Demokrasi savaşımcısı aydınlara açık mektup
Tarık Ziya EKİNCİ
Son zamanlarda özgürlük, barış ve demokrasi için savaşımı veren saygıdeğer aydınlarımız daha sık bir araya gelmekte ve rejim sorunlarını tartışmaktadırlar. Yayınladıkları bildirilerde devlete egemen güçlerin demokrasi dışına düştüğünü, erkler ayrılığının işlemediğini, Parlamentonun işlevsizleştiğini, yargının baskı aracı olarak kullanıldığını veciz ifadelerle eleştirmektedirler. Keza gereği kalmamışken OHAL’in sürekli bir yönetim haline getirildiğini, ülkenin KHK’larla yönetildiğini, özgürlüklerin kısıtlandığını, yüz binlerce vatandaşın işten atıldığını, binlercesinin de hukuksuz ve kanunsuz olarak cezaevlerine kapatıldığını yakınma konusu yapmaktadırlar. İktidardan adaletsizliğe, baskılara ve keyfi yönetime son vermesini, özgürlükçü demokrasiye işlerlik kazandırmasını istemektedirler.
Aydınlarımızın başka bir bölümü de, tümüyle iktidarın denetiminde olan yazılı ve görsel basında düşüncelerini açıklayamadıkları için, internet sitelerinde doğruyu yanlıştan ayırmanın düşünsel kurallarını anlatmakta ve kurutuluş için doğruları savunmanın yeterli olacağını öğütlemektedirler.
Bu çabaların hiçbirini küçümsemiyorum. Elbette bu düşüncelerin, toplumsal ilerleme sürecinde birikim sağlayarak yararlı olacakları yadsınamaz. Ne var ki, Türkiye’de rejim sorunu aciliyet kazanmıştır. Ülkeyi, bugünkünden çok daha zorlu ve daha karanlık günler bekliyor. Selamete çıkmak için çok acil, akılcı, köklü ve kalıcı önlemler gerekiyor. Küçük inisiyatiflerin yayınladıkları bildirilerle kısa zamanda Türkiye’nin önünü açmak mümkün değil. Unutmamak gerekir ki, iktidar partisi faşizmin ideolojik taşıyıcısı ve uluslararası bileşeni siyasetlerle işbirliği ve kader bilirliği içindedir. Bir yandan ülke bütünlüğünün tehlikede olduğu, Türkiye’nin beka sorunu yaşadığı paranoyası yaygınlaştırılarak savaş tamtamları çalınmakta. Öte yandan, aynı amaçla, ülke topraklarının Türklere dar geldiği ve ecdat mülkünü geri almanın bir hak olduğu savı dillendirilmekte. Keza hamasi söylemlerle İmparatorluk nostaljisi körüklenerek toplum uzun erimli irredentist savaşlara hazırlanmaktadır. Ülke yararını düşünerek bu çağdışı söylemlere karşı çıkan yurtsever aydınlar ise gayri milli ve yerli olmamakla yaftalanmakta, ötekileştirilip dışlanmakta, hatta cezalandırılmaktadır. Türkiye, giderek, yalnız Sayın Erdoğan’ın açıkladığı fikirlerin yinelendiği tek sesli bir toplum haline gelmekte.
Salt iktidara yarar sağlamak amacıyla, yeni bir seçim yasası çıkarıldı. Yeni sistemde, hükümet Cumhurbaşkanı tarafından atanacağı için, güvenoyuna ihtiyaç yoktur. Yönetimde istikrarı sağlamak sorun olmaktan çıktığından seçim barajına gerek kalmamıştır. Buna karşın, yeni kanunda yüze onluk seçim barajı korumaktadır. AKP’nin amacı HDP’yi baraj altına indirmek ve onun en az 60 milletvekiline hak etmeden sahip olmaktır. Seçimlerin OHAL koşullarında ve idarenin denetimi altında yapılması da her türlü yolsuzluğa açıktır. Girişilen hazırlıkların tümü, 2019 seçimlerinin AKP ve Reis için mutlak bir zaferle sonuçlanmasını sağlamak ve otoriter ‘tek adam’ rejimini engelsizce kurmak içindir. Ana muhalefet partisine gelince, o da ülkenin beka sorunu yaşadığını benimsemekte ve iktidarın aldığı militarist önlemleri onaylamaktadır. Arada bir ‘OHAL altında seçim yapılamaz’ tarzındaki cılız itirazlarına karşın, kesin bir tavır koymakta tereddütlü davranmakta. Keza CHP, otoriter ‘tek adam’ rejimini içselleştirdiği ve etkin biçimde karşı çıkmayı gereksiz gördüğü izlenimi vermektedir. Bu koşullar devam ettiği takdirde seçim sonrası Türkiye’de açık bir faşizmin kurulması kaçınılmazdır. Bundan böyle, Türkiye’de şiddetin ve sınır ötesi harekâtın egemen olacağı zorlu günlerin yaşanacağını söylemek bir kehanet değil.
