuru kalmış, herkesin ağacı zarar görünce gerilim de durulmuş ancak bu sefer bahçeden geçen kedi kuşu uzaklaştırmak için tartışmaya başlamışlardı: ‘Sen yemek vermesen bu kediler de, kuşlar da gelmez’… Neden sonra taşınmak zorunda kaldığımız için son durumu bilemiyorum. Taşınmamızı da yurt dışına gitmek olarak düşünebiliriz bu durumda.
Ben siyasetten anlamıyorum diyen dahi anlıyor aslında ne olup bittiğini…
Anladığımı yazmalıyım o halde şimdi.
İktidarın argümanlarıyla CHP’den ayrılan 3 vekil iktidarın alanına girdi böylece. Çağrıldıkları yere geldiler daha doğrusu. Elbette bu durumu örtmek için de hamasi sözleri kullanmalılardı. Nihayet direkt iktidara geçiş yapsalar istifalarının etkisi kırılacağı için durumu örtmek, CHP'de kalanları da suçlayabilmek için Atatürk demelilerdi, dediler de…Açıklamalarında 'HDP hariç tüm partiler söylediklerimizi ayakta alkışladı' da dediler. Artık CHP’de de olmadıklarına göre nerede olabilirler bu sözlerle? İyi Parti’de mi, Saadet’te mi? Yoksa üstte ayrı duruyor görünüp altta birleşik mi olacaklar iktidarla?
Onların eleştirisiyle başkalarının eleştirilerini eşitleyemeyiz. Kimi yapmak kimi yıkmak için eleştiriyor nihayetinde.
Kılıçdaroğlu’na sol ve sosyalistlerden de ciddi eleştiriler var. Haklı da çoğu. Ancak sanıyorum anladığımız halde kabul etmek istemediğimiz şey şu: bizim istediğimizin dışında bir siyaset yapıyor Kılıçdaroğlu ve bundan hoşlanmıyor olabiliriz. Şimdi kendimizi burada bırakıp devam edeyim Kılıçdaroğlu’na… Geleneksel politikalarının dışına çıkıp sağ seçmene yöneldiği açık Kılıçdaroğlu’nun. Bunun gereği olarak da kendi klasik politikalarını sarsıcı işler de yapıyor. 4-5 sene önceki Sivas anmasında İslamcı bir derneği ziyarete gitmesinin ne kadar büyük tepki çektiğini hatırlayalım. Ancak o buna karar verdikten sonra verdiği kararın gereğini yapıyor da olacaktı, yapıyor da... Sol, sosyalistlerin eleştirilerinin dışında başka bir açıdan iktidarı tedirgin eden de bu aslında. Bu tavrının taktik mi yoksa gerçekten mi öyle olup olmadığını bilmiyoruz, kendileri biliyor. Ancak uzun süre bir şey yaptığınız da o şey neden sonra sizinle bütünleşir de… Öyle olduğu oranda da CHP’nin bu politikalarını sürdürenlere baskının artması da doğal. Bu politikaları ortak ve eşit yaşam için mi yapıyor yoksa bir şeyi terk etmek için mi? O halde neden HDP ile bu açıklıkta ilişki kurulmuyor? Kendisini anlaması, anlatması gerekenin sağ olduğunu düşündüğü açık. Ancak buna rağmen 3 vekilin istifalarındaki temel vurguyla, HDP ile birlikte olmakla eleştirildi.
Kılıçdaroğlu'nun şimdilerde yaptığı şey yeni değil aslında. Sağ partilerin, sağ merkez olduğu söylenen partilerin yaptığını CHP olarak yapıyor. Yaptığı şey, sağın yaptığının bir yansıması. Demirel’in dahi ‘Kürt realitesini tanıyorum’ dediği zamanlar kime konuşmuş oluyordu mesela? Adalet, özgürlük dediğini de hatırlıyorum. Ama sol seçmen bunların bir taktik olduğunu biliyordu ancak zamanla etkili olduğunu da gördük. Ki AKP‘de bu söylemleri taktik olarak olsa da kullandı ve 18 yıllık iktidarını da biraz bu taktiklere borçlu değil mi? Onun taktik mi gerçek mi olduğunu anlaşılabilmesi sürecinde atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş, sol ve sosyalistler arasında ciddi bir tartışma çıksa da bir dönem kimi sol ekolleri de entelektüelleri de sonuçta etkilemişti. Dönem dönem bu tartışmanın canlı olarak yapıldığını sosyal medyada hâlâ görüyoruz…
Bu politika yapma biçimiyle büyükşehirlerin muhalefet tarafından kazanıldığını (bağrımıza taş basarak da olsa) artık biliyoruz. İmamoğlu ve Mansur Yavaş da söylediklerinin, tavırlarının taktik değil gerçekten öyle olduğunu somutlayarak anlatıyorlar aslında. Popülaritelerini yüksek olduğunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önüne geçtikleri de artık herkesin bildiği ve anketlerin de ilan ettiği somut bir durum.
