Emin Karaca'nın ardından

Emin Karaca'nın ardından
'Bu adam yüzde yüz Türk yahu!' Herhangi bir 'kanı bozukluk' tespit edemedikleri bir komünist karşısında polislerin yaşadığı kızgınlığı anlatırken gülmekten kendini alamıyordu Emin Hoca

Ozan HAZAR


Türkiye’de sosyalist hareketin, basının ve edebiyatın tarihine dair çalışmalarıyla tanınan değerli araştırmacı yazar Emin Karaca, 12 Ocak günü Koronavirüs nedeniyle hayatını kaybetti. Karaca’nın birçok çalışmasını beğeniyle okumuş ve kendisiyle tanışıp sohbet etme şansı bulmuş bir okuru olarak aşağıdaki anma yazısını kaleme almayı bir borç saydım.

1967’de, henüz 18 yaşında adım attığı gazeteciliğin çeşitli kademelerinde uzun yıllar görev yapar Emin Karaca. 1990’lardan itibaren araştırmacı yazarlığa geçiş yapar ve birbiri ardına önemli çalışmalara imza atar. Gazetecilikten araştırmacı yazarlığa geçişine vesile olan olayı 2017 yılında Artı TV’de Nazım Alpman’a konuk olduğu programda anlatmıştı Emin Karaca. İlk dinlediğimde çok etkilendiğim ve çok okuyup az yazmaktan mustarip herkesin ibret alması gerektiğini düşündüğüm bu olayı Emin Karaca’nın anlatımından özetleyerek aktarmak isterim:

"Tabii gazeteciliğin yirmi dört saatlik bir ömrü var. Ondan sonra geçip gidiyor. Ve gerçekten ömür tüketici bir şey. Bu hayırlı vesile dediğiniz olay epeydir kafama takılmıştı o sıralarda. Şöyle oldu, Ömer Sami Coşar diye bir meslek büyüğümüz vardır bizim, biliyorsun. Emekliliğinden kısa süre sonra öldü. Ragıp Zarakolu’yla, o gün de izin günüm benim, onun yayınevinde oturuyoruz. Kitap hastası bir arkadaşımız var, o koşarak geldi dedi ki, ‘Hadi sahaflara! İbrahim Manav’a, Ömer Sami Coşar’ın kitapları geldi.’ Biz kestirmeden koşarak gittik, yetişelim diye. Gittik, koştuk, vardık. Haber alıp gelenler ayıklıyor şeyleri. Fransızcası varmış. Zinovyev, Kamenev’lerin çıkardığı Akıntıya Karşı dergisi, Sovyetler Birliği’ndeki… Aman tanrım, neler yok ki. Altlarını renkli kalemle çize çize okumuş bu adam. Ama sadece bütün gazetecilik ömründe Troçki İstanbul’da adında bir derleme kitap çıkarabildi. Onun dışında demek ki bu kadar yoğun okuyup yazmasına rağmen ürün veremeden gitti. O benim, dönerken kafama takılmıştı. İzin günümde oldu bu olay. Dedim ki ya şu adamın başına gelene bakalım yani. Demek biz de böyle olacağız devam edip giderse."

Karaca, muhtemelen bu hayırlı vesilenin de rolüyle, 90’lı yıllarda, çalıştığı gazeteler için sonradan kitaplaştıracağı yazı dizileri kaleme almaya başlar. Bu dizilerden biri olan ve 1996 yılında kitaplaştırılan Eski Tüfeklerin Sonbaharı, Emin Karaca’yla tanışmamı sağlayan kitap olmuştur. Duvarın yıkıldığı, SSCB’nin çöktüğü, karşı akıntının epey güçlü olduğu bir dönemde Tarihsel TKP’nin yaşayan en eski üyelerini bulup konuşturarak bir kuşağın geçmişe yönelik muhasebesini kayıt altına alır bu çalışmasında Emin Karaca. Kimler yoktur ki bu eski tüfeklerin içinde: Boz Mehmet, Sevim Belli, Mihri Belli, Rasih Nuri İleri, Vedat Türkali, Tacettin Karan…

Bir diğer yazı dizisinin ürünü olan ve 2001 yılında kitaplaştırılan 12 Eylül’ün Arka Bahçesinde başlıklı çalışmasında ise darbenin Avrupa’ya savurduğu mülteci devrimcilere verir sözü Emin Karaca. Ders niteliğinde yaşanmışlıklarla dolu bu kitapta özellikle 78 kuşağından devrimcilerin mensubu oldukları örgütlere ve örgüt şeflerine yönelik eleştirileri dikkat çeker.