Türkiye Bu Açmazdan Nasıl Kurtulur?
Türkiye bugünlere inanç eksenli, cumhuriyetin kuruluş evresini itibarsızlaştıran ve imparatorluk nostaljisi yapan AKP’nin Türk-İslam sentezi siyasetiyle geldi. Ülkenin, iç ve dış düşman tehdidi altında beka sorunu yaşadığı korkusu pompalanarak toplumda düşünsel bir hegemonya kuruldu. Türk-İslam ideolojisinin toplumda egemen duruma gelmesi uzun erimli bir iktidar için yeterli değildi. Zamanla otoriter ve baskıcı bir düzene geçmek zorunluydu. Nihayet buna da bir fırsat çıktı: ‘Tanrının bir lütfü’ olarak nitelenen Fetö’cü uğursuz darbe girişiminin kalıntılarını temizleme ihtiyacı, arzulanan, otoriter baskı rejimini kurmak için bir gerekçe oldu ve bugünkü hukuk dışı düzen kuruldu.
Türkiye toplumu bugünlere getiren siyasettir. Bu durumdan kurtulmanın yolu da siyaset olacaktır. Siyaset heterojen ve geçici inisiyatiflerle değil, iktidarı amaçlayan siyasal parti saflarında yapılır. Demokrasi mücadelesi için seçilecek partinin, elbette, görece muhalif, rastgele bir parti olması söz konusu olamaz. Bu partinin, mutlaka, erkler ayrılığı temelinde hukukun üstünlüğüne bağlı, özgürlükçü, çoğulcu ve demokrasinin temel ilkelerini özümsemiş, varlık nedeni eşit haklı vatandaşlık olan bir siyasal parti olması gerekir. Eşit haklı vatandaşlık istemi toplumumuzun sosyolojik yapısı (çok etnikli ve çok inançlı) nedeniyle Türkiye’nin demokratikleşmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur. Diğer bir deyimle, otoriterliğe açık çoğulcu toplum yapısından ötürü, Türkiye’de tutarlı ve sürdürülebilir bir demokrasinin kurulması ancak ‘anayasal vatandaşlık’ (1) statüsünün benimsemesiyle mümkündür.
Acil Demokrasi İçin Elverişli Olan Parti Hangisidir?
Türkiye’de bu özellikleri olan tek parti ‘Halkların Demokratik Partisi (HDP)’dir. Çünkü HDP, temelinde Kürt özgürlük hareketinin yer aldığı, yapısal olarak özgürlükçü, çoğulcu, erkler ayrılığı temelinde hukukun üstünlüğüne bağlı, eşit haklı vatandaşlık kuralını benimseyen, ekonomide adil bir gelir dağılımı ve bölgelerarası dengeli kalkınma programı ile düzen karşıtı ve iktidar alternatifi olmaya aday yegâne Türkiye partisidir. 2015 milletvekili genel seçimlerinde, AKP’nin tek başına hükümet kuramaz duruma düşmesini sağlayan da HDP oldu. Sayın Erdoğan, HDP’nin etkin bir siyasal parti olarak varlığını koruduğu sürece AKP’nin tek başına iktidar olamayacağının bilincindedir. Keza, Sayın Erdoğan, AKP’nin yağma ekonomisi ve saldırgan dış politikası ile HDP’nin özgürlükçü, barışçı, adil ve dengeli ekonomik politikası karşısında uzun süre varlığını koruyamayacağının idraki içindedir. Bu nedenle 2015 genel seçimlerinden hemen sonra HDP’yi tamamen tasfiye etmeye ve siyasal yaşamdan söküp atmaya karar verdi. Nitekim AKP’nin 1 Kasım’da seçimi yenileme kampanyası, HDP’nin dışlanması üzerine kuruldu. HDP, ötekileştirme, şeytanlaştırma ve gayrı milli olma suçlamalarının hedef tahtası yapıldı. Sayın Erdoğan’ın