Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’a…
Mazlum ÇETİNKAYA
"İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyorlar...
Düşünmekten korkuyorlar, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyorlar, eleştirilmekten korktukları için.
Ve insanlar ölmekten korkuyorlar, yaşamayı bilmedikleri için." der ünlü yazar Shakespeare.
Sizin o çocuk elleriniz güneşi gezdirecek bir sabah bu ormanda, sizin o sevgi elleriniz, sizin o adalet elleriniz bir hayat olacak bu insan ormanında…
Koşmak denilen bu insan ormanında güneşi gezdireceksiniz, ölümü değil hayatı tutacak sizin o çocuk elleriniz.
Ben bu ölümü bilirim, yıllar önceden kalma hikâyeleriyle, bütün karanlık ve aydınlık hikâyeleriyle, bütün giden ve kalan hikâyeleriyle…
Bir sabah uyanmadığınızda o ellerinizin sizin olmadığı gün yani!
O bir sabah, o bir sabah işte vicdanımız da bizim olmayacak, merhametimiz bizden kopacak, baştan aşağı sağır kalacak kulaklarımız.
Aklımız bizim değil gibi sanki, kalbimiz bizim değil, duymuyoruz hiç bir şeyi görmüyoruz…
Hem herkese Adalet nedir ki, dünya böyle kimine adalet kimine değil olacak!..
Adalet, bize ölüm ötekine saray…
Kimine gülmek kimine de hesap kitap…
Hiç yabancı değil bu ölüm, ben bu ölümü tanıyorum, herkes bu ölümü tanıyor aslında. Ama herkes susuyor, ama herkes görmüyor, ama herkesin başı önde kulakları sağır, herkesin kalbi durmuş ayarlı bir saat gibi, pilli takılı bir saat gibi herkesin kalbi!
Bakın üç bin kilometre öteden, Belçika’dan duyulmuş, biz duymadık! Belçikalı avukatlar açlık grevine başladı diyor bir yakın haber, biz duymadık!
Herkese adalet diyerek bedenini ölüme yatıran avukatlardan 33 kiloya düşen Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın durumu ağır, biz duymadık! biz görmedik! biz susuyoruz!
Adalet sürüngen bir hayvan gibi, yerlerde, başını kaldıramıyor… şu gizli tanıklar olmasaydı… tanık sanıktan neyini gizler anlamış değilim! Utancını mı, yalanını mı, korkaklığını mı, yüzsüzlüğünü mü, ki delilsiz iki söz adaleti bir sürüngen hayvan haline getirdi, ki hiç bir şekilde ayağa kalkmaz hukuk guguk kuşu oldu…
Yargılandığım bir davada yüzüme karşı deliler sayılırken beş yıl önce, ilk duruşmada, diyor ki bir hakim 1996 yılında cezaevine girmişsin, DHKP C davasından cezaevinde yatmışsın. O yıllarda öğretmendim diyorum, ben o yıllarda öğretmendim hakim bey, bir devlet okulundaydım üstelik, cezaevinde yatan ben değil benim kardeşimdi dediğimde
hakim,
"Sus," dedi. "Sus, benden iyi mi biliyorsun" diyen bir adalet, yerde sürünür, yerlerde işte…
Günlerce kendime gelememiştim, cezaevinde benim yattığımı hakim biliyor ama ben bilmiyordum, hem de dört yıl, aynı okulda öğretmenlik yaptığım arkadaşlarımı arayıp sordum daha sonra, acaba ben kafayı filan mı sıyırdım, hasta mıyım diye doktora bile gidecektim…
İşte bu "kadı" ve bu "kadılar" tabii ki gizli tanıkların iki sözüyle gencecik hukukçulara bir celsede on yıl, yirmi yıl hatta kırk yıl bile ceza verebilirler. Biz kadıdan iyi mi biliyoruz sanki!
Kendi başımdan geçenleri hukukçu bir arkadaşıma anlattığımda, bana, "çocuk hakim dönemi başladı" demişti.
Oysa keşke çocuklar "hakim" olsaydı adliye salonlarına, bunların, bu şimdiki "hakimlerin" mesleklerinin sıfatı çocuk olsaydı veyahut. Belki o zaman dönüp arkalarına bakmayı bilirlerdi, çocuklar arkalarına bakarlar, vicdanı merhameti olmayanlar arkasına bakmayı da bilmez. Adaletli olmayanlar arkasına bakamazlar, kalemini kırıp yoluna devam eder.
Herkesin bir şekilde çarptığı "adalet"sizlik işte!
İşte bu adaletsizliğin karşısında herkese adalet diyen avukatlar ve günlerdir süren açlık grevleri…
Hiçbirimiz görmüyoruz, hepimiz korkuyoruz!
Bir ağrı yoksa içimizde, bir yerimiz kanamıyorsa, bir bıçak gibi deşen bir şeyler yoksa bir yerimizi, biz her şeyimizi yitirmişiz demektir!
Korkuyla ne kadar yaşanır daha, bilmiyorum! Korkular bizi ne kadar daha kurtarır onu da bilmiyorum! Ama sanırım bu korkunun ve yüreksizliğimizin cevabı bir Hint Masalı’nda gizli.
Bu Hint masalına göre; kedi korkusundan, endişe içinde yaşayan bir fare vardır. Bir büyücü bu fareye acır ve bir gün onu bir kediye dönüştürür.
Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya baslar. Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya baslar. Büyücü bakar ki olacak gibi değil, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkân yok. Onu tekrar eski haline döndürür…
Ve der ki,
"Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var.
O yüzden ben sana yardım edemem."
Şimdi gelin hep birlikte, önce bu yazan çizen kesimler, bizler yani, sonra da adalet arayan herkes, yüreğimizi bu "korku kafesi"nden bi kurtaralım. Ve gelin Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal başta olmak üzere tüm avukatlarımızı yaşatalım, el uzatalım adalete ve yaşama…
Ve yüreğimizi bu "kafes"ten kurtaramadıkça bizler, "kediden korkan fare" olmaktan da kurtulamayız.