Emin Karaca’nın kitapları arasında Nazım Hikmet’in yaşamının farklı yönlerine ışık tuttuğu çalışmalar ayrı bir yere sahiptir. Bunlardan Nazım Hikmet Şiirinde Gizli Tarih, harikulade bir edebi kazı çalışmasıdır. Benerci Kendini Niçin Öldürdü?’den neden hiçbir şey anlamadığımı Gizli Tarih’i okuyunca anlamıştım. Meğer Nazım Hikmet, Hintli devrimci Benerci’nin hikayesi üzerinden TKP saflarında sonradan "Nazım Muhalefeti" adıyla anılacak muhalefet hareketini örgütledikten sonra başına gelenleri anlatıyormuş. Gizli Tarih’te Benerci’den başlayarak Nazım Hikmet’in şiirlerinde gömülü tarihi başarıyla kazır Emin Karaca. Sayfalar ilerledikçe şiirlerdeki karakterlerin gerçek hayattaki karşılıkları birer birer arz-ı endam eder. Kimler yoktur ki bunların içinde: Şevket Süreyya Aydemir, Hasan Ali Ediz, Peyami Safa, Fikret Adil…

Sevdalınız Komünisttir: Nazım Hikmet’in Siyasal Yaşamı ise gerek Nazım Hikmet’in çoğu zaman törpülenmeye çalışılan örgütlü komünist kimliğini vurgulaması, gerekse TKP içerisinde 30’lu yıllarda maruz kaldığı o yıpratıcı yalnızlaştırma politikasını etraflıca aktarması hasebiyle son derece faydalı bir çalışmadır. TKP içerisinde Şefik Hüsnü-Hasan Ali Ediz yönetimine karşı bayrak açan Nazım Hikmet’in bunun neticesinde partinin yayın organlarında "kalleş", "dönek", "soysuz", "Troçkist polis opozisyonu" gibi ağır ithamlara maruz kaldığını belgeleriyle gözler önüne serer bu eserinde Karaca.

Nazım Hikmet’in Aşkları çalışmasında ise iki husus dikkatimi çekmişti: "Minnacık Kadın" ve Rasih Güran. Mavi Gözlü Dev şiirinin Memet Fuat’ın iddiasının aksine Piraye Hanım için yazılmadığını, şiirde "minnacık kadın" olarak tarif edilenin şairin ilk eşi Nüzhet Hanım olduğunu gayet ikna edici bir biçimde ortaya koyar bu eserinde Emin Karaca. Karaca’nın bu dikkati, Memet Fuat gibi saygın bir otoritenin bile yeri geldiğinde yanılgıya düşebileceğini görmemi sağlamıştı. Nazım Hikmet’in Piraye Hanım’a yazdığı ayrılık mektubunu teslim etme görevini verdiği Rasih Güran ismi de ilk kez bu kitapta karşıma çıkmıştı.

Rasih Güran, zamanla bir araştırma konusu haline geldi benim için. Bu araştırma da Emin Karaca ile tanışmama vesile oldu. Rasih Güran araştırması sırasında yardımına başvurduğum Karaca, Güran’a dair bildiklerini paylaştı, kitaplar önerdi. Yazacağım makaleye dair tavsiyelerini almak için buluşmayı teklif ettiğimde "Kadıköy’e indiğim bir gün ararım, dosyanı getirirsin, bakarız." dedi. Birkaç hafta sonra gerçekten aradı da. Bir heyecan içinde Rasih Güran dosyamı koltuğumun altına alıp hızla Kadıköy’ün yolunu tuttum. Emin Hoca dosyayı dikkatle inceledi, tavsiyelerde bulundu, yüreklendirici sözler söyledi. Ardından Nazım Hikmet ve Hikmet Kıvılcımlı ağırlıklı derin bir sohbete daldık. Tevazuyu hiçbir zaman elden bırakmayan, ama kendine, bilgisine güveni olduğunu da sezdiren bir tavra sahipti Emin Karaca. Dönüşte Kadıköy’e doğru yürürken aynı istikamette ikamet ettiğimiz ortaya çıkınca 20Ü numaralı otobüse beraberce bindik, karşılıklı koltuklara oturup sohbete devam ettik. Bir ara Denizli doğumlu olduğunu hatırlayıp "Aslen mi oralısınız yoksa tayin gereği orada bulunan bir memur ailesinden misiniz?" diye sordum. Aslen oralı olduğunu söyledikten sonra otobüstekilerin duymaması için eliyle yaklaşmamı işaret etti ve bir Sansaryan Han anısı paylaştı. 12 Mart döneminde gözaltındayken, sorgu esnasında içeri bir polis girmiş ve diğerine şöyle demiş: "Bu adam yüzde yüz Türk yahu!’’ Herhangi bir "kanı bozukluk" tespit edemedikleri bir komünist karşısında polislerin yaşadığı kızgınlığı anlatırken gülmekten kendini alamıyordu Emin Hoca.