Grupta, aylık muhtar toplantılarında, il ve ilçelerdeki seçim çalışmalarında yaptığı konuşmaların ana teması HDP düşmanlığıydı. HDP’nin bir terör örgütü olduğu, üyelerinin terörist ve gayrı milli oldukları, inanç bakımından da Müslüman olmayıp, Zerdüşt dininden oldukları suçlamaları aylarca ve aralıksız biçimde sürdürüldü. Kampanya boyunca HDP’nin il ve ilçe binalarına, güvenlik güçlerinin ilgisiz kaldığı, kimisi cinayet amaçlı, 125 fiziki saldırı yapıldı. Devletin bütün imkânları kullanılarak yürütülen HDP karşıtı kampanyaya karşın HDP 1 Kasım seçimlerinde de barajı geçti ve TBMM’deki üçüncü büyük grup statüsünü korudu. Sayın Erdoğan bu sonuçtan memnun değildi. Güçlükle de olsa hükümeti tek başına kurmayı başarmış olmaktan mutlu olmadı. Çünkü HDP’yi barajın altına düşürememişti. Seçimlerden sonra da HDP karşıtı karalama kampanyasını ve tasfiye politikasını sürdürmekte kararlıydı. HDP karşıtlığı bugün de aynı hınçla devam ediyor:
- Barış sürecinin kesilmesi: İlkeleri kanunla belirlenen ve 2 yıl devam eden "Barış görüşmeleri" 2015’te Sayın Erdoğan’ın ani bir kararıyla son buldu. Barış komitelerinin gezi raporları, hükümet adına görev yapan HDP yöneticileri ile AK Parti, hükümet ve devlet temsilcilerinin hazırladıkları ortak barış bildirgesi yok sayıldı. Oysa ülkede barış umudu yükselmiş ve halkın barış talebi yüzde seksenlere çıkmıştı. HDP karşıtı kampanya ile bu oran tersine döndü, bugünkü barış talebi yüzde 20’lerdedir. İktidarın yönlendirmesiyle toplumda artık barış yerine savaş istemi egemendir.
- Soyutlama politikası: Barış görüşmeleri bitince Hükümet ilk olarak HDP’yi siyasal ve toplumsal alanlardan soyutlamaya girişti. Artık ne yazılı ne de görsel basında HDP’den ve HDP yöneticilerinden söz edilmeyecekti. Daha önce HDP sözcülerinin arkasından koşan TV kanallarında partinin adını anmak bile yasaklandı. Ulusal basın organlarının başköşesinde yeri olan HDP birden buharlaşmış, yok olmuştu. Bu olgu bile, tek başına, Türkiye’de basının ne ölçüde bağımlı olduğunu ve artık basın özgürlüğünden söz etmenin anlamsız olduğunu kanıtlamaya yeterlidir.
- HDP’ye yakın basın ve yayın organlarını tasfiye politikası: HDP üyesi ya da HDP’ye yakın kimselerin çıkardıkları onlarca yazılı basın organı ve TV kanalı ile haber ajansı toptan kapatıldı. Kürtçe tiyatro oyunları yasaklandı ve sahnelere kilit vuruldu.
- Yerel örgütleri tasfiye politikası: HDP karşıtı saldırıların en önemlisi, 2013’te halkın seçtiği Belediye başkan ve meclis üyeleri ile İl Genel Meclisi üyelerinin ya tutuklanarak ya da görevden alınarak yerlerine AKP’ye yakın memurların kayyum atama eylemidir. HDP’den seçilen 81 il, ilçe ve belde belediye başkanlarının tamamı görevden alınarak yerlerine kayyum atandı. Hiçbir hukuka sığmayan kayyum atama tasarrufu ancak itiraz mercii olmayan KHK’larla gerçekleştirilebildi. Oysa Türkiye’nin Batı illerinde boşalan belediye başkanlarının yerine yenileri bugün dahi seçimle geliyor.
