Emek hareketi, asgari ücret tespit sürecine birlikte hazırlanmalı!
Veli BEYSÜLEN
Malum Ekim ayının son günlerindeyiz. Yani 2021 yılına girmemize iki aydan biraz fazla zaman var. Bildiğiniz üzere; Türkiye’de her yıl yılın son ayında, bir sonraki yıl içinde uygulanacak asgari ücret belirlenir. Maalesef bu ülkede belirlenen asgari ücret rakamına dair tartışmalar hiç eksik olmuyor. Zira Türkiye’de asgari ücret, hiçbir zaman, temel haklara ilişkin uluslararası belgelere uygun, çalışan ile bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin asgari ihtiyaçlarını karşılamalarına yetecek düzeyde belirlenmez.
Peki, nedir asgari ücret? Dünyada ve ülkemizde ne zamandan beri uygulanıyor? Uluslararası ve ulusal dayanakları nelerdir?
30 Mayıs 1928 tarihinde toplanan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 11. Konferansı, asgari ücret tespitine dair 26 Sayılı Sözleşme'yi kabul ederek yürürlüğe koymuştur. ILO, 1930 yılında kabul ettiği 30 Sayılı, "Asgari Ücret Belirleme Yöntemleri" başlıklı tavsiye kararı ile de sözleşmeyi desteklemiştir. Gerek sözleşmenin gerekse tavsiye kararının amacı; üye her ülkenin kendisinin belirleyeceği bir yöntem dahilinde, işçi sendikası aracılığıyla toplu sözleşme yapma hakkı elde edememiş işçi ile bakmakla yükümlü olduğu aile bireylerinin, ülkenin yaşam koşullarında yaşamlarını sürdürebilmelerine yetecek en alt ücretin belirlenmesi ve bu ücretin altında ücret ödenmesinin önlenmesini sağlamaktır.
1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen ve Türkiye’nin 1949 yılında imzalayıp taraf olduğu, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 23/3 maddesi: "Çalışan herkesin, kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlayacak düzeyde, adil ve elverişli ücretlendirilmeye hakkı vardır; bu, gerekirse, başka toplumsal korunma yollarıyla desteklenmelidir." denmektedir. Aynı şekilde, temel hak ve özgürlüklerin düzenlendiği birçok uluslararası sözleşmede de konuyla ilgili devletlere yükümlüllüker getiren düzenlemeler mevcuttur.
Türkiye’de asgari ücret, ilk olarak 1936 yılında çıkarılan 3008 sayılı iş kanununda yer almışsa da uygulaması 1951 yılında başlamıştır. Ancak ilk yıllarda asgari ücret, ülke genelini kapsayacak şekilde standart olmaktan uzak, sektörel düzeyde belirleniyordu. Dolayısıyla, asgari ücretin uluslararası sözleşmelerde belirtilen esaslar çerçevesinde belirlenmesi, yukarıda belirttiğim ILO’nun 26 Sayılı Sözleşmesi'nin, 29 Ocak 1975 tarihinde yürürlüğe konması ile birlikte belli bir düzene kavuşmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 49. Maddesi'nde, "Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek ve çalışma hayatını geliştirmek için gerekli tedbirleri alır." ifadesi yer alırken; 55. Madde'de ise, "Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır. Asgari ücretin tespitinde çalışanların geçim şartları ile ülke ekonomik durumu da göz önünde bulundurulur." ifadeleri yer almıştır.
2003 yılında yürürlüğe giren 4857 Sayılı İş Kanunu'nun 39. maddesinde, "Bu kanuna göre, iş sözleşmesi ile çalışan ve bu kanunun kapsamında olan veya olmayan her türlü işçinin ekonomik ve sosyal durumlarının düzenlenmesi için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca Asgari Ücret Tespit Komisyonu aracılığı ile ücretlerin asgari sınırları en geç iki yılda bir belirlenir." denmektedir. Kanundaki bu düzenlemenin gereğini yapmak üzere, ilgili bakanlık Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın, 2004 yılında yayınladığı Asgari Ücret Yönetmeliği ise, "İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret olarak tarif edilmektedir.
Buraya kadar asgari ücretle ilgili uluslararası sözleşmeler, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa ve kanunlarında bulunan düzenlemeler ile bu düzenlemelerin amacını açıklamaya çalıştım. Ancak Türkiye’de asgari ücret tespitinde bu düzenlemelerin amacının gözetildiğini söylemek mümkün değildir. Hâlbuki asgari ücret, 8 milyon civarında asgari ücretle çalışan ile ailelerini direkt; kayıt içi, kayıt dışı toplam 16 milyon işçiyi, kamu çalışanlarını ve emeklileri ise aileleriyle birlikte dolaylı ilgilendiren genel bir ücrettir. Çünkü asgari ücret, gerek işçi sendikaları ile işverenler ve devlet arasında yapılan toplu sözleşme görüşmelerinde, gerekse kamu çalışanları için devletle sendikalar arsında yapılan toplu sözleşme görüşmelerinde, masada olur ve işveren temsilcileri tarafından emsal gösterilerek çalışanların ücretleri aşağı çekilmeye çalışılır. Zira dışarıda asgari ücretle çalışacak, milyonlarca işsiz vardır ve bu işsizler, işveren temsilcileri tarafından silah olarak kullanılmaktadır. Üstelik asgari ücretin düşük olmasını, kendisi en büyük işveren olup, işçi, memur çalıştıran, emeklilere aylık ödeyen devlet de istemektedir. İşçi sınıfının örgütlenmesinin önüne engeller getiren ve sendikal hareketi baskı altına alan düzenlemeler yapmış olan 12 Eylül faşizminin, çalışma hayatını düzenlemek üzere çıkardığı anti demokratik kanunların daha katılarını çıkararak, bu alanı sermayenin istemleri doğrultusunda düzenleyen 18 yıllık AKP iktidarı; içinde emeklilerin de bulunduğu, milyonlarca emekçi ile ailesini sefalete mahkum etmiş bulunuyor. Bir başka değişle, örgütsüzlüğün çok yüksek olduğu Türkiye'de, asgari ücretle çalışacak milyonlarca işsiz, genel ücret seviyesinin düşmesine ve daha çok çalışanın, asgari ücret veya çok az bir miktar üzerinde ücretle çalışmak zorunda kalmasına yol açıyor. Bu nedenle, Türkiye'de asgari ücret, neredeyse ortalama ücret haline gelmiş bulunuyor.