Sol ve sosyalistlerse bu yaygınlığı, popülariteyi Ahmet Kaya nasıl sağladıysa öyle sağlayamıyor artık. Duruşunu ve ilkelerini koruyarak yaygınlaşmak pek zor siyasette. Bunun başarıldığı durumları tarihsel olarak nitelemek pek abartı olmaz. Ahmet Kaya o yüzden hala güncel, o yüzden AKP’li, MHP’li olduğunu bildiğim esnafların dükkanlarından ölümünden yıllar sonra dahi sesinin yükseldiğini ben de siz de duyuyorsunuz ve buna da şaşırmıyoruz…
Başka bir ekol olan Orhan Gencebay’sa iktidarlaştıkça artık duyulmaz oluyor esnaf dükkanlarında dahi, evlerin açık pencerelerinden onun sesi yükselmiyor siz yoldan geçerken…
Neyse böyle zamanlarda baskı zamanlarında ilerlemek zordur ve gerilemek de olasıdır. Nihayet yasa, yargı, medya, yürütme iktidarın lehine kullanılırken tüm bunlar muhalefetin aleyhine çalıştırılır. Ancak böyle zamanlarda sabit kalmak, durduğun yerde durmak bile başarı olarak sayılabilirken muhalefete geçişin olduğunu da biliyoruz. Uygun zaman ve konjonktürü uzun zaman bekleyen hem Davutoğlu hem de Babacan’ın iktidar alanından uzaklaşmasını başka türlü nasıl izah ederiz?
Muhalefetten kopuş teslimiyet, ilkelerinden vazgeçmek, konforlu iktidar alanına geçmek olduğunu bilir herkes. İktidardan muhalefete geçişse zor olmakla birlikte, muhalefet güçlenmiyor olmasa neden bu gelişler olsun ki diye de bilir herkes…
Durum hepimizin kendi hayatlarında yaşadığı geçişler ve kopuşlardan bilebileceği gibidir yani.
Tıpkı vaktiyle AKP’nin Oğuzhan Asiltürk’ü terk ettiği gibi şimdi onunla birleşmesinin ne olduğunu bildiği gibi. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması karşılığında İttifak’a dahi olabileceklerinin ne demek olduğunu iyi bildiğimiz gibi…
Saadet’in Millî Görüş ilkelerinde kaldığı için AKP tarafından terk edildiği söylendi. Gerçekten de bir süre sonra ‘Milli Görüş gömleğini çıkardım’ demişti Erdoğan. Şimdi her ikisi de ilkelerde mi buluştu yoksa her ikisi de ilkeler bir yana ‘ne olursa olsun iktidar olsun’ da mı buluştu? Buna Saadet seçmenleri karar verecek… Yukarıda buluşmalar aşağıda da buluşmayı sağlayacak mı yoksa aşağıdakiler mi yukarısını değiştirecek? Sarsılacak olan Saadet mi olacak yoksa AKP’mi göreceğiz? Yine kendi hayatından herkes bilir ki ilkeli ve çalışkan olduğunuzda bir süre yalpalasanız da neden sonra kararlılığınızla mutlaka kazanırsınız…
Olan biteni anlayan bilenler yine sosyal medyadan yazmış zaten: hep aynı kişilerden bunalan, yeni yorumcu sıkıntısı çeken iktidar medyasına yeni soluk: Her gece televizyonda göreceğiniz 3 yeni yorumcu daha katıldı aralarına…