- Yargısal baskı politikası: Ülkedeki savcıların tümü, HDP sözcülerini izleyerek suçlayıcı fezlekeler hazırlamakla görevlendirildi. Kısa zamanda TBMM’de HDP’li vekillerin her biri için yüzlerce dosya birikti. Anılan dosyaların savcılıklara süratle intikalini sağlamak ve sanık milletvekillerini bir an önce tutuklatmak için, Anayasanın 83/2 ve 15/2 maddeleri yok sayılarak, makabline şamil anayasa değişikliği yapıldı. Kanundan önceki suçlamalar için dokunulmazlıklar kaldırıldı. Hemen ardından, meclis kararı olmadan, başta HDP eş genel başkanları olmak üzere 15 HDP milletvekili tutuklandı. Parti felç edildi, fiilen çalışamaz durumu getirildi. Yargılama sürecinde bunlardan bir bölümünün bırakılmasına karşın, yenileri tutuklandı. Halen eş genel başkanlarla birlikte 10’u aşkın HDP milletvekili tutukludur.
- Milletvekilliğinin düşürülmesi politikası: Tutuklu ya da tutuksuz HDP’li vekillerin bir bölümü, geriye bırakılması mümkün, küçük cezalarla mahkûm edilerek vekillikleri düşürüldü. Bir bölümünün de, meclisteki teamüle aykırı olarak, devamsızlık nedeniyle vekilliklerine son verildi. Böylece toplam 9 HDP’linin milletvekilliği düşürüldü. Sırada kesinleşmesi beklenen mahkûmiyet kararları ile bu sayının artacağı kuşkusuzdur.
- HDP üzerinden Kürt Düşmanlığı politikası: HDP karşıtı kampanyalar giderek toplumda Kürt düşmanlığına yol açtı. Batı illerinde iş tutan ya da mevsimlik çalışan işçiler çeşitli bahanelerle dövülmekte, hakarete uğramakta, kimi zaman da linç edilmektedirler. Batı’nın il ve ilçeleri çalışan Kürtlerin tedirginlik duydukları yerler haline geldi. Mevsimlik işçiler Kürt olduklarını gizlemek için ya konuşmamaya, ya da mevsim boyunca iş yerinde kapalı kalarak görünmemeye özen göstermek zorunda kalmışlardır.
Toplum ve Demokrat Aydınlar Katında HDP’nin Yeri
Sayın Erdoğan’ın, devletin tüm olanaklarını kullanarak HDP’yi siyaset dışına atmak için sarf ettiği çabalar büyük ölçüde başarılı oldu. Başta iki eş genel başkan olmak üzere HDP’nin en etkin sözcüleri tutukludur. Partinin kapalı salon ve alan toplantıları güvenlik güçlerinin açık ya da örtülü tehditleri altında geçmekte, çoğu kez akamete uğramaktadır. HDP’nin sürekli tehdit altında olması, ulusal basında etkinliklerine yer verilmemesi, her fırsatta karalanarak ötekileştirilmesi onu kamuoyunda yasaklı bir parti konumuna getirmiştir. İktidardan kaynaklanan HDP’ye dönük dışlayıcı politikalar başta ana muhalefet partisi olmak üzere diğer partiler tarafından da açık ya da örtülü biçimde desteklenmektedir.
Sayın Erdoğan’ın tarafsız Cumhurbaşkanı sıfatıyla Devlet adına liderlerle yaptığı istişare toplantılarına HDP’yi çağırmaması, salt kişisel bir dışlama eylemi değil, ayni zamanda bir anayasa ihlalidir. Çünkü HDP’nin resmiyette yok sayılması ona temsil görevi veren altı milyon vatandaşın da devlet katında kabul görmediği, düşünce ve taleplerine değer verilmediği anlamına gelmekte. Bu, yalnız HDP’yi değil, ona oy veren 6 milyon seçmenin de dışlanma eylemidir. Başka bir deyişle13 milyon vatandaşın yok sayılması anlamına gelen bu tasarrufun hiçbir haklı gerekçesi yoktur. Sayın Erdoğan’ın, duygusal eğilimleri ile tarafsız Cumhurbaşkanı sorumluluğunu birbirinden ayırarak görev yapmasını beklemek, yalnız HDP’lilerin değil, tüm vatandaşların haklı talebidir.