Emin Karaca ile Kasım 2019’da, tam da 12 Mart anılarını THKP/C İşçi Kesimi Davası adıyla yayımladığı sıralarda bir kez daha buluştuk. Kendi imkanlarıyla bastırdığı kitabını edinerek gittim buluşmaya; tebrik ederek kitabı imzalattım. Kitabından konuşurken 12 Mart’a dair önemli görüşler paylaştı Emin Hoca. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nde en iyi dersi burjuvazi ve ordunun çıkardığı kanısındaydı. Memduh Tağmaç’ın "Sosyal bilinç ekonomik gelişmeyi aştı." sözleri bunun en veciz ifadesiydi ona göre. Aynı zamanda darbenin de habercisiydi. Sosyalist hareketin bu gelişmeyi doğru okuyup yaklaşan darbeye karşı sınıf içinde örgütlenmeye yönelmesi gerekirken kır gerillası, kent gerillası, sol cunta gibi yanılsamaların peşinden gittiğini belirtti Emin Hoca. Unutamadığım bir cümleyle özetledi 12 Mart’tan çıkardığı dersi: "Gözümüzün önündeki işçi sınıfını göremedik."

Gene 20Ü ile yaptığımız dönüş yolculuğunda ineceğim durağa yaklaşırken benim o ana kadar açmaktan kaçındığım konuyu o açtı ve Rasih Güran dosyasının akıbetini sordu. Mahcubiyetle "Hiç sormayın hocam, bu yıl da yetişmedi." diyebildim. Rasih Güran’ın ölüm yıl dönümü olan 19 Kasım’ın birkaç gün sonrasıydı ve ben, kim bilir kaçıncı kez, yazıyı bir sonraki 19 Kasım’a ertelemiştim. Gene de yüreklendirici sözler söylemekten kendini alamadı Emin Hoca. Lafı değiştirmek için anılarını yazıp yazmayacağını sorduğumda anılardan önce halihazırda üzerinde çalıştığı önemli bir dosyayı nihayete erdirmesi gerektiğini söyledi. "Ustamdı, yanında yetiştim, baba oğul gibiydik" sözleriyle andığı, Türkiye sosyalist hareketinin gölgede kalmış isimlerinden Orhan Müstecaplıoğlu’nun biyografisi üzerinde çalıştığını, önceliğinin bu dosyayı tamamlamak olduğunu belirtti. Ne yazık ki bu çalışmanın yayımlanmasına ömrü vefa etmedi. Umarım kitaplaştırmaya el verecek aşamaya gelmiştir Orhan Müstecaplıoğlu biyografisi ve yarım kalmaz bu çalışma.

Emin Hoca’yı son kez geçtiğimiz 3 Haziran’da, Eğitim-Sen İzmir Şubesi’nin düzenlediği, Nazım Hikmet Şiirinde Gizli Tarih konulu çevrimiçi söyleşide gördüm. Bir gün öncesinden haberdar ettiği bu söyleşiye izleyici olarak katılıp sorularımla katkıda bulunmaya çalıştım. Son olarak geçtiğimiz 19 Kasım’da, Rasih Güran’ın nihayet tamamlayabildiğim ve Artı Gerçek’te yayımlanan kısa yaşam öyküsünü paylaşmıştım Emin Hoca ile. Aynı gün okumuş ve "Güzel olmuş, eline sağlık." diye dönüş yapmıştı. Ani ve zamansız ölümünü büyük bir üzüntüyle öğrendiğimde tek tesellim bu oldu. Kendisiyle tanışma ve sohbet etme şerefine de nail olmuş bir okuru olarak, ardında her biri önemli bir boşluğu dolduran yoğun emek ürünü eserler bırakan bu değerli aydının anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

[email protected]

Öne Çıkanlar