Yukarıda kısmen değindiğim uluslararası sözleşmeler, devlete asgari ücretle çalışan işçinin kendisi ile ailesinin geçimine yetecek ücret almasını sağlama görevi yüklemiştir. Ancak gerek Anayasa'nın ilgili maddesi gerekse 4857 sayılı İş Kanunu'nun 39. Maddesi gereğince düzenlenmiş olan Asgari Ücret Yönetmeliği, Türkiye'de uluslararası standartlara uygun bir asgari ücret tespitinin yapılmasını sağlamaktan uzaktır. Zira Anayasa'nın 55. Maddesi gibi yönetmeliğin başlangıcında da, "Asgari ücret işçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzeriden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücrettir." denmektedir. Görüldüğü gibi yönetmelik de uluslararası belgelerin ruhuna uygun olmayıp, işçiyi ailesinden ayrı tutmakta ve yalnızca işçinin kendisinin ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek bir alt ücret almasını yeterli görmektedir. Aynı yönetmelikte; 5 devlet temsilcisi, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu'ndan (TİSK) 5 işveren temsilcisi ve Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu'ndan (TÜRK-İŞ) 5 işçi temsilcisinin yer aldığı 15 kişiden oluşan asgari ücret tespit komisyonu, oy çokluğu ile karar almaktadır. Komisyonun kararı kesin olup, herhangi bir itiraz hakkı bulunmamaktadır. Kararları kesin olan komisyonun karar almasında, kendisi de işveren olan devlet temsilcileri ile işveren temsilcilerinin aynı yönde oy kullanmalarından dolayı, asgari ücret genelde işveren tarafının isteği doğrultusunda belirlenmektedir. Nitekim 2000 - 2018 yılları arasında 19 kez toplanan komisyon kararlarına işçi tarafını temsilen katılan TÜRK-İŞ 13 kez itiraz ettiği halde, devlet işveren işbirliği ile karar alınmış ve tespit edilen rakam asgari ücret olarak uygulanmıştır.
Görüldüğü gibi, Türkiye'nin en büyük toplu sözleşmesi niteliğinde ki asgari ücret tespiti, oldukça anti demokratik yapıya sahip bir komisyon tarafından yapılmaktadır. Zira İşçi sendikalarının temsili sembolik olarak TÜRK-İŞ'le sınırlı tutulmuş ve diğer iki işçi konfederasyonu DİSK ile HAK-İŞ'in katılımı sağlanmamıştır. Asıl sorun ise, milyonlarca işçi ile ailesinin yaşamını yakından ilgilendiren bu sürece katılımlarını sağlayan mekanizmanın olmamasındadır. Kuşkusuz demokratik bir asgari ücret tespit yöntemi geliştirildiğinde, asgari ücret devlet işveren işbirliği ile işverenlerin taleplerine göre değil, işçilerin talepleri doğrultusunda belirlenecektir.
Tüm bu nedenlerle, DİSK ile HAK-İŞ'inde katılımları sağlanmalı, asgari ücretin Bakanlık koridorlarında yapılan göstermelik toplantılarla belirlenmesine son verilmelidir. Görüşmeler, asgari ücretle çalışan işçilere açık olarak, toplu sözleşme prosedürü çerçevesinde, anlaşmazlık halinde işçilerin üretimden gelen güçlerini kullanıp greve gidebildikleri pazarlık yöntemi ile belirlenmelidir.
Yukarıda Türkiye'de asgari ücretin, çalışanlar için ortalama ücret durumunda olduğunu belirtmiştim. Bundan daha kötüsü ise, asgari ücretin emekliler için dikkate alınmaması ve milyonlarca emeklinin, ülkede ödenen en alt ücret yani asgari ücretin altında maaş almasıdır. Bırakın asgari ücretin altında, 1000 liranın altında maaş alan yüz binlerce emekli varken, ev kirasını bile karşılamaya yetmeyen 1500 lira, çok büyük bir paraymış gibi, Mart 2020’de en düşük emekli aylığı olarak belirlendi.
Evet, yılın son iki ayına giriyoruz ve 2021 yılı asgari ücretinin belirlenmesi sürecine sayılı günler var. Dolayısıyla üç konfederasyon vakit kaybetmeden bir araya gelmeli ve asgari ücret tespiti için ortak bir yol haritası çıkararak, asgari ücretle çalışan çalışmayan tüm işçileri sürece dahil etmelidir. Ancak bu şekilde, hükümet-sermaye ortaklığına güçlü bir karşı çıkışla, emeğiyle yaşayan milyonların daha fazla sefalete sürüklenmelerinin önüne geçilebilir. Kısacası şimdi tüm işçilerin, "KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ" diye yüksek sesle haykırmalarının zamanıdır. Aksi taktirde milyonlarca emekçi kaybetmeye devam edecektir!