HDP’yi hedef alan resmi ya da gayrı resmi dışlama, ötekileştirme ve şeytanlaştırma politikası yalnız halk arasında olumsuz bir imaj yaratmakla kalmamış, demokrasimizin geleceğinden endişe duyan aydınlarımızı da olumsuz yönde etkilemiştir. Nitekim demokrasi mücadelesinde önde görülen sosyalist, sosyal demokrat, liberal ve demokrat aydınlarımızın önemli bir bölümü, açıktan olmasa da, HDP’yi örtülü biçimde yok saydıkları dikkatlerden kaçmıyor. Saygın yazarların, siyasal yorumcuların en sağdan en soldakine kadar tüm patilerin bakış açılarını değerlendirdikleri halde, HDP yokmuş gibi davranmalarını bir lapsus ya da HDP karşıtlığı olarak değerlendirmek gerçekçi değil. Ama iktidarın baskı politikasına karşı ihtiyatlı olma ihtiyacından kaynaklı bir önlem alma duruşunu yansıttığı kolayca yadsınamaz. Unutmamak gerekir ki, demokrasi mücadelesi otoriter rejimin belirlediği sınırlar içinde kalarak sürdürülemez. Tam tersine, demokrasi savaşımı, otoritarizme karşı çıkarak demokratik bir düzen kurma savaşımıdır. Bu mücadele, ancak, demokrasinin evrensel kurallarının toplumun her alanında yaygınlaşması ve egemen değerler haline gelmesiyle başarıya ulaşır.
Değerli dostlar,
Somut verilere dayanarak yaptığım çözümlemelerden çıkan sonuç şudur: Türkiye’de adım adım faşist nitelikte ‘tek adam’ yönetimi kurulmakta. Bu yönelimin statükocu partilerce önlenmesi ise olanak dışıdır. Rejimin tek alternatifi HDP’dir. O da baskı altında ve çalışması kısıtlıdır. Türkiye’yi selamete çıkaracak yeni bir siyasal parti kurmanın koşulları yoktur. Beğensek de beğenmesek de, verili koşullarda örgütlü bir demokrasi mücadelesi ancak HDP saflarında verilebilir. HDP ile otoriter ‘tek adam’ rejimini hemen önlemek olanaklı olmazsa bile, demokrasi mücadelesini yükseltmek ve gelecek için güçlü bir muhalefet hareketi oluşturmak olanaklı ve gereklidir.
Türkiye toplumu, sosyolojik yapısı nedeniyle biçimsel bir demokrasi altında otoriter eğilimlere karşı korumasızdır. Bu nedenle uğrunda savaşım verdiğimiz demokrasinin otoriter bir düzene evirilmeyecek nitelikte olmasına özen göstermemiz gerekir:
- İnanç ve kültür birliğine dayalı homojen ulus/devlet ideolojisinin egemen olduğu toplumlar kaçınılmaz olarak baskıcı ve otoriterdir. İnanç ve kültür birliği üzerine inşa edilen devletlerde rejimin otoriterliğe evirilmemesi için kurulacak demokrasi mutlaka laik ve çoğulcu olmalıdır.
- Türkiye toplumunun sosyolojik özellikleri nedeniyle uğrunda savaşım verilen demokrasi, erkler ayrılığı, hukukun üstünlüğü vb. evrensel nitelikler yanında, eşitlikçi, çoğulcu, çok kültürlü ve kapsayıcı olmak zorunludur. Aksi halde Kürt ve Alevi sorunları başta olmak üzere toplumun çoğulcu yapısından kaynaklı eşitsiz ve adaletsiz uygulamalar sürüp gidecek ve toplum otoriter rejimlere açık olacaktır.
- Otoritarizmin siyaset dışı kalmasını sağlayan temel öğe ‘anayasal vatandaşlıktır.’ Türkiye’yi faşizm tehlikesinden uzak tutacak demokrasi mutlaka ‘anayasal vatandaşlık’ ilkesini içermeli ve toplumsal düzen bu ilke üzerine inşa edilmelidir.
- Türkiye’de amaçlanan demokrasinin ilerlemeci ve geliştirici olması için de "adaletli bir gelir dağılımı ve bölgeler arası dengeli kalkınma" ilkeleri temelinde özgün bir ekonomik politika izlenmesi gerekir.
