Burada bayraklar da soğuk anne!
Mazlum ÇETİNKAYA
Başkentler uzak, trenler soğuk anne. Üstünü ört, kalbinden kalan üstünü ört anne.
Nerdeyse icat edildikten bu yana, bütün başkentler soğuk, sadece başkentler mi, trenler mi, bayraklar da soğuk burada, sınırlar da, resmi diller de… kendini, söyleyeceklerini, ellerini, nereye koyacağını bilemezsin burada. Rahat yazıyorum, rahat seviyorsun filan, burada elektrik kesintisi olmaz, burada aşk kazaya uğramaz, şiirin makas yemez burada sanırsın ama aldanırsın… oysa bütün kesintiler burada başlıyor. Bütün yolların son durağı burası, bütün hayatların ve ölümlerin kararı buradan alınır ve verilir…
Oldum olası bütün başkentler soğuk gelmiştir bana. "Siyasal ve seksüel" hayatlarını kenara koyarsak ki aşağı ve yukarı, Ayrancı hariç, Ankara da böyle!
Soluk ve soğuk duvarlarını saymazsak, şu Ankara’nın tekstil sanayii dışında hiçbir yere faydasını görmedim. Bol takım elbise ve kravat sayesinde tekstile ciddi faydası var diyebilirim. Lüzumsuz takım elbiseli kravatlı adamlar en sivil yerde bile var!
Hatırımda kalan Kavaklıdere şarapları hiçbir tekel bayiinde yok!
Başkentlerde başbakanlık binaları vardır, burada da levhası duruyor ama BinAli yok! Sanki gitmiş bir daha dönmemek üzere gibi bir hüzün! Üzüldüm ama geleneklere olan alışkanlığımdan mıdır yoksa bu kentin evlerin perdesine vuran yüzünden midir, bilmiyorum hüzünlendim işte.
Gerçi alıştık, reiz var çok şükür, vicdanında bir divit kalemi de var, her yere kan ve gözyaşı götüren bir divit kalemi…
Sonra buraya ne zaman gelsem, camlar yerde, elleri kanlı göstericiler, ölüm sanki Ankara, sanki başkent değil… Yine sonra elleri kelepçede insanları hatırlarım, Orhan Doğanları mesela!
Ve hangi şarkıyı dinlesem "Ankara’nın taşına bak!" der gibi. Küfürden ve yeminden oluşmuş sanki burası…
Bir kent neden bu kadar soğuk olur bilmiyorum, neden hep üşürsün An’kara’da bilmiyorum. Ama bayrakları hep yarıda tutan burasıdır, acıları göndere çeken kent burasıdır, anneleri, ipleri, çocukları, tarihi göndere çeken ama kendi bayrağını göndere çekemeyen bir kenttir burası.
Buraya gelenler hep bir yer bulup tırnaklarını bir yere geçirmek telaşındadır, Ankara’da bir akraban varsa, bir tanıdığın, bir evin, ki o zaman başlar esasen her şey, seni yiyip bitiren her şey. Başkadır dese de şeyma diyen Ankaralı bir şair, dirhem dirhem azalırsın, kısa yaşar uzun ölürsün burada!
İlk hecesi Annenin ilk hecesiyle aynı olan bir şehrin adının sonrası "kara" ise düşünmek lazım, kara kara. Bu yüzden midir nedir bilemem ama, kara deyince aklıma KKK / "Kara Kuvvetleri Komutanlığı" geliyor hep… Burada tek kalan sivil kurum başbakanlık, onun da sadece tabelası duruyor, Bin Ali diye bir adamın hikâyelerini hatırladım, "hasrettin hoca" gibi bir şey işte!
Sadece bu mudur Ankara, hayır, soğuk bir yüzü vardır hep cam kırıkları vardır, iki yanında iki polis vardır hep, Orhan Doğan’ı hatırlarsın, sonra annen gelir aklına, o bile soğuktur, çünkü burası anneleri sadece bir hastane morguna davet eden bir başkenttir!
Nasılda bir ceset gibi ağır burası, Ankara bir suret, sana dahil olmayan, hep uzaktan uzağa yazışmalar üzerinde kurulu ağır ve soğuk bir ceset gibi, bir suret gibi, bir mermer gibi bu kent.
Eskiden mektuplar ulaşmazdı buraya, telgraflar kavuşmazdı, direkler kırılırdı burnunun tam ortasından acılar geçerdi, telefonlardan sesin hiç ulaşmazdı, şimdi de insan ulaşamıyor buraya, insanın sesi de, acısı da, anısı da…
Bir celali isyanı gibi dostların da vardır hep burada. Hepsinin isminde eski bir isyanın hatırası olmasa buraya hiç gelmek istemezsin, resmi olmayan dostların olmazsa.
"Başkentler uzak" dedim dün telefonda uğradığım anneme, "başkentler uzak ve trenler soğuk anne" dedim.
Burada babalar kül ırmağında uyur, oğullar ise gül ırmağında öldürülürler…
Gözlerindeki acıyla ölme diyenlerin kentidir Ankara, gözlerindeki yaşı babasına düşürenlerin, anneleri unutanların, en çok da öldür diyenlerin başkentidir Ankara…
Ben sana bir gün kumdan da olsa bir başkent değil bir aşkkent yapacağım anne, kumlarını sıcak bir oğuldan getirdiğim bir aşkkent, adı numune olan bir hastanenin ön kapısında cam ve can kırıkları toplamadığımız revan olmayan bir aşkkent olacaktır elbet bir gün burası da…