Türkiye’de işlevsel ve kalıcı bir demokrasinin kurulması için ülkenin tüm demokrasi güçleri ile Kürt özgürlük hareketini kapsayan çoğulcu bir Türkiye Partisine ihtiyaç vardır. Aksi halde Türkiye, ya Menderes, Demirel, Özal, Ecevit ve ardıllarının uyguladıkları ve her seferinde otoriterliğe evrilen biçimsel bir demokrasi ile yönetilir, ya da bugün olduğu demokrasi dışı ‘tek adam’ rejimleri kurulur.
20 yıl boyunca Türkiye’de Kürt özgürlük hareketini de kapsayan çoğulcu bir Türkiye Partisi kurmak için yaptığımız pek çok girişim iki engele takıldı. İlki Kürtlerle ortak siyaset yapmaya cevaz (olurluk) vermeyen şoven Türk milliyetçiliğidir. Diğeri de yüzyıllık deney birikimiyle oluşan, Kürtlerdeki güvensizlik duygusudur. Bu engeller bugün de devam etmekte. Buna karşın, 2013’te aklıselim sahibi kimi sosyalist aydın ve parti önderleri Kürt Özgürlük hareketiyle dayanışma içinde ileri bir demokrasi için savaşım vermenin tarihsel bir zorunluluk olduğunu kabul ederek harekete geçtiler. Önce Türk ve Kürt aydınlarından oluşan Halkların Demokrasi Hareketi (HDH) kuruldu. Bir sivil toplum örgütü olan HDH içinde yapılan çalışmalar sonunda çoğulcu bir Türkiye Partisi’nin kurulmasına karar verildi. Bu, özgürlükçü, barışçı, çoğulcu, katılımcı, hukukun üstünlüğüne, erkler ayrılığına ve ‘anayasal vatandaşlık’ ilkesine bağlı, ana bileşenleri bağımsız olan yeni bir Türkiye Partisi olmalıydı. Böylece Halkların Demokrasi Partisi (HDP) kuruldu.
Bu özellikleriyle HDP, toplumunun tarihinden ve sosyolojik yapısından süzülüp gelen özgün bir Türkiye partisidir. HDP’nin özgürlükçü, barışçı, çoğulcu, erkler ayrılığı temelinde hukukun üstünlüğüne bağlı ve ‘anayasal vatandaşlık’ ilkesiyle de kapsayıcı nitelikleri olan radikal demokrasi anlayışı, bugüne kadar tanık olduğumuz, otoritarizme açık, biçimsel demokrasinin karşıtıdır. Geleceğin kalkınmış ve gelişmiş demokratik Türkiye’sini inşa edebilecek yegâne partidir. HDP’nin etkin bir muhalefet yapması için tüm demokratlar tarafından desteklenmesi gerektiğinin bir görev, hatta bir zorunluluk olduğuna inanıyorum.
93 yaşındayım, 70 yıldır Türkiye siyasetinin içindeyim. Maddi dünyadaki varlığımın son günlerini yaşıyorum. Üççeyrek yüzyıla yakın bir siyasal yaşamın birikimini birlikte götürmeye hakkım yoktur. Kimseye akıl vermek iddiasında değilim. Ama Türkiye’nin girdiği darboğazdan kurtulması için çaba gösteren iyi niyetli dostlarıma düşündüklerimi açık etmekte sorumlu olduğumu düşünüyorum. Geri kalan günlerimde, hatta yakın bir gelecekte Türkiye’de özgürlükçü, oğulcu, erkler ayrılığına dayalı demokratik bir hukuk devletinin kurulacağını mümkün görmüyorum. Ama demokrasi yanlısı aydınların destekleyeceği bir HDP’nin Türkiye’nin önünü açacak etkin bir muhalefet ya da anamuhalefet partisi konumuna geleceğine inanıyorum.
BU İNANÇLA, Türkiye’de evrensel nitelikte bir demokrasi için savaşım veren ya da bunun kurulmasını arzu eden (yazar, gazeteci, akademisyen, sanatçı, siyasetçi ve diğer) yurtsever aydınlarımızın tümünü HDP’ye katılmaya, bu olanaklı değilse yazıları ve konuşmalarıyla destek vermeye davet ediyorum. 03.04.2018